Ara
İngilizce Türkçe Kelime Çevirileri Sayfa 177333
| İngilizce | Türkçe | Film Adı | Film Yılı | |
| Rooster: Yes, you got rocks on. | Evet, başın biraz belada. Evet, takım taklavat hala yerinde. Evet, takım taklavat hala yerinde. Evet, mermiyi yemişsin. Evet, mermiyi yemişsin. | True Grit-5 | 2010 | |
| Well that�s because my scheme did not developed as I had planned. | Çünkü işler planladığım gibi gelişmedi. Bu yüzdem kurduğum pusu planıma göre işlemedi. Bu yüzdem kurduğum pusu planıma göre işlemedi. Muhtemeldir, işler planıma göre gitmedi. Muhtemeldir, işler planıma göre gitmedi. | True Grit-5 | 2010 | |
| I see it's a little nipper so I'll just yank it free. | Kopmak üzere, bu yüzden çekeceğim. Çok küçük bir parça çekip koparayım bari. Çok küçük bir parça çekip koparayım bari. Birleştirmeye mi çalışsam yoksa çekip koparsam mı? Birleştirmeye mi çalışsam yoksa çekip koparsam mı? | True Grit-5 | 2010 | |
| Bit his tongue off as he was thrown from a horse. | Adamı atın üstünden yere atarlarken dilini ısırdı. Attan düştüğünde dilini ısırarak koparmıştı. Attan düştüğünde dilini ısırarak koparmıştı. Attan düştüğünde dilini ısırarak koparmıştı. Attan düştüğünde dilini ısırarak koparmıştı. | True Grit-5 | 2010 | |
| After a time he learned to make seven words or less understood. | Bir süre sonra anlaşılabilir yedi tane falan ses çıkarmayı öğrendi. Bir süre sonra bir şekilde de olsa derdini anlatmayı öğrendi. Bir süre sonra bir şekilde de olsa derdini anlatmayı öğrendi. Bir süre sonra bir şekilde de olsa derdini anlatmayı öğrendi. Bir süre sonra bir şekilde de olsa derdini anlatmayı öğrendi. | True Grit-5 | 2010 | |
| Let it be. | Tamam çıktı artık. Bırak öyle kalsın. Sen bilirsin. Bırak öyle kalsın. Sen bilirsin. Bırak öyle kalsın. Sen bilirsin. Bırak öyle kalsın. Sen bilirsin. | True Grit-5 | 2010 | |
| La Boeuf: I saw him too, that's how I intend to be here. | Ben de onu gördüm, buraya gelme sebebim de oydu. Onu ben de gördüm, onun sayesinde buraya geldim. Onu ben de gördüm, onun sayesinde buraya geldim. Onu ben de gördüm, onun sayesinde buraya geldim. Onu ben de gördüm, onun sayesinde buraya geldim. | True Grit-5 | 2010 | |
| I know it, I know them both. | Biliyorum, ikisini de tanıyorum. | True Grit-5 | 2010 | |
| That ugly one is Poke Hague. | Şu çirkin olan Poke Hayes. Çirkin olanı Poke Hayes. Çirkin olanı Poke Hayes. Çirkin olanı Poke Hayes. Çirkin olanı Poke Hayes. | True Grit-5 | 2010 | |
| And the uglier stiff is Clement Permalee | Daha çirkin olan ceset de Clement Permalee. Daha çirkin olan ceset ise Clement Permalee. Daha çirkin olan ceset ise Clement Permalee. Daha çirkin olan ceset ise Clement Permalee. Daha çirkin olan ceset ise Clement Permalee. | True Grit-5 | 2010 | |
| Permalee and his brothers have a silver claim in winding stair mountains. | Permalee ve kardeşlerinin taraçalı dağlarda bir alacak meseleleri var. Permalee ve kardeşlerinin Winding Stair dağlarında bir gümüş madenleri var. Permalee ve kardeşlerinin Winding Stair dağlarında bir gümüş madenleri var. Permalee ve kardeşlerinin Winding Stair dağlarında bir gümüş madeni var. Permalee ve kardeşlerinin Winding Stair dağlarında bir gümüş madeni var. | True Grit-5 | 2010 | |
