Ara
İngilizce Türkçe Kelime Çevirileri Sayfa 172865
İngilizce | Türkçe | Film Adı | Film Yılı | |
Look! That dry tree over there is dead | > Mesela bakın şu ağaç kurumuş. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
but it still sways in the wind. | > Ama yine de öteki ağaçlarla beraber rüzgârdan sallanıyor. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
l believe that when we die we remain a part of.. | > İnanıyorum ki bizler de ölünce aynı bu kuru ağaç gibi... | The Town-1 | 1997 | ![]() |
life one way or another, just like that dry tree. | > ...şu veya bu şekilde yine hayata katılacağız. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
ln lndia my mother used to appear and smile at me. | > Hindistan'da esirken anacığım ikide bir karşıma çıkıp bana gülümserdi. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
l used to freeze with awe. l found out she died in those days. | > Donakalırdım. Döndükten sonra öğrendim ki anacığım tam da o günlerde ölmüş. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
The thing called telepathy is .. Some people feel like that.. | Esasında telepati denilen şey... | The Town-1 | 1997 | ![]() |
lf your spirit is elsewhere you don't feel if you have a brother. | Eğer ruhun birbirinden uzaksa kardeşin bile olsa hiç fark etmez. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
Maybe it's better this way. | < Hatta ötekisi daha iyi belki de. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
Why better? l don't know. | > Neresi daha iyi bunun? < Bilmiyorum. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
l don't want to stay here and rot. | Ben ömrümün sonuna kadar buralarda çürüyüp gitmek istemiyorum doğrusu. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
While l was in the army l thought about that all the time. | < Askerde de hep düşündüm durdum bunları. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
People always discussed these matters. | < Azıcık bir zaman buldular mı hemen bir araya toplaşırlar... | The Town-1 | 1997 | ![]() |
l think these are all in vain. Vain? Vain in what way? | < ...konuşurlar da, konuşurlar. Boş şeyler bence bütün bunların hepsi. Boş. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
That's the law of nature. Only the strong survive. | Tabiatın kanunu bu. Kuvvetliler kalıyor, zayıflar gidiyor. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
Evolution. | Tekâmül teorisi işte. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
We shouldn't waste our lives. We should work. | > Bizim yapacağımız hayatı boşa geçirmemek, çalışmak lazım. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
But what else can we do but work? | < Ama çalışmaktan başka da ne yapabiliriz? Yok işte hiçbir şey. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
And what else do we do anyway? Look at my hands. | Zaten çalışmaktan başka da ne yapıyoruz ki? Şu ellerimin haline bak. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
We are so inadequate, and there is so much work to do. | Biz o kadar yetersiziz ki yapılacak işler de çok. Bitecek gibi değil. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
Many legends arose from Mesopotamia, where civilization was born. | > Mezopotamya, yani uygarlığın doğduğu yer. Oradan başlamış ilk destanlar. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
You were in some really important places, father. | Çok önemli baba, geçtiğin yerler. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
l don't think so. | Yağmıyor galiba. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
l felt a drop on my hand. Stone carving. | > Elime bir damla düştü gibi geldi. Taş sanatı. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
What? lt also began in Mesopotamia. | Hı? < Taş sanatı da Mezopotamya'da çıktı ilk defa. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
Yes. That's right. | Evet, değil mi? | The Town-1 | 1997 | ![]() |
The cradle of civilization. | Medeniyetin beşiği. "The cradle of civilization." | The Town-1 | 1997 | ![]() |
''La barceau de la civilisation'' in French. | Fransızcası: ''La barceau de la civilisation''. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
Then, Babylon for instance. | Sonra Babil mesela. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
Have you seen Babylon? l have heard about it. | Babil'i gördün mü sen? Duydum öyle bir şey ama görmedim. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
That is where Alexander the Great died. | Büyük İskender'in öldüğü yer. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
He conquered the world from end to end in his youth. | < Genç yaşında dünyayı bir uçtan bir uca. fethetmek. Hem de o devirde. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
