Ara
İngilizce Türkçe Kelime Çevirileri Sayfa 169753
| İngilizce | Türkçe | Film Adı | Film Yılı | |
| From a grub. | Tırtıldan kelebeğe... | The River-1 | 1951 | |
| Oh, l do hope l'm loved as much as Cleopatra. | Umarım Kleopatra kadar sevilirim. | The River-1 | 1951 | |
| l shouldn't like to be loved out loud like Cleopatra. | Kleopatra gibi gösterişli sevilmekten hoşlanmam. | The River-1 | 1951 | |
| l should. The louder the better. | Ben hoşlanırım. Ne kadar gösterişli olursa o kadar iyi. | The River-1 | 1951 | |
| l want everyone to know about me... | Herkesin beni tanımasını... | The River-1 | 1951 | |
| and l want to be loved by hundreds of men. | ve yüzlerce adamın bana aşık olmasını istiyorum. | The River-1 | 1951 | |
| One person's love is enough for one person. | Bir kişinin aşkı, bir kişiye yeterlidir. | The River-1 | 1951 | |
| What person? | Kim O? | The River-1 | 1951 | |
| What person? Tell me. | Söyle bana, kim O? | The River-1 | 1951 | |
| Anil is here. He wants particularly to see you, Melanie. | Anil burada. Seninle özel olarak görüşmek istiyor Melanie. | The River-1 | 1951 | |
| Go on, Melanie. See him. | Git Melanie, git ve görüş onunla. | The River-1 | 1951 | |
| Do you want me to see him, Father? | Onu görmemi istiyor musun baba? | The River-1 | 1951 | |
| l? l don't know. | Ben... Bilmiyorum. | The River-1 | 1951 | |
| Now, now. Don't laugh at me. l | Hayır, hayır bana gülmeyin. | The River-1 | 1951 | |
| l'm trying to be a practical man. | Mantıklı biri olmaya çalışıyorum. | The River-1 | 1951 | |
| But you are not a practical man. | Ama sen mantıklı biri değilsin. | The River-1 | 1951 | |
| lf you marry Anil, he can give you so much. | Eğer Anil ile evlenirsen, sana çok şey verebilir. | The River-1 | 1951 | |
| l've put you nowhere. | Seni hiçbir yere bırakamam. | The River-1 | 1951 | |
| Suppose l like to be nowhere. | Hiçbir yerde olmaktan hoşlandığımı varsay. | The River-1 | 1951 | |
| Then let's go out and see him. | Öyleyse git ve onunla görüş. | The River-1 | 1951 | |
| l can't. But you see him every day. | Yapamam. Ama O'nu her gün görüyorsun. | The River-1 | 1951 | |
| l couldn't see him now. | Onunla şimdi görüşemem. | The River-1 | 1951 | |
| l'd better give the poor young man a cup of tea. | Zavallı genç adama bir fincan çay ikram etsem iyi olacak. | The River-1 | 1951 | |
| Yes, go. Go. | Evet, git ver. Git. | The River-1 | 1951 | |
| Wouldn't you rather marry an American? | Bir Amerikalı ile evlenmeyi düşünmez miydin hiç? | The River-1 | 1951 | |
| Mother, am l beautiful? | Anne, ben güzel miyim? | The River-1 | 1951 | |
| You have an interesting little face, full of character. | İlgi çekici, küçük bir yüzün var, Karakterin çok güzel. | The River-1 | 1951 | |
| And you have nice eyes and hair. | Çok güzel gözlerin ve saçların da var. | The River-1 | 1951 | |
| Why should people be made some pretty and some ugly? | Neden insanların bazıları çirkin iken bazıları da güzel oluyor? | The River-1 | 1951 | |
| No one's ugly. | Kimse çirkin değil ki. | The River-1 | 1951 | |
| When you really look at them, the most surprising people are beautiful. | Onlara gerçekten baktığın zaman, en şaşırtıcı insanların güzel olduğunu görürsün. | The River-1 | 1951 | |
| Look at Nan. Nan? | Nan'a bak mesela. Nan... | The River-1 | 1951 | |
| She is nice. Now say Hoppity. | Hoş bir kadın. Şimdi de Hoppity'e bakalım. | The River-1 | 1951 | |
| Hoppity's delicious. | Hoppity çok şirin. | The River-1 | 1951 | |
| And so is Victoria. | Victoria da öyle. | The River-1 | 1951 | |
| And Bogey has such dear little bones. | Ve Bogey'in de çok güzel küçük kemikleri var. | The River-1 | 1951 | |
| You're beautiful, Mother. Of course, you're old. | Sen de büyük ve güzelsin anne. | The River-1 | 1951 | |