| And I bet that's where Lucky Ned's gang is riding. | Ve iddia ederim Şanslı Ned’in çetesinin at koşturduğu yer de orasıdır. İddiaya varım, Şanslı Ned'in çetesi oraya gidiyordur. İddiaya varım, Şanslı Ned'in çetesi oraya gidiyordur. İddiaya varım, Şanslı Ned'in çetesi orada bekliyordur. İddiaya varım, Şanslı Ned'in çetesi orada bekliyordur. | True Grit-5 | 2010 | |
| That man wanted a decent burial, he should have gotten himself killed in summer. | Nezih bir defin istiyorsa, kendini yazın öldürtmeliydi. Adam düzgünce gömülmek istiyorsa kendini yazın öldürtmeliydi. Adam düzgünce gömülmek istiyorsa kendini yazın öldürtmeliydi. Adam düzgünce gömülmek istiyorsa kendini yazın öldürtmeliydi. Adam düzgünce gömülmek istiyorsa kendini yazın öldürtmeliydi. | True Grit-5 | 2010 | |
| Chelmsford, as he called himself in Texas. | Kendine Teksas’ta verdiği isimle, Chelmsford | True Grit-5 | 2010 | |
| Now you could argue that the shooting of the dog was merely an instance of mali prohibited. | Köpeği vurmanın açık bir kanun suçu olup olmadığını tartışabilirsiniz. Şimdi köpek öldürmenin bir dava olması konusunu tartışabilirsiniz. Şimdi köpek öldürmenin bir dava olması konusunu tartışabilirsiniz. Şimdi köpek öldürmenin kanunen suç olması konusunu tartışabilirsiniz. Şimdi köpek öldürmenin kanunen suç olması konusunu tartışabilirsiniz. | True Grit-5 | 2010 | |
| A double Malen what? | Tartışmasız bir mali ne? Ne davası? Ne davası? Ne suç? Ne suç? | True Grit-5 | 2010 | |
| The distinction is between an act that is wrong within itself. | Tamamen kanunlara aykırı olan bir davranışla, Aralarındaki fark biri eylem olarak yanlış. Aralarındaki fark biri eylem olarak yanlış. Aralarındaki fark biri eylem olarak yanlış... Aralarındaki fark biri eylem olarak yanlış... | True Grit-5 | 2010 | |
| And an act that is wrong according to our laws and rights. | Kendi içinde etik olarak yanlış olan bir davranış arasındaki fark anlamına gelir. Diğeri ise bizim yasalarımıza ve haklarımıza göre yanlış. Diğeri ise bizim yasalarımıza ve haklarımıza göre yanlış. ...diğeri ise yasalarımıza ve geleneklerimize göre yanlış. ...diğeri ise yasalarımıza ve geleneklerimize göre yanlış. | True Grit-5 | 2010 | |
| Hey, La Boeuf. | LaBoeuf… | True Grit-5 | 2010 | |
| Not only does he not cease to talk. But he spills the banks of English. | Ama az konuşmayı bir kenara bırak, dilin tüm zenginliklerini kullanmaktan da geri kalmıyor. Konuşmayı bırak şöyle dursun adam edebiyat parçalıyor. Konuşmayı bırak şöyle dursun adam edebiyat parçalıyor. ...konuşmayı bırak şöyle dursun, adam edebiyat parçalıyor. ...konuşmayı bırak şöyle dursun, adam edebiyat parçalıyor. | True Grit-5 | 2010 | |
| I was within three hundred yards of Chelmsford. | Theron Chelmsford’a yaklaşık üç yüz metre uzaklıktaydım. Ona 300 adım kadar yaklaşmıştım. Ona 300 adım kadar yaklaşmıştım. Bir keresinde Chelmsford'a 300 adım kadar yaklaşmıştım. Bir keresinde Chelmsford'a 300 adım kadar yaklaşmıştım. | True Grit-5 | 2010 | |
| But I was mounted, I had the choice of firing off hand. | Zor pozisyondaydım ve nişan alma şansım yoktu. Ama yapmadım, elinden vurmayı seçtim. Ama yapmadım, elinden vurmayı seçtim. Ama atımın sırtındaydım, ya hazırlıksız ateş etmeyi... Ama atımın sırtındaydım, ya hazırlıksız ateş etmeyi... | True Grit-5 | 2010 | |
| Or dismount and to shoot from the vest. | Gizlice peşinden gidip bir kayanın arkasına siper aldım. Geri kalanına ateş edemedim. Geri kalanına ateş edemedim. ...ya da atımdan inmeyi seçecektim. ...ya da atımdan inmeyi seçecektim. | True Grit-5 | 2010 | |