Dad, tell us how did they cross the river? | Baba, nehri nasıl geçmişlerdi? Anlatsana. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
Tell us about the elephants. All right. Listen then. | Haydi anlat baba. Filleri anlat. Haydi baba. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
Alexander comes to the river Hidaspes. | < İskender ordusuyla Hidaspes Nehrine varıyor. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
On the other side of the river is King Poros, with his army. | < Fakat nehrin karşı yakasında Poros yani Hindistan'da ki bir kral ordusuyla beklemekte. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
Alexander first builds his camp | < İskender bu tarafta karargah kurduktan sonra... | The Town-1 | 1997 | ![]() |
and later splits his army into three.. | < ...orduyu 3'e bölüyor. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
Of course there were plenty battles. Four are important. | < Elbette birçok çarpışması var ama tarihçiler esas olarak 4'e ayırmışlar. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
The first one was at.. Granicus in 334 BC. | < Birincisi İsa'dan evvel 334'te Granikos. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
Then at Pineros, which is called Delicay now.. | < Sonra Pineros, yani yeni ismiyle Deliçay. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
somewhere around lskenderun. | < Biliyorsunuz bugünkü İskenderun yakınlarındadır. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
And then the third on Gaugamela plain... | < Daha sonra Musul'un kuzeydoğusunda Gavgamela Ovası'ndaki... | The Town-1 | 1997 | ![]() |
northeast of Mosul. Finally there was | < ...Gavgamela Muharebesi. Ve en sonuncusu da... | The Town-1 | 1997 | ![]() |
the one against Poros. | ...Poros'ta yaptığı muharebe işte. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
l met a man from lskenderun, and asked him about Delicay. | Geçen yaz İskenderunlu bir adamla tanışmıştım. Ona Deliçay’ı sordum. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
He was amazed l had heard of Delicay. | "Sen Deliçay’ı nereden biliyorsun yav?" diyor bana. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
No one remembers their names. | O binlerce askerciklerin adları, sanları yok. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
Only Alexander. You are wrong. | > Varsa yoksa İskender. Yanılıyorsun. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
Of course he needed his army, | Tabii ki ordunun sayesinde ama... | The Town-1 | 1997 | ![]() |
but 2300 years ago to go on a campaign | ...ama düşün ki 2300 yıl önce o şartlarda atlarla yıllarca süren... | The Town-1 | 1997 | ![]() |
and winning all battles under those circumstances isn't easy. | ...seferlere çıkmak ve hepsini kazanarak yola devam etmek her babayiğidin harcı değildir. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
Do you think it is easy | < 13 yıl boyunca orduyu o kadar yol götürmek... | The Town-1 | 1997 | ![]() |
to lead an army all that way for 1 3 years. | ...savaştırmak kolay mı sanıyorsun? | The Town-1 | 1997 | ![]() |
Sultan Selim couldn't even reach Caldiran | Yavuz Sultan Selim, şuracıktaki Çaldıran'a kadar götüremedi ordusunu... | The Town-1 | 1997 | ![]() |
because his army rebelled against him. | < ...isyan çıktı. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
But why did he do it? Just to make history? | Peki ya ne adına yapıyor tüm bunları? Tarihe geçmek için? Hı? | The Town-1 | 1997 | ![]() |
He invaded peaceful countries. | Huzur içinde yaşayan devletleri istila etmek. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
That's enough about Alexander. | Bırakın şu İskender meselesini artık canım. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
What's so special about this Alexander? | < Başka bir sürü adam varken tarihte neden ille de İskender'e taktın sen? | The Town-1 | 1997 | ![]() |
People who don't know the past can't see the future. | < Geçmişini bilmeyen insan, geleceğini de bilmez. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
We have many great commanders too. Fatih the Conquerer for instance. | < Bizim tarihimizde de bir sürü büyük komutan var. Fatih mesela. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
Urumachine? | Urumakina mı? | The Town-1 | 1997 | ![]() |
What kind of name is that? Urukagina. The king of Lagesh. | > Ne biçim bir isim bu böyle yav? Urukagina. Lagaş kralı Urukagina. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
He appeared when the priests were exploiting the people. | < Ruhban sınıfının halkı sömürdüğü bir sırada ortaya çıkmış. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
