• en flag English
    • tr flag Turkish

Search

English Turkish Sentence Translations Page 169482

English Turkish Film Name Film Year Details
Hot dog. "Hot dog!" Hot dog! The Rainmaker-1 1956 info-icon
You pay close attention. In that wagon of mine, I got me a bucket of white paint. Kulağını iyice aç. Arabanın içinde bir kova beyaz boya var. The Rainmaker-1 1956 info-icon
It ain't ordinary white paint, it's special. Alelâde beyaz boya değil o. Özeldir. The Rainmaker-1 1956 info-icon
It's electro magnetized, oxygenated, de chromated white. Elektro magnetize, oksijene, de krome edilmiş beyaz boyadır. The Rainmaker-1 1956 info-icon
I want you to go out there and paint a great, big white arrow... Dışarı çıkıp, evden ileriyi işaret eden kocaman beyaz bir ok boyamanı istiyorum. Dışarı çıkıp, evden ileriyi işaret eden kocaman beyaz bir... The Rainmaker-1 1956 info-icon
pointing away from the house. Ok boyamanı istiyorum. The Rainmaker-1 1956 info-icon
That's so the house don't get struck by lightning. Eve yıldırım düşmemesi için bu böyle. The Rainmaker-1 1956 info-icon
Well, that sounds reasonable. Akla yakın geliyor. The Rainmaker-1 1956 info-icon
Now, it's too bad that you don't have a mule on the place. Çiftlikte bir katır olmaması çok fena. The Rainmaker-1 1956 info-icon
We got a mule. You have? Well, that's great. Katır var. Var mı? İşte bu güzel. The Rainmaker-1 1956 info-icon
That's just dandy. Tam istediğimiz şey. The Rainmaker-1 1956 info-icon
Get a length of rope, go out there and tie the hind legs of that mule together. Bir iple, gidin o katırın arka bacaklarını birbirine bağlayın. Bir parça ip bulun, gidin o katırın arka bacaklarını biribirine bağlayın. The Rainmaker-1 1956 info-icon
What? Tie the hind legs of a mule? What the heck for? Ne? Katırın arka bacaklarını bağlayacak mıyız? Neden? Ne? Katırın arka bacaklarını bağlayacak mıyız? Allah aşkına, neden? The Rainmaker-1 1956 info-icon
Now, please. You got to do like I ask you. Lütfen, istediklerimi aynen yapmalısınız. The Rainmaker-1 1956 info-icon
I ain't gonna do it. Come on, Noah. Yapmıyorum. Hadi, Noah. The Rainmaker-1 1956 info-icon
Well, I'll be... Vay canına~ Vay canına... The Rainmaker-1 1956 info-icon
Tie the hind legs of a mule! Katırın arka ayaklarını bağlayacakmışız! ...katırın arka ayaklarını bağlamak! The Rainmaker-1 1956 info-icon
Pop, wait. I've been sitting here keeping my mouth shut... Baba, dur. Deminden beri ağzımı açmıyorum... The Rainmaker-1 1956 info-icon
wondering how far you'll go in letting this man make a fool out of you. Bu adam sizi daha ne kadar aptal yerine koyacak, görmek istedim. Bu adam sizi daha ne kadar aptal yerine koyacak görmek istedim. The Rainmaker-1 1956 info-icon
He can't make me any more a fool than I make out of myself. Beni kendim kadar kimse aptal yerine koyamaz. Beni benim yaptığım kadar aptal yerine koyamaz. The Rainmaker-1 1956 info-icon
You're making a big fool out of yourself. Where's your common sense? Kendinizi tamamen gülünç duruma sokuyorsunuz. Sağduyunuz yok mu? The Rainmaker-1 1956 info-icon
Common sense? Sağduyu? The Rainmaker-1 1956 info-icon
You mean, go along with this fellow halfway, huh? Yani, bu adama yarı yarıya inanalım mı diyorsun? Yani, bu adama yarı yarıya mı inanalım diyorsun? The Rainmaker-1 1956 info-icon