| Just relax once I dogged him, the distance. | O mesafeden uygun pozisyonu aldığımda Sakince durup yaklaşmasını bekledim. Sakince durup yaklaşmasını bekledim. Bu da Chelmsford'a mesafeyi artırma fırsatı sağlıyacaktı. Bu da Chelmsford'a mesafeyi artırma fırsatı sağlıyacaktı. | True Grit-5 | 2010 | |
| I fired mounted. | ateş ettim. Ben ona ateş ettim. Ben ona ateş ettim. Ben de ateş etmeyi seçtim. Ben de ateş etmeyi seçtim. | True Grit-5 | 2010 | |
| He fired wild. | O da ateş etti. O da bana etti. O da bana etti. Çok fena ıskaladım. Çok fena ıskaladım. | True Grit-5 | 2010 | |
| You cannot hit a man three hundred yards if your gun was resting on your boulders. | Silahınla bir kayadan destekli atış yaparak üç yüz metredeki bir adamı vuramazsın. Silahın önündeki kayalara yaslıysa 300 adımdan bir adamı vuramazsın. Silahın önündeki kayalara yaslıysa 300 adımdan bir adamı vuramazsın. At sürerken tüfekle 300 adımdan bir adamı vuramazsın. At sürerken tüfekle 300 adımdan bir adamı vuramazsın. | True Grit-5 | 2010 | |
| (Sings "Greer County") *My clothes are all ragged and my language is rough.* | ( "Greer County’den") Tüm giysilerim yırtık pırtık, dilim kaba saba Kıyafetlerim paramparça, ve dilim çok kaba. Kıyafetlerim paramparça, ve dilim çok kaba. Kıyafetlerim paramparça ve dilim çok kaba. Kıyafetlerim paramparça ve dilim çok kaba. | True Grit-5 | 2010 | |
| Lords ministry help me, this is La Boeuf, | Sen bu hale geldikten sonra Bay LaBoeuf Dilin doğranmış ve servis edilmiş Bay La Boeuf. Dilin doğranmış ve servis edilmiş Bay La Boeuf. Fort Smith çok uzakta, Bay La Boeuf. Fort Smith çok uzakta, Bay La Boeuf. | True Grit-5 | 2010 | |
| and I would have turned the preacher you had | güneye doğru gitmene duacı olurdum. Yerinde olsam hiç durmaz güneye doğru giderdim. Yerinde olsam hiç durmaz güneye doğru giderdim. Yerinde olsam atımı gazlayıp dönerdim. Yerinde olsam atımı gazlayıp dönerdim. | True Grit-5 | 2010 | |
| to head southward. Out here a one armed man look like an easy prey. | Buralarda tek kollu bir adam kolay bir av gibi görünür. | True Grit-5 | 2010 | |
| I know where the Parmity claim is. I'm uninjured, well provisioned and we agree to separate. | Benzer durumlarda olmanın ne demek olduğunu bilirim. Ben yaralı değilim, tedarikliyim ve ikimiz de yollarımızı ayırmak konusunda hemfikiriz. Parmalee madeninin yerini biliyorum. Parmalee madeninin yerini biliyorum. Parmalee madeninin yerini biliyorum. Parmalee madeninin yerini biliyorum. | True Grit-5 | 2010 | |
| In confidence you cannot shy our agreement. You're the one who shot me. | Anlaşmayı bu kadar kolay yok sayamazsın. Hem beni vuran da sendin. İttifakımızla gizliden alay edemezsin. Sonuçta beni vuran sendin. İttifakımızla gizliden alay edemezsin. Sonuçta beni vuran sendin. Anlaşmayı bu şekilde bozamazsın. Sonuçta beni vuran sendin. Anlaşmayı bu şekilde bozamazsın. Sonuçta beni vuran sendin. | True Grit-5 | 2010 | |
| You missed your shot, Cogburn. | Hedefi ıskaladın, Cogburn. Karavana attın, Cogburn. Karavana mı? Karavana attın, Cogburn. Karavana mı? Karavana attın, Cogburn. Karavana mı? Karavana attın, Cogburn. Karavana mı? | True Grit-5 | 2010 | |
