Search
English Turkish Sentence Translations Page 169483
| English | Turkish | Film Name | Film Year | |
| You're scared to believe in anything. | Bir şeye inanmak seni ürkütüyor. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| You put on the fancy dress and the beau don't come. | Süslü elbiseni giyiyorsun, beklediğin adam gelmiyor. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| So you're scared nothing will ever come. You've got no faith. | Hep böyle olacak diye ürküyorsun. İnancın yok senin. Her şey böyle bitecek diye ürküyorsun. İnancın yok senin. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| I've got as much as anybody. You don't even know what faith is. | Herkes kadar İnançlıyım. İnancın anlamını bile bilmiyorsun. Herkes kadar inançlıyım. İnancın ne olduğunu bile bilmiyorsun. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| I'm gonna tell you. | Sana söyleyeyim. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| It's believing you see white when your eyes tell you black. | Gözlerinin siyah gördüğü şeyin beyaz olduğuna inanmaktır. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| It's knowing with your heart. And I know you're a fake! | Yüreğinle bilmektir. Sahtekâr olduğunu biliyorum! | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Lizzie, I'm sad about you. | Lizzie, sana üzülüyorum. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| You don't believe in nothing, not even in yourself. | Hiç bir şeye, kendine bile inanmıyorsun. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| You don't even believe you're a woman. | Kadın olduğuna bile inanmıyorsun. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| And if you don't, you're not. | İnanmayınca, kadın olamıyorsun. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Jimmy, quit that. | Jimmy, kes şunu. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Don't you feel foolish beating that drum? | Davulu tokmaklamak sana gülünç gelmiyor mu? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Lizzie thinks I'm making a jackass out of you. | Lizzie seni enayi yerine koyduğumu söylüyor. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Is that what you think? | Sen ne dersin? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| You said beat the drum and it'd bring rain. | Davulu çal, yağmur getirecek dedin. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| I'm beating it. | Ben de çalıyorum. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Just because I said so? | Sırf ben dedim diye mi? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Because you said so. | Sen öyle dedin diye. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Sounded like thunder. | Gök gürültüsüne benziyor. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| too regular. | çok muntazam. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Why don't you take a run down and see the Curry girl? | Niye bir koşu gidip Curry kızına bakmıyorsun? Niye bir koşu gidip Curry kızına bakmıyorsun? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| I don't want to go down and see her. Just stand there like a stick? | Gidip bakınca ne olacak? Sırık gibi orada dikilecek miyim? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Don't stand! Sit down! Talk! I don't know how to talk to her! | Ayakta durma! Otur! Konuş! Ne denir ona bilemem ki! | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Make up conversations, they all jam up in my head. | Laf yapacak şeyler, kafamda takılıp kalıyor. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Flush them out. | İtekle çıksın! | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Get going! All right! | Yürü! Tamam! | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Mind if I take an hour off? Take two hours! | Bir saat izin verir misin? İki saat olsun! | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Take all night! An hour is all I can stand. | Bütün gece gelme! Bir saatliğine ancak dayanırım. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Look at you, you'd think you never painted anything in your life. | Şuna bak, gören de hayatında bir şey boyamamış diyecek. Şuna bak, yaptığını gören, hayatında bir şey boyamamış diyecek. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| I didn't see the bush. What bush? | Çalılığı göremedim. Hangi çalılığı? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| I was painting backwards and suddenly there was... | Geri geri giderek boyuyordum, kahrolası çalılığa toslayınca, boya etrafa döküldü. Geri geri giderek boyuyordum, birden bire... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| that darn bush and I bumped, and the paint... | ...kahrolası o çalıya toslayınca... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| slopped all over everything. | ...boya her tarafa döküldü. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| What are you limping about? | Sen niye topallıyorsun? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Mule. Kick you? | Katır. Tekmeledi mi? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Bad or good, a mule's kick is a mule's kick! | Katır tekmesi deyip geçme! | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| For Pete's sake! Come in here and quit beating that drum. | Allah aşkına! İçeri gel, kes şu davula vurmayı. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| I think he enjoys it. Sure... | Hoşlanıyor galiba. Elbette... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| he got the easiest job of all of us. | En kolay görev onun oldu. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Holy mackerel, Pop. Your face is all over whitewash. | Vay, Baba. Yüzün badanayla kaplanmış. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Jimmy! Quit that! | Jimmy! Kes şunu! | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| He said to beat it every time I got the feeling. | Ne zaman hissedersem, davula vurmamı söyledi. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| But, Jimmy... | Ama Jimmy hissetmeye az ara versen, çok makbule geçecek. Ama, Jimmy... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| if you'll just try to resist the feeling, we'll all appreciate it. | ...hissetmeye az ara versen, çok makbule geçecek. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Holy mackerel, Pop. Your face is all over whitewash. | Vay Baba, yüzün badanayla kaplanmış. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Why don't you wash up? You look foolish. | Git yıka şunu. Komik olmuşsun. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| You don't look so bright, yourself, toting that drum. | Davulu taşırken sen de pek hoş görünmüyorsun. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| What am I gonna do with it? | Ne yapayım bunu yani? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| For the love of Mike, don't be so dumb. | Tanrı aşkına, bu kadar budala olma. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Don't call me that, Noah. | Bana budala deme, Noah. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| What are you doing in Lizzie's linen chest? | Lizzie’nin sandığını niye karıştırıyorsun? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Starbuck asked if he could spend the night in the tack room and I said yes. | Starbuck, gece ardiyede kalabilir miyim diye sordu, evet dedim. Starbuck, gece eşya deposunda kalabilir miyim diye sordu, evet dedim. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Figured I'd get him something to sleep on. | Üzerine örtecek bir şey arıyordum. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Sure stressing yourself to make him cozy, aren't you? | Onun rahatı için çok uğraşıyorsun, değil mi? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| I like him. Funny, me, too. | Onu seviyorum. Tuhaf, ben de. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| If he wanted to sell you a bill of goods. | Sana bir mal satmak isteseydi. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| He didn't sell me a bill of goods. He gave me some good advice. | Bana mal filan satmadı. İyi bir tavsiyede bulundu. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| I'm gonna take it. What kind of advice, Jimmy? | Dediğini yapacağım. Neymiş tavsiyesi, Jimmy? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| About Snookie. | Snookie hakkındaydı. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| What'd he tell you? | Ne dedi? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| I said to him, "What do you think of a girl who wears... | "Göze batan elbiseler giyen, dudakları rujlu, kırmızı şapkalı "Göze batan elbiseler giyen, dudaklarına ruj süren... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| "loud clothes and puts lip rouge on her mouth... | "her daim küçük kırmızı bir şapkayla dolaşan bir kız için... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| "and always goes around in a little red hat? Is she fast?" | ..."ne düşünürsün? Hızlı biri midir?"diye sordum. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| And you know what he said? | Ne dedi biliyor musun? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| He said, "Never judge a heifer by the flick of her tail." | "Bir düvenin kuyruk sallayışına bakarak karar verilmez. " dedi. "Bir düve hakkında kuyruk sallayışına bakarak karar verilmez." dedi. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Sounds like sensible advice. I think so. | Akla yakın bir tavsiye gibi. Sanırım. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| I told you he'd sell you a bill of goods. | Sana bir mal satacağını söylemiştim. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| I understand that crack, Noah. | Bu dokundurmayı anlamadım sanma, Noah. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| You mean he was trying to make me feel smart, and I ain't. | Sana zekisin demek istemiş ama öyle değilsin, diyorsun. Seni zeki göstermek istemiş ama öyle değilsin, demeye getiriyorsun. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Shut up. I won't shut up. | Kapa çeneni. Susmayacağım. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| What the devil's got into you? | Ne oldu sana böyle? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| I just found something out, Noah. | Bir şey fark ettim, Noah. Bir şey farkettim, Noah. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| You know, the only time I feel real dumb? | Ne zaman kendimi budala gibi görüyorum, biliyor musun? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| When I'm talking to you. Now, why the heck is that, Noah? | Senle konuştuğumda. Bu niye böyle dersin, Noah? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Hello, who? | Alo, kim? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Who was that? Who else would have all that gall? | Kimdi o? Kim bu kadar yüzsüzdür? Kimdi o? Kim bu kadar yırtık? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Snookie. | Snookie. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Come on, that phone call was for me. Why'd you hang up on her? | Bak şimdi, bu telefon bana gelmişti. Niye kapatıyorsun? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Save you the trouble. | Seni zahmetten kurtardım. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| If she calls me on the phone... | Beni aramışsa, burada olmadığımı söylemek sana düşmez. Ben söyleyebilirim. Telefonda beni aramışsa... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| you don't have to tell her I ain't here. I can do that myself. | ...burada olmadığımı söylemek sana düşmez. Ben söyleyebilirim. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| How can you, yourself, tell her you're not here? Talk sense. | Nasıl ben burada değilim diyebilirsin? Mantıklı ol. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Maybe it don't make sense, but... | Mantıklı gibi görünmese de~ Mantıklı gibi görünmese de... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| well, you dang well know what I mean. Listen, Jimmy... | Ne demek istediğimi gayet iyi biliyorsun! Dinle, Jimmy... Ne demek istediğimi gayet iyi biliyorsun. Dinle, Jimmy... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| if you want to get yourself in hot water... | Başının belâya girmesini istiyorsan kaldır telefonu, durma ara onu. Başının belâya girmesini istiyorsan... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| all you have to do is lift that phone and call her right back. | ...kaldır telefonu, durma ara onu. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| That's right, Jimmy. That's all you have to do. | Doğru söylüyor, Jimmy. Durma ara onu. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Stay out of this. I'm just agreeing with you, Noah. | Sen buna karışma. Seni destekliyorum, Noah. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| You can call her right back, Jimmy. | Hemen kızı ara, Jimmy. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Go on, kid, go on. | Haydi, evlât, haydi. Haydi evlât, haydi. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| I don't have her telephone number. Call the operator. | Telefon numarasını bilmiyorum. Santralı ara. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Starbuck, let me alone. Lizzie, tell him to make that call. | Starbuck, beni rahat bırak. Lizzie, söyle şuna, arasın. Starbuck, beni rahat bırak. Lizzie , söyle şuna, arasın. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Starbuck, we'd all thank you not to interfere in our family. | Starbuck, aile işlerine karışmamanı rica ederiz. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| What's this thing doing here? For Starbuck. | Ne arıyor bu burada? Starbuck’a verecek. Ne arıyor bu burada? Starbuck’a verecek. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Jimmy was gonna take them out to the tack room, if it's all right. | Jimmy sakıncası yoksa bunu eşya deposuna götürecekti. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Yes, it's all right. Go on, Jimmy. | Evet, olabilir. Götür, Jimmy. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| I don't want to now. | Şimdi istemiyorum. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| You shouldn't have... | Bunu...yapmayacaktın, Noah. Birisi yapmalıydı. Bunu ... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| done that to him, Noah. Somebody's got to do it. | ...yapmayacaktın, Noah. Birisi yapmalıydı. | The Rainmaker-1 | 1956 |