Well, I can't do that, Lizzie. I got to take a chance on him. Bunu yapamam, Lizzie. Ona bir fırsat vermeliyim... The Rainmaker-1 1956 info-icon
The whole chance. Sonuna kadar. The Rainmaker-1 1956 info-icon
Without being afraid of getting hurt or getting cheated... Canım yanacakmış, aldatılacakmışım, gülünç duruma düşecekmişim... The Rainmaker-1 1956 info-icon
getting laughed at. As far as he'll take me. ...hiç korkmuyorum. Gittiği kadar gideceğim. The Rainmaker-1 1956 info-icon
White arrow, did you say? Beyaz ok mu dedin? The Rainmaker-1 1956 info-icon
A white arrow. I'll paint it. Beyaz bir ok. Boyayacağım. The Rainmaker-1 1956 info-icon
Mister, you're gonna get your money's worth if it's the last thing I do. Bayım, paranız boşa gitmeyecek. Bunun için elimden geleni yapacağım. Bayım, paranızı boşa harcamadığınızı göstermek için elimden geleni yapacağım. The Rainmaker-1 1956 info-icon
Don't get nervous, boy. I ain't. Not a bit of it. Sinirlenme evlât. Değilim. Hiç de değilim. The Rainmaker-1 1956 info-icon
That's fine. Confidence. Çok güzel. İtimat. The Rainmaker-1 1956 info-icon
Attaboy, Jim. Beat that drum. Make it rumble. Yaşa, Jim. Davulu tokmakla. Gürlesin. Yaşa, Jim. Davulu tokmakla. Gürüldesin. The Rainmaker-1 1956 info-icon
I bet you feel real proud of yourself. Eminim yaptığınla gurur duyuyorsun. The Rainmaker-1 1956 info-icon
Kind of proud, sure. Öyle denebilir, tabii. Öyle denebilir, tabiî. The Rainmaker-1 1956 info-icon
You're not satisfied to steal our money. Paramızı çaldığın yetmiyormuş gibi, bizi bir de enayi yerine koyuyorsun. Paramızı çaldığın yetmiyormuş gibi... The Rainmaker-1 1956 info-icon
You have to make jackasses out of us. Bizi bir de enayi yerine koyuyorsun. The Rainmaker-1 1956 info-icon
Why'd you send them out of there on those fool errands? Why? What for? Niye saçma sapan işler peşinde koşturuyorsun? Niye? Ne için? Niye saçma sapan işler peşinde onları koşturuyorsun? Niye? Ne için? The Rainmaker-1 1956 info-icon
Maybe I sent them out so I could talk to you alone. Belki de senle yalnız kalabilmek için onları göndermişimdir. Belki de senle yanlız kalabilmek için onları göndermişimdir. The Rainmaker-1 1956 info-icon
Then why didn't you say it straight out: O zaman niye doğrudan doğruya: The Rainmaker-1 1956 info-icon
"Lizzie, I want to talk to you alone, man to man"? "Lizzie, senle yalnızken, erkek erkeğe konuşmak istiyorum" demedin? The Rainmaker-1 1956 info-icon
Man to man, Lizzie? Erkek erkeğe mi, Lizzie? The Rainmaker-1 1956 info-icon
Excuse me, I made a mistake. You're not a man. Özür dilerim, hata ettim. Sen erkek değilsin. The Rainmaker-1 1956 info-icon
Lizzie, can I ask you a question? No. Lizzie, bir soru sorabilir miyim? Hayır. The Rainmaker-1 1956 info-icon
I'll ask it anyway. Yine de soracağım. The Rainmaker-1 1956 info-icon
What are you fussing with the buttons on your dress for? Elbisenin düğmeleriyle niye oynayıp duruyorsun? The Rainmaker-1 1956 info-icon
Fussing? I'm not. Let them alone. Oynamak mı? Hayır. Bırak oynamayı. The Rainmaker-1 1956 info-icon
They're all buttoned up fine, as tight as they'll ever get. Hepsi de olabileceği kadar sımsıkı düğmelenmiş. The Rainmaker-1 1956 info-icon
It's a nice dress, too. Brand new, ain't it? Güzel de bir elbise. Yepyeni, değil mi? The Rainmaker-1 1956 info-icon
You expecting somebody? Birisini mi bekliyordun? The Rainmaker-1 1956 info-icon