| Two at one time. | Bir taşla iki kuş. Bir seferde iki tane. Bir seferde iki tane. Bir seferde iki tane. Bir seferde iki tane. | True Grit-5 | 2010 | |
| Very good, Cogburn. | Çok iyi, Cogburn. Aferin, Cogburn. Şimdi ne olacak? Aferin, Cogburn. Şimdi ne olacak? Aferin, Cogburn. Şimdi ne olacak? Aferin, Cogburn. Şimdi ne olacak? | True Grit-5 | 2010 | |
| That is silly, you have not eaten the whole day. It is my store not... | Doğru tahmin ediyorsam aç olmalısın. Hem bu benim kumanyamdan, onun değ… Aptallık etme, bütün gün aç gezdin ve benim erzağım da... Aptallık etme, bütün gün aç gezdin ve benim erzağım da... Aptallık etme, bütün gün aç gezdin ve erzak bana ait. Aptallık etme, bütün gün aç gezdin ve erzak bana ait. | True Grit-5 | 2010 | |
| He did not track. | İz sürmedi. İz sürmedi. Ateş etmedi. İz sürmedi. Ateş etmedi. İz süremez. Ateş edemez. İz süremez. Ateş edemez. | True Grit-5 | 2010 | |
| He did not shoot. | Kimseyi vurmadı. | True Grit-5 | 2010 | |
| Accepting food stuffs. | Yiyecek malzemelerinden yararlandı. Devamlı yemek yiyor. Devamlı yemek yiyor. Erzak tüketmekten başka işe yaramaz. Erzak tüketmekten başka işe yaramaz. | True Grit-5 | 2010 | |
| That was your initiative. You're talking tribute. | Bu senin uzmanlık alanın. O senin teşebbüsündü. O senin teşebbüsündü. Sen başlattın. Bize faydan yok. Sen başlattın. Bize faydan yok. | True Grit-5 | 2010 | |
| I am courtly obliged to answer the ravings of a drunkard who is beneath me. | Seviyesi benden düşük olan bir ayyaşın zırvalarına cevap vermeyi nazikçe reddediyorum. Yanımda gezen ayyaşların boş konuşmalarına kibarca karşılık vermek de bana düşer. Yanımda gezen ayyaşların boş konuşmalarına kibarca karşılık vermek de bana düşer. Yanımda gezen bir ayyaşın boş konuşmalarına kibarca karşılık vermek mecburiyetindeyim. Yanımda gezen bir ayyaşın boş konuşmalarına kibarca karşılık vermek mecburiyetindeyim. | True Grit-5 | 2010 | |
| I fear now in a silent grave somewhere between here and Fort Smith. | Burayla Fort Smith arasında bir yerde sükûnet içinde bir mezar taşının altında değilse tabi. Buraya Forth Smith arasında sessiz bir mezar vardır muhakkak. Buraya Forth Smith arasında sessiz bir mezar vardır muhakkak. Burayla Fort Smith arasındaki sığ bir mezarda değilse... Burayla Fort Smith arasındaki sığ bir mezarda değilse... | True Grit-5 | 2010 | |
| With Bob and the boys have flown. | Bob’la birlikte diğer elemanlar da uçtu gitti. Havladı ve kuşlar kaçıp gitti. Gitti, gitti, gitti. Havladı ve kuşlar kaçıp gitti. Gitti, gitti, gitti. Havladık ve kuşlar kaçıp gitti. Gitti, gitti, gitti. Havladık ve kuşlar kaçıp gitti. Gitti, gitti, gitti. | True Grit-5 | 2010 | |
| Gone the whiskey. | Viskiye gitti. Viskiyle gitti. Bunu anlamışsındır. Viskiyle gitti. Bunu anlamışsındır. Viski de gitti. Zaten belli. Viski de gitti. Zaten belli. | True Grit-5 | 2010 | |
| Seems to know that. | Ama bunu biliyorsun galiba. | True Grit-5 | 2010 | |
| I'm....I'm a foolish old man who'd been drawn into a wild goose chase, | Ben… Ben vahşi kaz avına sürüklenmiş aptal, yaşlı bir adamım. Ben... Ben... Ben... Ben... | True Grit-5 | 2010 | |
| Ah, Mr. La Boeuf. | Ah, Bay LaBoeuf. Bay La Boeuf. Bay La Boeuf. Bay La Boeuf. Bay La Boeuf. | True Grit-5 | 2010 | |
