Search
English Turkish Sentence Translations Page 169481
| English | Turkish | Film Name | Film Year | |
| Colors to make you cry. | Sizi ağlatacak renkler. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| And me? I'm riding right through that rainbow. | Ve ben? O gök kuşağının tam ortasından atımı sürüyorum. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Well, how about it? Is it a deal? | E, ne dersiniz? Anlaştık mı? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Well... Pop, no. He's a liar and a con man. | Valla~ Hayır baba. Yalancı o. Üçkâğıtçı! Valla... Hayır baba. Yalancı o. Üç kağıtçı! | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Yup, that's what he is all right. A liar and a con man. | Doğru söyledin. Tam da öyle birisi. Yalancı ve üçkâğıtçı. Doğru söyledin. Tam da öyle birisi. Yalancı ve üç kağıtçı. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| It hurts me to hear you say that, mister. Well, so long to you. | Bayım, kalbimi yaraladınız. Allaha ısmarladık, öyleyse. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| So long for a sorry night. Wait a minute. | Hüzünlü bir geceye elveda. Dur biraz. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| You said I was a con man. You're a liar and a con man... | Bana üçkâğıtçısın dedin. Yalancı ve üçkâğıtçısın... Bana üç kağıtçısın dedin. Yalancı ve üç kağıtçısın... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| but I didn't say I wouldn't take your deal. | ...ama anlaşmaya yoğum demedim ki. ...ama anlaşmaya yokum demedim ki. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Pop! I didn't say I would, neither. | Baba! Ben de demedim. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Pop, you ain't gonna throw away $100! | Baba, 100 doları sokağa atıyorsun! | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| How would I write it in the books? | Deftere nasıl geçeceğim? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Write it as a gamble, Noah. | Kumar olarak yaz, Noah. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| I've lost more than that in poker on a Saturday night. | Bundan daha fazlasını Cumartesi gecesi pokerde veriyorum. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| You get an even chance in poker. That's a crazy reason. | Pokerde kazanma şansın da var. Böyle saçma sebep olmaz. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| I'll give you better reasons, Lizzie girl. | Sana daha iyi bir sebep göstereyim, Lizzie kızım. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Take my deal because once in your life you've got to take a chance on a con man. | Kabul edin. Bir kere bile de olsa, bir üçkâğıtçıya şans tanıyın. Bunu kabul edin. Bir kere bile de olsa, şansınızı bir üç kağıtçıda deneyin. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Take my deal, because there's dying cattle that might pick up and live. | Kabul edin, çünkü ölmekte olan sığırlar toparlanıp yaşayabilirler. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Because $100 is only $100... | Çünkü yüz dolar sadece $100 dır ama kuraklıkta yağmur, harika bir şeydir. Çünkü yüz dolar sadece $100 dır... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| but rain in a dry season is a sight to behold. | ...ama kurak mevsimde yağmur, görülmeye değer bir manzaradır. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| You've got to take my deal because it's gonna be a hot night... | Anlaşmayı kabul edin, çünkü gece sıcak geçecek... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| and the world goes crazy on a hot night, and maybe that's what a hot night is for. | Sıcak bir gecede dünya çıldırır, geceler bunun için sıcaktır belki. Sıcak bir gecede dünya çıldırır, belki de geceler bunun için sıcaktır. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Starbuck, you got you a deal. | Starbuck, anlaştık. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| I tell you, I knew I had a deal the minute I walked in this house. | Derim ki, bu eve adımımı atar atmaz kabul edeceğinizi anlamıştım. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| How'd you know that? There's four of you... | Nasıl anladın? Dört kişisiniz, yemekte ise beş kişilik servis var. Nasıl anladın? Dört kişisiniz... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| and five places set for supper. | Yemekte beş kişilik servis var. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| And I says to myself, "Bill Starbuck, your name's written right across this chair." | Kendi kendime dedim ki, " Starbuck, ismin bu iskemlenin arkasına yazılmış." Kendi kendime dedim ki, "Bill Starbuck, ismin bu iskemlenin arkasına yazılmış." | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Come on, let's eat. | Haydi, yemeğe oturalım. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Anything doing? | Bir şey var mı? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Phil Mackey said the Curry boys came by. | Phil Mackey, Curry ailesinin buraya geldiğini söyledi. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Says he saw Jim Curry come out of here wearing a black eye. | Jim Curry'nin dışarı çıkarken gözü morarmıştı diyor. Jim Curry dışarı çıkarken gözü morarmıştı diyor. