Ara
İngilizce Türkçe Kelime Çevirileri Sayfa 169488
| İngilizce | Türkçe | Film Adı | Film Yılı | |
| I don't give a darn what happens to him. Okay, fine. | Ne olacağı umurumda değil. Pekâlâ, tamam. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| If you'd have seen my side of this, it wouldn't have happened. | Bu işe benim gibi baksaydınız, bunlar olmazdı. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| I see your side, Noah. I just ain't on your side. | Seni anlıyorum, Noah. Ama senin gibi düşünmüyorum işte. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Good evening. Where the devil you been? | İyi akşamlar. Hangi cehennemdeydin? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Out. | Dışarıdaydım. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| What's wrong with you? You drunk? No, big brother, I ain't drunk. | Neyin var senin? İçtin mi? Hayır, ağabeyimiz, içmedim. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| But if I cared to be drunk... | İçmeyi akıl etseydim, şaşı bakardım. Jimmy, o zıkkımı nereden buldun? İçmeyi akletseydim... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| I'd be google eyed. Jimmy, where did you get that stogie? | ...gözlerim şaşı bakardı. Jimmy, o zıkkımı nereden buldun? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| This ain't no stogie, Pop. It's a Havana panatela. | Baba, zıkkım dediğin şey, bir Havana panatella’sı. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| 85 cents. And it's a present. Who the sam hill gave it to you? | 85 sent. Hediyedir de. Hangi beyinsiz verdi onu? 85 cent. Hediyedir de. Hangi beyinsiz verdi onu? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| I the sam hill gave it to me for being a big boy. | Artık büyüdün diye bu beyinsiz kendine hediye etti. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| You didn't say where you've been. No, and I don't have to. | Nereye gittiğini söylemedin. Söylemem de gerekmez. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| But I will. | Yine de söyleyeyim: | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| I've been out with my favorite gal, Snookie. | Gözde kızım Snookie ile birlikteydim. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| You crazy, dumb little... Don't say dumb no more, Noah. | Hay aptal ço~ Aptal demeyi artık bırak, Noah. Hay aptal ço... Aptal demeyi artık bırak, Noah. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Or I shall take this 85 cent Havana panatela, and I shall squash it... | Yoksa bu 85 sentlik Havana Panatella’sını alır... Yoksa bu 85 sentlik Havana panatellasını alır... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| right in your mean old face. What happened, Jimmy? | ... adî suratının ortasında söndürürüm. Ne oldu, Jimmy? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Can't you see what happened? | Ne olduğunu anlayamadın mı? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| He went riding with that Snookie Maguire... | Şu Snookie Maguire denilen kızla gezmeye gitti... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| she got him all het up, and she trapped him. | ...kız da bunun aklını başından aldı, tuzağa düşürdü. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Big brother, you got it all wrong. Don't lie to me, Jimmy Curry. | Ağabey, çok yanlışsın. Bana yalan söyleme, Jimmy Curry. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| The minute I stop looking after you, you got yourself into trouble. | Ne zaman seni ihmal etsem, başını belâya sokuyorsun. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| When I tell you what really happened, you're gonna split your britches. | Ne olup bittiğini duyunca, dudakların uçuklayacak. Ne olup bittiğini duyunca, dudakların uçukluyacak. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| We went riding. | Arabayla dolaştık. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| We opened that old roadster up and we went 40 million miles an hour. | Roadster’in gaz pedalına bastık, saatte 40 milyon kilometreye çıktık. Roadsterin gaz pedalına bastık, saatte 40 milyon kilometreye çıktık. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| And then we stopped that car and we got out... | Sonra arabayı durdurup dışarı çıktık. Büyük, koca bir ağacın altında oturduk. Sonra arabayı durdurduk, dışarı çıktık... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| and we sat down under a great, big tree. | büyük, koca bir ağacın altında oturduk. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| And we could look up through the branches... | Dalların arasından yıldızlarla dolu gökyüzünü görebiliyorduk. Dalların arasından baktığımızda, yıdızlarla dolu... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| and see the sky all full of stars. | gökyüzünü görebiliyorduk. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| And I turned around and I kissed her. | Dönüp onu öptüm. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| I kissed her once, I kissed her a hundred times. | Bir kere öptüm, yüz kere öptüm. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| And while I was doing that, I knew I could carry her anywhere... | Bunu yaparken, onu her yere, ta aya kadar götürebileceğimi anlamıştım. Bunu yaparken, onu her yere, ta aya kadar... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| right straight to the moon. | götürebileceğimi anlamıştım. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| And all the time, I kept thinking: | Bu arada düşünmekten geri kalmıyordum: | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| "Noah's gonna come along and he's gonna say, 'Whoa."' | "Noah şimdi görünecek ve bize... dur diyecek. " "Noah şimdi görünecek ve bize ,,Durr,, diyecek." | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| But Noah didn't show up, so I kept right on kissing. | Ama Noah görünmedi, ben de öpmeye devam ettim. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| And then something happened. | Sonra bir şey oldu. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| She was crying and I was crying... | O ağlıyordu, ben de ağlıyordum... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| and I thought any minute now we're gonna be right up there on the moon. | Kendimizi tam ayda bulmaya ramak kaldığını sanıyordum. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| And then... | Ama... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| without Noah being there... | Noah olmaksızın... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| all by my smart little self... | tek başıma, aklımı kullanarak... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| I said, "Whoa!" | "Dur!" dedim. "Durr!" dedim. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Yippee! Thank you, Pop. | Yaşşa! Sağ ol, baba. Yaşşa! Sağol, baba. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Your yippee is accepted. I don't believe a word of it. | Yaşşa’nız kabul edildi. Bir kelimesine bile inanmadım. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Why did she give you the hat? | Niye sana şapkasını verdi? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| For the same reason I gave her my elk's tooth. | Ben de ona geyik dişini verdim de ondan. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| We're engaged. So I was right. | Nişanlandık. Ben demedim mi? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| She did trap you. Don't listen to him, Jimmy. | Seni tuzağa düşürmüş. Ona bakma, Jimmy. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Congratulations. Thanks, Pop. | Kutlarım. Sağ ol, Baba. Kutlarım. Sağol, Baba. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Thank you very kindly. | Teşekkür ederim. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| I got to tell Lizzie. Where's Lizzie? | Lizzie’ye haber vereyim. Nerede o? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Where the blaze you think she is? She's asleep. | Bu saatte nerede olur ki? Uyuyordur. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| I'll wake her up. Wait, Jimmy. | Uyandırayım. Dur, Jimmy. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Lizzie's not up there. Where is she? | Lizzie yukarıda değil. Nerede? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Yeah, where is she, Pop? She's out in the tack room. | Evet, nerede o baba? Eşya deposunda. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| You mean with Starbuck? Yup. | Starbuck’la mı yani? Evet. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Well, boy, that's great! I got another cigar for Lizzie. | Vay, bu müthiş! Bir puro da Lizzie’ye vereyim. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Wait a minute. | Durun bakayım. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| You mean you let her walk in on that fellow when he's sleeping? | O adam uyurken, kızının yanına gitmesine göz mü yumdun? O adam uyurken, kızının onun yanına gitmesine göz mü yumdun? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| You didn't even try to stop her? No, I didn't. | Durdurmaya bile çalışmadın mı? Hayır. Durdurmaya bile çalışmadın mı? Hayır. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| You called her an old maid. | Ona yaşlı kız dedin. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| You took away the last little bit of hope she ever had. | Elindeki, ufak da olsa son ümidi de götürdün. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| And when you left, she took those bed covers and ran out. | Sen gidince, yatak örtülerini alıp, fırladı gitti. Sen gidince, yatak örtülerini alıp, fırladı giti. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| I didn't ask her where she was going, but I'm glad she went. | Nereye gittiğini sormadım, ama gittiğine de sevindim. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| 'Cause if she lost her hope in here, maybe she'll find it out there. | Burada ümidini kaybettiyse, belki orada bulur. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Yeah, I think it's great them being out there together. | Evet, ikisinin bir arada olması müthiş bir şey. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| They might get real serious about each other... | Birbirlerine ciddî hisler duyabilirler. Bir de bakmışın, yeni bir ağabeyim olmuş. Biribirlerine ciddî hisler duyabilirler... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| and before you know it, I got me a new brother. | ...Bir de bakmışın, yeni bir ağabeyim olmuş. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| And boy, I'd swap him for you any day. | Onu sana her zaman tercih ederim, bilesin. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| You won't have to swap him 'cause he ain't the marrying kind. | Bu tercihi yapamayacaksın, çünkü onda evlenecek göz yok. Bu tercihi yapamıyacaksın, çünkü onda evlenecek göz yok. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Not that faker. I bet he is the marrying kind. | O sahtekâr evlenmez. Evleneceğine bahse varım. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| I bet he is. All right, suppose he is. | Evlenir. Pekâlâ, evlenir diyelim. Evlenir. Pekâlâ, evlenir diyelim. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| What do you think a rainmaker makes? Rain. | Bir yağmurcu ne yapar dersin? Yağmur yapar. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Hey, File. Hi, Jim, Noah. | Hey, File. Selâm, Jim, Noah. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Kind of late to be visiting, ain't it, File? | Pek de ziyaret saati değil, ne dersin, File? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Ain't exactly visiting. | Ziyarete geldim denemez. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| How's Lizzie? You come calling on Lizzie? | Lizzie nasıl? Lizzie için mi geldin? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| No. Then what can I do for you? | Hayır. Nedir öyleyse? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| I tell you, we've been getting a lot of calls from Peak's Junction, all along the state line. | Peak’s Junction’dan tut, tüm eyalet boyunca bir sürü telefon aldık. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Seems they're looking for a fellow. | Bir adamı arıyorlarmış. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| He's kind of a con man, name of Tornado Johnson. | Üçkâğıtçının biriymiş, adı da Kasırga Johnson’muş. Üç kağıtçının biriymiş, adı da Kasırga Johnson’muş. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| She asleep? Who, Lizzie? | Uyuyor mu? Kim, Lizzie mi? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Yeah, I guess she is. | Evet, galiba. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| You get any wind of him? Who? | Hiç haberiniz oldu mu? Kimden? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Tornado Johnson. No. | Kasırga Johnson’dan. Hayır. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Come here, I'll show you. | Bakın, göstereyim. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Tornado Johnson... | Kasırga Johnson... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| alias Bill Harley, alias Bill Smith. He's wanted in the State of Kansas. | ...namı diğer Bill Harley, ya da Bill Smith. Kansas'da aranıyor. ...namı diğer Bill Harley, namı diğer Bill Smith. Kansas Eyaletinde aranıyor. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Drummed up a lot of excitement about... | Muhteşem bir güneş tutulması göreceksiniz diye bir sürü insanı tava getirmiş. Göz kamaştırıcı bir güneş tutulması göreceksiniz diye... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| what he called a spectacular eclipse of the sun. | ...bir sürü insanı tava getirmiş. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Peddled about a thousand pairs of smoked eyeglasses to see it with. | Bunla seyredilir diye yaklaşık bin adet isli gözlük satmış. Bunla seyredilir diye yaklaşık bin adet isli gözlük satmış. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| No eclipse. | Güneş tutulması olmamış. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| About a year ago, he sold 600 wooden poles... | Bir sene evvel, 600 adet tahta sırığı, kasırga savar diye halka satmış. Bir sene evvel, 600 adet tahta sırığı, kasırga savar... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| said they were good against tornadoes. | ...diye halka satmış. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| The town he sold them to... | O kasaba, aklınıza gelebilecek her türlü afetin uğrak yeri olmuş. Satış yaptığı kasaba... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| town got hit by every kind of a blow you could imagine. | ...aklınıza gelebilecek her türlü afetin uğrak yeri olmuş. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Hailstorm, rainstorm, windstorm, a hurricane. | Dolu fırtınası, yağmur fırtınası, rüzgâr fırtınası, hortum. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Moved the tornado poles right of the roof. Blew the town off the map. | Kasırga savar sırıklarını damlardan uçurmuş. Kasabayı haritadan silmiş. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Did it ever get hit by a tornado? No, it didn't. | Üzerinden kasırga geçmiş mi? Hayır, geçmemiş. | The Rainmaker-1 | 1956 |