| Honor his difference by making him Chief. | Onu Şef yapıp onurlandırırlar. Onu Şef yaparak onurlandırırlar. Onu Şef yaparak onurlandırırlar. Belki de o anlaşılmaz konuşmasından dolayı Şef yaparak onurlandırırlar. Belki de o anlaşılmaz konuşmasından dolayı Şef yaparak onurlandırırlar. | True Grit-5 | 2010 | |
| You sift her, and go where you like. | Kıza gideceği yolu göster, sonra nereye istersen git. Onu da al ve nereye istersen git. Onu da al ve nereye istersen git. Bacım, nereye istersen gidebilirsin. Bacım, nereye istersen gidebilirsin. | True Grit-5 | 2010 | |
| No, that is not possible. | Hayır, bu imkansız. | True Grit-5 | 2010 | |
| I have a Colt Dragoon in my wardrobe, and I know how to use it. | Çantamda bir Colt (tabanca markası) var, ve nasıl kullanılacağını biliyorum. Yanımda bir tabancam var, kullanmayı biliyorum. Yanımda bir tabancam var, kullanmayı biliyorum. Yanımda Colt Dragoon revolverim var ve kullanmayı da biliyorum. Yanımda Colt Dragoon revolverim var ve kullanmayı da biliyorum. | True Grit-5 | 2010 | |
| And I will be no more a burden to you, as I was to the Marshall. | Ve artık sana yük olmayacağım, Şefe olduğum gibi. Marşal'a yük olmadığım gibi sana da yük olmayacağım. Marşal'a yük olmadığım gibi sana da yük olmayacağım. Şerife yük olmadığım gibi sana da yük olmam. Şerife yük olmadığım gibi sana da yük olmam. | True Grit-5 | 2010 | |
| You will probably not give him the satisfaction of conceiving it. | Bunu onun yanında söyleyerek ona tatmin olma şansı vermek istemedim. | True Grit-5 | 2010 | |
| I would go on with your company, if there were a clear way to go. | Gidecek belirli bir yol olsaydı, seninle birlikte giderdim. Gidilecek açık bir yol olsa senin eşliğinde giderdim. Gidilecek açık bir yol olsa senin eşliğinde giderdim. Gidilecek net bir yol olsa, seninle giderdim. Gidilecek net bir yol olsa, seninle giderdim. | True Grit-5 | 2010 | |
| We chased him right up the mountain. | Onu dağın tepesine kadar izledik. Onu dağa kadar takip ettik. Onu dağa kadar takip ettik. Harita bitene kadar kovaladık. Harita bitene kadar kovaladık. | True Grit-5 | 2010 | |
| How do you like that? | Ne diyorsun bu işe? | True Grit-5 | 2010 | |
| There's a posse of officers up there that will force you to go. | Seni zorla götürecek bir polis müfrezesi yukarıda bekliyor. Orada seni gitmeye zorlayacak görevliler var. Orada seni gitmeye zorlayacak görevliler var. Orada seni gitmeye zorlayacak görevliler var. Orada seni gitmeye zorlayacak görevliler var. | True Grit-5 | 2010 | |
| What I want you to do now, is to come over across the creek right in front of me up that hill. | Şimdi senden yapmanı istediğim şey, derenin bu yakasına geçmen ve şu yokuşu çıkman. Şimdi senden dereyi geçip tepeye kadar benimle gelmeni istiyorum. Şimdi senden dereyi geçip tepeye kadar benimle gelmeni istiyorum. Şimdi senden dereyi geçip tepeye kadar benimle gelmeni istiyorum. Şimdi senden dereyi geçip tepeye kadar benimle gelmeni istiyorum. | True Grit-5 | 2010 | |
| I think I'll oblige the officers who's come after me. | Sanırım bunu peşime düşen polisler yapmak zorunda kalacaklar. Sanırım benim peşimden gelen görevlileri bekleyeceğim. Sanırım benim peşimden gelen görevlileri bekleyeceğim. Sanırım görevlileri peşimden getirtmek zorunda bırakacağım. Sanırım görevlileri peşimden getirtmek zorunda bırakacağım. | True Grit-5 | 2010 | |
| Marshall. | Şef. Marşal! Marşal! Şerif! Şerif! | True Grit-5 | 2010 | |