Woman gets herself all decked out, she must be expecting her beau. Tepeden tırnağa süslenen bir kadın, sevdiğini bekliyor olmalı. Tepeden tırnağa süslenen bir kadın, sevdiğini bekliyor olmalı. The Rainmaker-1 1956 info-icon
Where is he? It's getting kind of late. Nerede o? Geç olmaya başladı. The Rainmaker-1 1956 info-icon
I'm not expecting anybody. Kimseyi beklemiyorum. The Rainmaker-1 1956 info-icon
I see. You were, but now you ain't. Anlıyorum. Bekliyordun, ama artık değil. The Rainmaker-1 1956 info-icon
Stand you up? Seni terk mi etti? The Rainmaker-1 1956 info-icon
Mr. Starbuck, you've got more gall... Bay Starbuck, bu ne cüret~ Mr. Starbuck, bu ne cüret... The Rainmaker-1 1956 info-icon
Let go of me. Bırak beni! Bırak beni. The Rainmaker-1 1956 info-icon
When I walked into this house, you didn't like me. Why? Bu eve girdiğimden beri, benden hoşlanmadın. Neden? The Rainmaker-1 1956 info-icon
I said, let go. You didn't like me. Why? Bırak beni dedim. Benden hoşlanmadın. Neden? The Rainmaker-1 1956 info-icon
Why'd you go up on your hind legs like a frightened mare? Neden ürkmüş bir kısrak gibi arka ayaklarının üstünde dikeldin? The Rainmaker-1 1956 info-icon
I wasn't frightened. You were. Korkmadım. Korkmuştun. The Rainmaker-1 1956 info-icon
Of you? Of what? I don't know. Senden mi? Ya da neden? Bilmiyorum. The Rainmaker-1 1956 info-icon
Mares get scared by lots of things. Kısrakları bir sürü şey korkutur. The Rainmaker-1 1956 info-icon
Fire, lightning, the smell of blood. I wasn't scared, Mr. Starbuck, I was mad. Ateş, şimşek, kan kokusu. Korkmamıştım, öfkelenmiştim. Ateş, şimşek, kan kokusu. Korkmamıştım, Mr. Starbuck, öfkelenmiştim. The Rainmaker-1 1956 info-icon
You paraded yourself in here, you took over everything. Bir gösterişle girdin, her şeyi ele geçirdin. The Rainmaker-1 1956 info-icon
I don't like to be to taken by a con man. Bir üçkâğıtçının sözlerine kanacak değilim. Bir üç kağıtçının sözlerine kanacak değilim. The Rainmaker-1 1956 info-icon
Get out of here. No. Defol buradan. Hayır. The Rainmaker-1 1956 info-icon
I'm sick and tired of this. Artık burama geldi. The Rainmaker-1 1956 info-icon
I'm tired of you queering my work, calling me out of my name. İşimi sorgulamandan, bir sürü lâf etmenden bıktım. The Rainmaker-1 1956 info-icon
I called you what you are, a big mouth, liar, and a fake. Neysen onu dedim; lâf ebesi, yalancı ve sahtekâr. The Rainmaker-1 1956 info-icon
How do you know I'm a liar? How do you know I'm a fake? Yalancı olduğumu, sahtekâr olduğumu nereden biliyorsun? Yalancı olduğumu nereden biliyorsun? Sahtekâr olduğumu nereden biliyorsun? The Rainmaker-1 1956 info-icon
Maybe I can bring rain. Belki de yağmur yağdırabilirim. The Rainmaker-1 1956 info-icon
Maybe when I was born, God whispered a special word in my ear. Doğduğumda, Tanrı belki kulağıma özel bir şey fısıldamıştır. Ben doğduğumda, Tanrı belki kulağıma özel bir kelime fısıldamıştır. The Rainmaker-1 1956 info-icon
Maybe he said, "Bill Starbuck, you ain't gonna have much in this world. Belki, "Bill Starbuck," demiştir, "bu dünyada fazla malın olmayacak. Belki, "Bill Starbuck, bu dünyada fazla bir malın olmayacak. The Rainmaker-1 1956 info-icon
"You ain't gonna have no money and no fancy spurs... "Paran olmayacak, süslü mahmuzların olmayacak... The Rainmaker-1 1956 info-icon