| And Elizabeth. Of course, she's young. | Ve Elizabeth, elbette çok küçük daha. | The River-1 | 1951 | |
| Let me look at the other hand. And Captain John. | Öbür eline de bakayım. Yüzbaşı John? | The River-1 | 1951 | |
| Captain John. | Yüzbaşı John... | The River-1 | 1951 | |
| Mother, l want to be outstandingly beautiful. | Anne, çarpıcı ölçüde güzel olmak istiyorum. | The River-1 | 1951 | |
| Beautiful for him. | John için güzel olmak... | The River-1 | 1951 | |
| l didn't realize that this boy was faced with bitter reality | O zamanlar bu genç adamın acı bir gerçeklikle yüzleştiğini ve aptal, küçük bir kız ile... | The River-1 | 1951 | |
| that he had no room in his thoughts for the romantic dreams of a silly little girl. | romantik hayallerin düşüncelerinde hiçbir yer kaplamadığını fark etmemiştim. | The River-1 | 1951 | |
| Only now do l understand why he had traveled so far from his home. | Ama tam şimdi, evinden neden bu kadar uzaklara kaçtığını anlıyorum. | The River-1 | 1951 | |
| As many other boys, he'd been uprooted by the war... | Birçok diğer genç gibi O da savaş nedeniyle... | The River-1 | 1951 | |
| and had become a stranger to his own people... | yerinden yurdundan sökülmüş ve insanlarına yabancılaşmıştı. | The River-1 | 1951 | |
| partly their fault and partly his. | Yarısı insanların, yarısı da kendi suçu... | The River-1 | 1951 | |
| He'd fought bravely, and they'd glorified him | Cesurca savaşmıştı ve insanlar da O'nu... | The River-1 | 1951 | |
| parades, waving flags, women's smiles. | geçit törenlerinde bayrak sallayarak ve kadınların gülücükleriyle göklere çıkarmıştı. | The River-1 | 1951 | |
| He'd been caught in an exciting, unreal current. | Şaşırtıcı ve gerçek olmayan bir akıma kapılıp büyülenmişti. | The River-1 | 1951 | |
| But when a war is ended... | Ama savaş sona erdiğinde... | The River-1 | 1951 | |
| yesterday's hero is only a man with one leg. | dünün kahramanı, bugünün tek bacaklı adamı oldu. | The River-1 | 1951 | |
| He was proud and had run away from pity. | Gururluydu ve bu acınacak durumdan kaçmıştı. | The River-1 | 1951 | |
| Father told us that he came to see him at the jute works. | Babam bize, O'nun gelip kendir işini gördüğünü söylemişti. | The River-1 | 1951 | |
| Oh, hello. l just want to see how you spend your days. | Merhaba. Günlerinizi nasıl geçirdiğinizi görmek istedim. | The River-1 | 1951 | |
| Well, this is my sweatshop. | Evet, bizim batakhane burası işte. | The River-1 | 1951 | |
| What do they do with this stuff? | Bu maddeyle ne yapıyorlar? | The River-1 | 1951 | |
| What do they use jute for anyway? | Yani, kendir nerelerde kullanılıyor? | The River-1 | 1951 | |
| Doormats. Vitally important. | Paspaslar. Hayati önemde. | The River-1 | 1951 | |
| Must teach men to wipe their feet. | İnsanlara ayaklarını silmeyi öğretmeli. | The River-1 | 1951 | |
| lt's just like beautiful flaxen hair. Why don't they keep it like that? | Güzel, lepiska saç gibi sanki. Neden bunu yapmıyorlar ki? | The River-1 | 1951 | |
| The world would stop. Think no string. | Seni alıkoyan bir şey yok. Düşün, istediğini yapmakta özgürsün. | The River-1 | 1951 | |
| The jute didn't interest Captain John... | Yüzbaşı John'un ilgisini çeken şey kendir değil... | The River-1 | 1951 | |
| which surprised Father. | şaşırtıcı babam idi. | The River-1 | 1951 | |
| The jute works were very important to my father. | Kendir işi babam için çok önemliydi. | The River-1 | 1951 | |
| He loved the fibrous jute... | Lifli kendiri... | The River-1 | 1951 | |
| and the never ending procession of men carrying it piled on their heads. | ve işçilerin balyalanmış kendirleri hiç bitmeyecekmişçesine taşımalarını severdi. | The River-1 | 1951 | |