| Let's see what you got, fool. | Yakaladığına bak, ahmak. Bak kimi getirdin, aptal. Bak kimi getirdin, aptal. Atları al ve yürü. Atları al ve yürü. | True Grit-5 | 2010 | |
| Bob, you go on up that hill, don't you stop. | Bob, tırman şu yokuşu, durayım deme. Bob, tepeye kadar çık, sakın durma. Bob, tepeye kadar çık, sakın durma. Tom, tepeye kadar çık, sakın durma. Tom, tepeye kadar çık, sakın durma. | True Grit-5 | 2010 | |
| Rooster: She means nothing to me, nothing but a runaway. | O kızın benim için bir değeri yok, ben senin peşindeyim. Kız benim için değersiz, ben senin peşindeyim. Kız benim için değersiz, ben senin peşindeyim. Kız benim için değersiz, Arkansas'tan kaçıp gelmiş. Kız benim için değersiz, Arkansas'tan kaçıp gelmiş. | True Grit-5 | 2010 | |
| Think it over. | İyice düşün. Bir kez daha düşün. Bir kez daha düşün. Bir kez daha düşün. Bir kez daha düşün. | True Grit-5 | 2010 | |
| You'll get buried double fast. | İki katı hızla gömüleceksin. | True Grit-5 | 2010 | |
| Let me have the girl and Chaney and I will just leave you to two down. | İzin ver kızı ve Chaney’i alayım, sonra da seni bir müddet rahat bırakayım. Kızı ve Chaney'yi almama müsaade et ben de ikinizi bırakayım. Kızı ve Chaney'yi almama müsaade et ben de ikinizi bırakayım. Kızı ve Chaney'yi almama müsaade et ben de onları 6 saatliğine yanlış yönlendireyim. Kızı ve Chaney'yi almama müsaade et ben de onları 6 saatliğine yanlış yönlendireyim. | True Grit-5 | 2010 | |
| Harold, see to Tom's wound. | Henüz ortalıkta kimse yok. İşte geldik. İşte geldik. Farrell, Tom'un yaralarına bak. Farrell, Tom'un yaralarına bak. | True Grit-5 | 2010 | |
| I do not drink Coffee yet, I am fourteen. | Ben daha kahve içmiyorum, on dört yaşındayım. Kahve içmiyorum, daha 14 yaşındayım. Kahve içmiyorum, daha 14 yaşındayım. Kahve içmiyorum, daha 14 yaşındayım. Kahve içmiyorum, daha 14 yaşındayım. | True Grit-5 | 2010 | |
| I was informed that Mr. Cogburn had grit, and hired him to find the murderer. | Bay Corburn’ün bu işte iyi olduğunu duydum. Ve katili bulması için onu tuttum. Aslında Bay Cogburn'u bilgilendiren ve onu katili bulması için tutan bendim. Aslında Bay Cogburn'u bilgilendiren ve onu katili bulması için tutan bendim. Bay Cogburn'ün cesur biri olduğunu söylediler ve onu katili bulması için tutan bendim. Bay Cogburn'ün cesur biri olduğunu söylediler ve onu katili bulması için tutan bendim. | True Grit-5 | 2010 | |
| Moments ago I spotted Chaney watering the horses. | Birkaç dakika önce atlarına su içirirken Chaney’i fark ettim. Biraz önce Chaney'yi atları sularken gördüm. Biraz önce Chaney'yi atları sularken gördüm. Biraz önce Chaney atları sularken karşılaştım. Biraz önce Chaney atları sularken karşılaştım. | True Grit-5 | 2010 | |
| Mattie: He had taken to charge and I shot him. | Olacakları kabullendi ve onu vurdum. Suçunu kabul etti ve ben de onu vurdum. Suçunu kabul etti ve ben de onu vurdum. Bizimle gelmeyecekti ve ben de onu vurdum. Bizimle gelmeyecekti ve ben de onu vurdum. | True Grit-5 | 2010 | |
| If I had killed him I would not be now in this fix, but my gun misfired. | Onu öldürseydim böyle bir belaya batmazdım, ama silahım tutukluk yaptı. Onu öldürmüş olsaydım bu durumda olmazdım, ama silahım tutukluk yaptı. Onu öldürmüş olsaydım bu durumda olmazdım, ama silahım tutukluk yaptı. Onu öldürmüş olsaydım bu durumda olmazdım, ama revolverim tutukluk yaptı. Onu öldürmüş olsaydım bu durumda olmazdım, ama revolverim tutukluk yaptı. | True Grit-5 | 2010 | |