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Tell Phil Mackey to mind his own business. | Phil Mackey’e kendi işine bakmasını söyle. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| And me to mind mine? Well... | Ben de kendiminkine mi? Ben de kendiminkine mi? Yani... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| If you want to take time off and run down to the Curry ranch... | İzin alıp Curry çiftliğine bir koşu gider, özür dilerim filân demek istiyorsan~ İzin alıp Curry çifliğine bir koşu gidip... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| and say you're sorry or something and... | Özür dilerim filân demek istiyorsan... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Might be a little easier on the phone, huh? | Telefonla daha mı kolay olur diyorsun? Telefonla daha kolay mı olurdu dersin? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| The number's five five ring three. I'm not interested in the number. | Numarası beş beş ring üç. Beni ilgilendirmez. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Hello? Oh, yeah. | Alo? Ha, evet. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| This is his deputy. | Ben yardımcısıyım. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| We've got the description of him, but we need a picture. | Tarifini aldık ama bir resmine ihtiyacımız var. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| No, I haven't seen him. Somebody thought they saw his wagon. | Hayır, onu görmedim. Birisi atlı arabayı gördüğünü sanıyor. Hayır, onu görmüşlüğüm yok. Birisi atlı arabasını gördüğünü sanıyor. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Yeah, well, send us a picture soon as you can, will you? | Tamam, en kısa zamanda bize bir resmini gönderin, olur mu? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Okay, thanks. Bye. | Oldu, sağ ol. Görüşürüz. Oldu, sağol. Görüşürüz. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Five five ring three. | Beş beş ring üç. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Never mind, Operator. | Santral, vazgeçtim! Santral, iptal et. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| $60, $70... | $60, $70... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| $80, $85. | $80, $85. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| I'm against this, Pop. Keep counting, Noah. | Buna katılmıyorum, baba. Saymaya devam et, Noah. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| $90, $95, $100. There's your $100. | $90, $95, $100. İşte sana $100. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Thank you, Noah. Don't thank me. Thank him. | Teşekkürler, Noah. Bana teşekkür etme. Ona et. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| I'm writing that down in my books, $100 thrown away. | Deftere şöyle yazıyorum: sokağa atılan $100. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| No, don't write that. Write it like this. Say: | Hayır, öyle yazma. Şöyle yaz. De ki: | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| "On August 27... | "27 Ağustosta... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| "a man came stomping through our doorway. | ..."kapıyı arkasına kadar dayayarak eşikte belirdi. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| "We bid him time of night. | "Buyur ettik. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| "We fed him a supper fit for a king... | "Krallara lâyık bir yemek yedirdik ve kendisine... "Krallara lâyık bir yemek yedirdik... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| "and we gave him 100 honest notes... | ..."ve kendisine Amerikan... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| "in the fair government of these United States of America. | ..."Amerikan hükümetince bastırılan paralardan $100 verdik. ..."hükümetince bastırılan paralardan $100 verdik. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| "In return for that hospitality, he did us one small favor. He brought rain." | " Misafirperverliğimize karşı ufak bir iyilik yaptı: Yağmur yağdırdı." | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| You got it? Write it. I don't see no rain yet. | Tamam mı? Yazın. Ortalıkta yağmur göremiyorum. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| I still got 23 hours to bring it. Well, you better get busy. | Yağdırmak için 23 saatim daha var. O zaman çalışmaya başla. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Yeah, Starbuck, you better knuckle down. | Evet, Starbuck, işe koyul bakalım. Evet , Starbuck, işe koyul bakalım. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| All right. What kind of rain would you like? | Pekâlâ. Ne tür bir yağmur isterdiniz? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| You mean we can choose our kind? Why, sure, you can choose your kind. | Yani istediğimizi seçebilir miyiz? Elbette, istediğinizi seçebilirsiniz. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| And there's all kinds. There's mizzling and there's drizzle. | Her türlüsü var. Damla damla yağanı, çiseleyeni var. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| But you wouldn't want that. I give that away as a free sample. | Ama bu size olmaz. Bunu örnek olarak bedava dağıtıyorum. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| There's trickle and there's sprinkle. | Sicim gibi olanı ve serpintisi var. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| That's for little flower gardens of little pink old ladies. | Bu da pembecik yanaklı yaşlı hanımların bahçelerine uygundur. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| There's rain with hail and rain with thunder. | Dolu şeklinde inen ve gök gürültülü yağmur vardır. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| There's flash flood and storms that roll down the shoulder of a mountain. | Dağ yamacından gürül gürül akan sel şeklinde olanı vardır. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| But biggest of all, that's deluge. Don't ask me for deluge. | Ama en büyükleri ise, tufandır. Benden tufan istemeyin. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| That takes quite a bit of doing. What kind do we get for $100? | Bunu yapmak oldukça zordur. $100’a hangisinden alıyoruz? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| You choose it, I'll bring it. | Siz seçin, onu getireyim. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| He brags so loud, he gives me a pain in the neck. | O kadar yüksekten atıyor ki, başıma ağrı girdi. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| If you all act like she does, it's gonna make it tough for me to do my job... | Hepiniz bu kız gibi davranacaksanız işimi yapmam çok güç olacak... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| because when there's suspicion around, it's a dry season. | Ortalıkta şüphe olursa, kurak mevsim sürecek demektir. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| I don't doubt it. | Ona ne şüphe! | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Look, folks, making rain, it takes a lot of confidence. | Bakın millet, yağmur yağdırmak, büyük bir güven meselesidir. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| If you have doubts about me, I get doubts about myself. | Bana şüpheyle bakarsanız, ben de kendimden şüphelenirim. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| If you don't bring rain, you're gonna blame it on us. | Yağmur yağdıramazsan, kabahati bize yükleyeceksin. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| We didn't have confidence. | Güvenimiz yoktu diyeceksin. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| What I mean is, I may need some help. | Demek istediğim, bana biraz yardım edin. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Well, I'll help you. So will Pop. | Pekâlâ, ben yardım ederim. Babam da eder. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| How about you, lady? Any confidence? | Ya siz, hanımefendi? Güveniniz var mı? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| No confidence. We don't need her, Starbuck. | Güvenmiyorum. Ona ihtiyacımız yok, Starbuck. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Now, come on. What's the first step? All right. | Hadi başla. İlk adım ne? Pekâlâ. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| What I'm gonna ask you to do, it ain't gonna make much sense... | Yapmanızı istediğim şey pek akla yakın gelmeyecek... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| but then what's sensible about a flood or a hurricane? | ...ama bir selin veya kasırganın nesi akla yakındır ki? ama bir selin veya kasırganın nesi akla yakındır ki? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Nothing. That's right. | Hiçbir şeyi. Doğru. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| What I want you to do... | Yapmanızı istediğim şey~ Yapmanızı istediğim şey... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| you see that little old wagon of mine out there? | Dışarıdaki külüstür arabamı görüyorsunuz değil mi? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| On that wagon, I got me a big bass drum. | Arabada koca bir davulum var. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Somebody is got to beat that drum. | Biriniz bu davulu çalacak. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Beat it? What for? Don't ask questions. | Çalacak mıyız? Neden? Soru sormayın. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| And don't get sensible. That's right, Jimmy. | Akla yakın olmasın. Doğru, Jimmy. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Now, who's gonna beat that drum? Me, I'll beat it. | Şimdi, davulu kim çalacak? Ben çalarım. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Jim, you're gonna be my first lieutenant. | Jim, sen üsteğmenim olacaksın. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| You go out there, and every time you get the feeling, you beat that drum three times. | Oraya git, bir şey hissettiğinde davula tokmakla üç kere vur. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Low, like thunder. You get it? Got it. | Hafiften, gök gürültüsü gibi. Tamam mı? Tamam... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| When do I start? Mister, you've started. | Ne zaman başlıyorum? Bayım, başladın bile. Ne zaman başlıyorum? Mister, başladın bile. | The Rainmaker-1 | 1956 |