| Captain John went from place to place... | Yüzbaşı John, ne yapacağını bilemez bir halde... | The River-1 | 1951 | |
| not knowing what to do with himself. | oradan oraya gezip durdu. | The River-1 | 1951 | |
| He wandered along the river... | Amaçsızca nehir boyu dolanırken, | The River-1 | 1951 | |
| and on its shores he found a different life | ve nehirin kıyılarında gezerken burada farklı bir hayatın olduğunu gördü. | The River-1 | 1951 | |
| a life new to him, although thousands of years old. | Her ne kadar binlerce yıldır var olsa da bu hayat, onun için yeniydi. | The River-1 | 1951 | |
| Everything was peaceful there. | Her şey huzur içindeydi. | The River-1 | 1951 | |
| Men meditating under holy trees... | Erkekler kutsal ağaçların altında meditasyon yapıyor... | The River-1 | 1951 | |
| offering prayers to the sun. | güneşe dualarla yakarıyor, | The River-1 | 1951 | |
| And as everywhere and always, children at their play. | ve her yerde olduğu gibi çocuklar da oyunlar oynuyordu. | The River-1 | 1951 | |
| Everyone tranquil in the security of their faith. | Ayrıca biz kızları ve merakımızı görmezden geliyor gibi görünmekteydi. Herkes, inancının güvenliği içinde derin bir huzura sahipti. Herkes, inancının güvenliği içinde derin bir huzura sahipti. | The River-1 | 1951 | |
| But if Captain John thought of religion as an answer to his unrest... | Ancak Yüzbaşı John'un huzursuz halini dini açıdan cevaplamak istersek... | The River-1 | 1951 | |
| he did not talk about it. | bu konu hakkında konuşmazdı. | The River-1 | 1951 | |
| He stayed within himself... | İçine kapanıktı, | The River-1 | 1951 | |
| asking questions, but never opening his heart. | sorular sorardı ama kalbini asla açmazdı. | The River-1 | 1951 | |
| And he seemed to be avoiding us girls and our curiosity. | Ayrıca biz kızları ve merağımızı görmezden geliyor gibi görünmekteydi. | The River-1 | 1951 | |
| ls this your place of meditation? | Burası senin meditasyon yerin mi? | The River-1 | 1951 | |
| Meditation is hard work. | Meditasyon zor iştir. | The River-1 | 1951 | |
| l'm too lazy for the big philosophies, so l invent little ones of my own. | Büyük felsefi yaklaşımlar için fazla tembelim, o yüzden kendime küçük bir şey icatladım. | The River-1 | 1951 | |
| Such as? Oh, digestivism. | Ne gibi? Özetçilik. | The River-1 | 1951 | |
| There's a magnificent pipal tree. | Şuna bak, muhteşem bir incir ağacı. | The River-1 | 1951 | |
| l look at it and digest what l see. | Ona baktığımda gördüğüm şey, bir özet. | The River-1 | 1951 | |
| Didn't you ever do any work? | Hiç çalışmadın mı? | The River-1 | 1951 | |
| Oh, l did once, but l earned too much money. | Bir zamanlar çalışıyordum ama çok fazla para kazandım. | The River-1 | 1951 | |
| You see, l'm rich. How rich? | Görüyorsun ya, zenginim. Ne kadar zengin? | The River-1 | 1951 | |
| Hmm, for you | Senin için küçücük, bu kadar. | The River-1 | 1951 | |
| For me | Benim içinse bu kadar, kocaman. | The River-1 | 1951 | |
| To have so much, l had to learn not to add but to subtract. | Çok fazla şeye sahip olmak için eklemeyi değil, çıkarmayı öğrenmek zorundaydım. | The River-1 | 1951 | |
| That's a bit of a paradox, isn't it? | Bu biraz çelişkili değil mi? | The River-1 | 1951 | |
| A paradox can be true. | Çelişki gerçek olabilir. | The River-1 | 1951 | |
| Listen. Once two men stood on the middle of the Golden Gate Bridge. | Dinle bak, bir zamanlar iki adam, Golden Gate Köprüsü'nün ortasında durmuştu. | The River-1 | 1951 | |
| One jumped off, quietly swam home. | Bir tanesi düzgünce atlayıp rahatça yüzerek evine gitti. | The River-1 | 1951 | |
| The other didn't jump and dropped dead. | Diğeri ise atlamayıp kendini direkt suya bıraktı ve geberip gitti. | The River-1 | 1951 |