| Most girls like to play pretty, but you like guns, do ya? | Çoğu kızlar evcilik oynamayı sever, ama sen silahları seviyorsun, öyle mi? Çoğu kız oyun oynamayı sever, ama sen silahları seviyorsun, değil mi? Çoğu kız oyun oynamayı sever, ama sen silahları seviyorsun, değil mi? Çoğu kız evcilik oynamayı sever, ama sen silahları seviyorsun, değil mi? Çoğu kız evcilik oynamayı sever, ama sen silahları seviyorsun, değil mi? | True Grit-5 | 2010 | |
| Horses were drawn making noise, it was that officer that got me. | Atlar huzursuzdu gürültü yapıyorlardı, beni vuran şefti. Atlar çok ses yaptı ve görevli de beni vurdu. Atlar çok ses yaptı ve görevli de beni vurdu. Atlar çok ses yaptı ve görevli de beni vurdu. Atlar çok ses yaptı ve görevli de beni vurdu. | True Grit-5 | 2010 | |
| That pit is a hundred feet deep, and I will throw you in. | Şu çukurun derinliği otuz metre, ve seni içine atacağım. O çukur yüz adım derinliğinde, ve seni içine atacağım. O çukur yüz adım derinliğinde, ve seni içine atacağım. O çukur yüz adım derinliğinde ve seni içine atacağım. O çukur yüz adım derinliğinde ve seni içine atacağım. | True Grit-5 | 2010 | |
| While I leave you screaming in rot. | Seni çığlıklar içinde çürümeye terk edeceğim. Sen avazın çıktığı kadar çığlık atarken, ben çekip gideceğim. Sen avazın çıktığı kadar çığlık atarken, ben çekip gideceğim. Sen avazın çıktığı kadar çığlık atarken, ben çekip gideceğim. Sen avazın çıktığı kadar çığlık atarken, ben çekip gideceğim. | True Grit-5 | 2010 | |
| Now how do you like that? No you won't. | Bu hoşuna gitti mi? Sen öyle san. Buna ne dersin? Yapmayacaksın. Buna ne dersin? Yapmayacaksın. Buna ne dersin? Hayır, yapmayacaksın. Buna ne dersin? Hayır, yapmayacaksın. | True Grit-5 | 2010 | |
| In good time, Bob. | Uygun zamanda, Doktor. | True Grit-5 | 2010 | |
| What happened to Quincy and the kid? | Quincy’ye ve çocuğa ne oldu? Quincy'yle o çocuğa ne oldu? Quincy'yle o çocuğa ne oldu? Quincy'yle o çocuğa ne oldu? Quincy'yle o çocuğa ne oldu? | True Grit-5 | 2010 | |
| Marshall's gone. | Şef gitti. | True Grit-5 | 2010 | |
| What happened to Poke Hayes? | Poke Hayes’e ne oldu? Poke Hayes'e ne oldu? Vurulup attan düşen adama? Poke Hayes'e ne oldu? Vurulup attan düşen adama? Coke Hayes'e ne oldu? Vurulup attan düşen adama? Coke Hayes'e ne oldu? Vurulup attan düşen adama? | True Grit-5 | 2010 | |
| These declarations have come to an end. | Başka beyanat yok. | True Grit-5 | 2010 | |
| He�s a bandy .... in a carnage of louts. | Eşkıya katliamlarına karışmış eğreti bir adam o. Dağlarda kan döken çarpık biri. İçinden geçeni hiç gizlemiyorsun. Dağlarda kan döken çarpık biri. İçinden geçeni hiç gizlemiyorsun. Beni sizin gibi kaba tiplere bırakıp gitti. İçinden geçeni hiç gizlemiyorsun. Beni sizin gibi kaba tiplere bırakıp gitti. İçinden geçeni hiç gizlemiyorsun. | True Grit-5 | 2010 | |
| I will mount with Farrell. | Peki kısrak ne olacak? Peki kısrak? Senin için başka planlarım var. Peki kısrak? Senin için başka planlarım var. Geri ata ben binerim. Senin için başka planlarım var. Geri ata ben binerim. Senin için başka planlarım var. | True Grit-5 | 2010 | |