"no white horse with a golden saddle. " Altın eyerli bir atın olmayacak. Ama gittiğin yerde yağmur yağdıracaksın." ..." Altın eğerli beyaz bir atın olmayacak. The Rainmaker-1 1956 info-icon
"But, Bill Starbuck, wherever you go, you'll bring rain." "Ama, Bill Starbuck, nereye gidersen git, oraya yağmur getireceksin," demiştir. The Rainmaker-1 1956 info-icon
Maybe that's my one and only blessing. Belki de bu bana verilen yegâne lütuftur. Belki de bu bana verilen yegâne lütufdur. The Rainmaker-1 1956 info-icon
There's no such blessing in the world. Dünyada böyle bir lütuf görülmemiştir. The Rainmaker-1 1956 info-icon
I seen even better blessings, Lizzie girl. Lizzie kızım, daha iyilerini de gördüm. Lizie kızım, daha iyilerini de gördüm. The Rainmaker-1 1956 info-icon
I got a brother who's a doctor. Kardeşlerimden biri doktordur. The Rainmaker-1 1956 info-icon
You don't have to tell him where you ache or where you pain. Ona nerenin ağrıdığını, neyin olduğunu söylemen gerekmez. The Rainmaker-1 1956 info-icon
He just walks in and he lays his hand on your heart. İçeri girip elini kalbinizin üstüne koyar, The Rainmaker-1 1956 info-icon
And pretty soon, you're breathing sweet again. Çok geçmeden rahat nefes almaya başlarsınız. The Rainmaker-1 1956 info-icon
I got another brother who can sing... Şarkı söyleyen diğer bir kardeşimin ise, söylediği şarkı hiç sizden ayrılmaz. Şarkı söyleyen diğer bir kardeşim ise... The Rainmaker-1 1956 info-icon
and when he's singing, that song is there and never leaves you. şarkı söylediğinde, o şarkı hiç sizden ayrılmaz. The Rainmaker-1 1956 info-icon
I used to think, "Why I ain't I blessed like Fred or Arnie? Düşünürdüm, "Niye bana Fred veya Arnie gibi bir yetenek verilmedi? Düşünürdüm, "Niye bana Fred veya Arnie gibi bir yetenek bahşedilmedi? The Rainmaker-1 1956 info-icon
"Why am I just a nothing man with nothing special to my name?" "Niye benim bir şeyim yok, bana özel bir şey yok?" The Rainmaker-1 1956 info-icon
And then one summer comes the drought. Derken, bir yaz kuraklık oldu. The Rainmaker-1 1956 info-icon
And Fred can't heal it away, and Arnie can't sing it away. Fred bunu tedavi edemedi, Arnie şarkısıyla geçiremedi. The Rainmaker-1 1956 info-icon
But me, I go down to the holler... Ama ben, yere diz çöktüm... The Rainmaker-1 1956 info-icon
and I look up, and I say: ...göğe baktım ve yalvardım: The Rainmaker-1 1956 info-icon
"Please, rain. "Yağ, lütfen. The Rainmaker-1 1956 info-icon
"Please, please, bring rain!" "Lütfen, lütfen, yağmur yağsın!" The Rainmaker-1 1956 info-icon
And the rain came... Ve yağmur yağmaya başladı. Ve yağmur yağmaya başladı... The Rainmaker-1 1956 info-icon
and I knew. I knew I was one of the family. Anladım ki, ben de aileden biriydim. The Rainmaker-1 1956 info-icon
That's a story. Ne hikâye ama. The Rainmaker-1 1956 info-icon
You don't have to believe it if you don't want to. İnanıp inanmamakta serbestsin. The Rainmaker-1 1956 info-icon
You're like Noah. You don't believe in nothing. Noah gibisin. Hiçbir şeye inanmıyorsun. The Rainmaker-1 1956 info-icon
That's not true. Yes, it is. Bu doğru değil. Hayır, doğru. The Rainmaker-1 1956 info-icon
  • ««
  • «
  • …
  • 169477
  • 169478
  • 169479
  • 169480
  • 169481
  • 169482
  • 169483
  • 169484
  • 169485
  • 169486
  • …
  • »
  • »»
Restricted Mode:   
  • Contribute
  • About Us
  • Disclaimer
  • Contact