And about invasions. | Şu istila meselesine gelince... | The Town-1 | 1997 | ![]() |
Alexander expanded civilization. | < O, gittiği yerlere medeniyeti götürdü. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
He built new cities, and... | < Yeni şehirler kurdu,... | The Town-1 | 1997 | ![]() |
brought cultures together. | < ...insanların, kültürlerin kaynaşmasını sağladı aynı zamanda. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
The Persians had been making the Greeks suffer, | < O dönemde Persler, Yunan dünyasına hep ızdırap vermiş. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
constantly attacking them. | < Seferlerinin, saldırılarının ardı arkası kesilmemiş. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
First he dealt with the attacks. | < Onlara bir reaksiyon olarak başlıyor önce. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
He wanted to conquer Egypt so that... | < Amacı Mısır'a kadar sahilleri... | The Town-1 | 1997 | ![]() |
Mother. | > Anne. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
Get down, mother. | İn oradan. İn oradan anne. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
Get down. | > İn! [BAĞIRIR] | The Town-1 | 1997 | ![]() |
He reached the Gedrozia Desert in southern Pakistan. | < ...öyle bir çölmüş ki... | The Town-1 | 1997 | ![]() |
lt was a terrible place almost impossible to cross. | < ...orayı sağ salim geçmek neredeyse imkânsızmış. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
Only 1 2.000 men survived out of 60.000. | < İskender de, 60.000 kişiyle girdiği bu çölden 12.000 kişiyle filan çıkıyor. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
Some of them died of thirst | < Kum çölleri arasında kimi askerler susuzluktan,... | The Town-1 | 1997 | ![]() |
and some of starvation. | < ...kimileri de açlıktan ölüp gidiyorlar. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
They were so hungry they ate their horses. | < Öyle bir açlık var ki arabaları parçalıyor, atları da kesip yiyorlar. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
Exhausted they struggle across that endless desert. | < İşte böyle şartlarda çölde zor bela, bitkin bir halde yürüyorlar. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
Then they saw flocks of crows flying through the empty sky. | < Uçsuz bucaksız sapsarı çölde bomboş gökyüzünden kargalar dizi dizi geçiyor tepelerinden. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
They thought that the crows were flying to a water source. | < Muhakkak ileride su olmalı ki kargalar o tarafa doğru uçuyor diye düşünüyorlar. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
After they struggled for some time... | < Gerçekten de güç bela, düşe kalka... | The Town-1 | 1997 | ![]() |
they saw something like water. | < ...bir süre yürüdükten sonra su birikintisi gibi bir şey görüyorlar. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
First they thought it was a mirage. | Bakıyorlar, serap gördüklerini sanıyorlar önce. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
Suddenly they saw | Sonra birden... | The Town-1 | 1997 | ![]() |
water in the middle of the desert. | ...minik, küçücük bir su birikintisi parıldamıyor mu çölün ortasında? | The Town-1 | 1997 | ![]() |
One soldier walked towards the water, and .. | Ordu sersefil diziliyor, içlerinden bir asker yavaş yavaş | The Town-1 | 1997 | ![]() |
Son! Forget about other people's troubles | Oğlum, bırak artık elalemin ne yaptığını. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
and let's worry about us. | Kendimize bakalım biz. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
l'm still grieving for my poor son's death. | Oğlancığımın ölüm acısı hala içimde dipdiri. Beni o ilgilendiriyor. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
That's right. | Öyle, öyle. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
But there is nothing we can do about it. | Ama ne yapalım, elden ne gelir. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
He was always reckless and he never liked working. | Küçüklüğünden beri savruktu, çalışmayı hiç sevmezdi. Başına hayır getirmedi sonunda işte. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
He insisted on going away and we couldn't stop him. | Gideceğim diye tutturdu, engelleyemedik. Ne yapacaksın. | The Town-1 | 1997 | ![]() |
And he loved you a lot, Saffet. What kind of love was it? | > Saffet sana da çok düşkündü ha. Ne biçim düşkünlük bu ha? | The Town-1 | 1997 | ![]() |
lt was my mother who brought me up. What did he do? | Beni anam büyüttü, siz de göz kulak oldunuz. Peki ya o ne yaptı? | The Town-1 | 1997 | ![]() |