| Unless I double mount with the doctor. | Doktorun atına binsem olur ama. Tabii ona doktorla berber binmezsem. Tabii ona doktorla berber binmezsem. Tabii ona doktorla berber binmezsem. Tabii ona doktorla berber binmezsem. | True Grit-5 | 2010 | |
| Move. Nope. | Olmaz. Hadi. Olmaz. Hadi. Olmaz. Hayır. Olmaz. Hayır. Olmaz. | True Grit-5 | 2010 | |
| We can't chance with two men come up from the brace. | Bir atta iki kişi varken rahat hareket edemeyiz. Bir ata kişiyi bindirmeyi göze alamayız. Burada kızla başının çaresine bak. Bir ata kişiyi bindirmeyi göze alamayız. Burada kızla başının çaresine bak. Bir ata iki kişiyi bindirmeyi göze alamayız. Burada kızla bekleyeceksin. Bir ata iki kişiyi bindirmeyi göze alamayız. Burada kızla bekleyeceksin. | True Grit-5 | 2010 | |
| Found your way here with the girl. | Kızla beraber kalmanın bir yolunu bul. | True Grit-5 | 2010 | |
| We reach Miles house I'll send Harold | Mile’ın yerine yetişince Harold’ı gönderirim. Miles evine ulaştığımızda Harold'ı yanında yeni atlarla geri yollarım. Miles evine ulaştığımızda Harold'ı yanında yeni atlarla geri yollarım. Ma'nın evine ulaştığımızda Carrol'u yanında yeni atlarla geri yollarım. Ma'nın evine ulaştığımızda Carrol'u yanında yeni atlarla geri yollarım. | True Grit-5 | 2010 | |
| I am not staying here by myself with, Tom Chaney. | Burada Tom Chaney’le baş başa kalmam. Tom Chaney ile burada tek başıma kalmam. Tom Chaney ile burada tek başıma kalmam. Tom Chaney ile burada tek başıma kalmam. Tom Chaney ile burada tek başıma kalmam. | True Grit-5 | 2010 | |
| Tom, you know the cross in the cypress forest, near the log Wheaton house? | Tom. Selvi ormanının çaprazındaki Wheaton’ın ahşap evini biliyorsun. Tom. Servi ormanının karşısındaki Wheaton'ın kütük evini biliyorsun. Tom. Servi ormanının karşısındaki Wheaton'ın kütük evini biliyorsun. Tom. Servi ormanının karşısındaki kütüktek yapılma buluşma evini biliyorsun. Tom. Servi ormanının karşısındaki kütüktek yapılma buluşma evini biliyorsun. | True Grit-5 | 2010 | |
| I am not happy. | Ağır değilim. | True Grit-5 | 2010 | |
| Lucky Ned has left me alone. I am sure to be caught, and I'll be on foot. | Şanslı Ned beni bir başıma bıraktı. Yakalanacağımdan eminim. Atım da yok. Şanslı Ned beni bıraktı. Eminim yakalanacağım ve yayan kaldım. Şanslı Ned beni bıraktı. Eminim yakalanacağım ve yayan kaldım. Şanslı Ned beni bırakıp gitti. Atım yokken yakalanacağımdan eminim. Şanslı Ned beni bırakıp gitti. Atım yokken yakalanacağımdan eminim. | True Grit-5 | 2010 | |
| I don't need your affidavit. | Senin yazılı beyanına ihtiyacım yok. Senin beyanına ihtiyacım yok. Senin beyanına ihtiyacım yok. Senin beyanına ihtiyacım yok. Senin beyanına ihtiyacım yok. | True Grit-5 | 2010 | |
| That is, Chelmsford. | Demek bu, Chelmsford. Bu Chelmsford. Bu Chelmsford. Bu adam, Chelmsford. Bu adam, Chelmsford. | True Grit-5 | 2010 | |
| He returns for Lucky Ned. | Şanslı Ned için geri dönüyor. Şanslı Ned için döndü. Şanslı Ned için döndü. Şanslı Ned için döndü. Şanslı Ned için döndü. | True Grit-5 | 2010 | |
| Yo, Rooster! | Hey, Rooster! Rooster! Rooster! Rooster! Rooster! | True Grit-5 | 2010 | |
| Will you give us the road. | Yolun diğer tarafına geçeceğiz. Yoldan geçeceğiz. Yoldan geçeceğiz. Yoldan geçeceğiz. Yoldan geçeceğiz. | True Grit-5 | 2010 | |
| This ford is ill advised. | Bu geçiş biraz sorunlu olacak. | True Grit-5 | 2010 |