Ara
İngilizce Türkçe Kelime Çevirileri Sayfa 169477
| İngilizce | Türkçe | Film Adı | Film Yılı | |
| Did you, Lizzie? | Öyle mi, Lizzie? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| A thunderstorm, rain coming down in sheets. | Gök gürlüyor, bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| The lightning flashed and the thunder rolled up and down the canyon... | Şimşek çakıyor ve davul çalan bir çocuk gibi gök gürlüyor... Şimşekler çakıyor ve bir çocuğun koca bir davulu çalması gibi gök gürlüyor... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| like a kid with a big drum. And I looked up... | ...Kanyonda yankılanıyordu. Başımı kaldırıp baktım... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| and I laughed and I yelled. It was wonderful. | Güldüm ve çığlık attım. Harikulâde idi. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Drought's drought and a dream's a dream. | Kuraklık kuraklıktır, Rüya da rüyadır. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| But it was a nice dream, Noah. And near as good as rain. | Ama hoş bir rüya idi, Noah. Sanki yağmur yağıyor gibiydi. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Near ain't rain. | Ama yağmur yağmadı. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| No, I guess it isn't. | Öyle oldu. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Lizzie, me and the boys put our heads together... | Lizzie, çocuklarla kafa kafaya verip sana bir şey demeyi karalaştırdık. Lizzie, çocuklarla kafa kafaya verip... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| and we thought we'd mention something to you. | ...sana bir şey demeye karar verdik. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Do you want to tell her about it, Noah? Nope, it's your idea, Pop. | Sen söyler misin, Noah? Olmaz, Baba. Fikir senden çıktıydı. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Well, the boys and me... | Bu öğleden sonra çocuklarla birlikte Three Point’e inelim, dedik. Peki, bu öğleden sonra... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| we figured to ride into Three Point this afternoon. | ...çocuklarla birlikte Three Point’e inelim, dedik. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| We're going to the Sheriff's office and we're gonna talk to his deputy. | Şerif’in makamına gidip yardımcısıyla konuşacağız. Sheriff’in makamına gidip yardımcısıyla konuşacağız. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| File? Yup. Why? | File ile mi? Evet. Ne oldu? File ile mi? Evvet. Ne oldu? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Pop, that's the craziest idea. | Baba, bu hiç de hoş bir fikir değil. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| I'm just gonna invite him to supper, Lizzie. | Onu bir yemeğe çağıralım dedik, Lizzie. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Well, if you do, I won't be here. Why? Don't you like him? | Çağırırsanız ben yoğum. Niye? Ondan hoşlanmıyor musun? Çağırırsanız ben yokum. Niye? Ondan hoşlanmıyor musun? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Sure, I like him. | Yo, hoşlanıyorum. Yoo, hoşlanıyorum. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| I like the way he looks, as if he's got something to say but he won't say it. | Söyleyecek bir şeyi varmış ama söylemeyecekmiş hali, hoşuma gidiyor. Söyleyecek bir şeyi varmış ama söylemeyecekmiş gibi duruşu hoşuma gidiyor. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| I like the way he tucks his thumbs into his belt. | Kemerine parmağını geçirmesi de hoşuma gidiyor. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| But that doesn't mean I want you to go out and lasso him for me. | Bu demek değildir ki, kement atıp onu buraya getirmenizi istiyorum. Ama bu demek değildir ki, kemend atıp... ...onu buraya getirmenizi istiyorum. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| I won't do anything of the kind. | Böyle bir şey yapmayacağız. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| We'll start talking about a poker game, maybe... | Bir el poker oynayalım diyeceğiz. Belki sonra yemeğe otururuz. Bir el poker oynayalım diyeceğiz, belki... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| and then we'll get around to supper. | Sonra yemeğe otururuz. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Before you know it, he'll be sitting at the head of the dining room table. | Bakarsın, yemek masasının başına geçmiş olur. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| No, not File. He doesn't even know I'm on Earth. | Yo, File mi? Varlığımdan haberi bile yoktur. Yoo, File mı? Benim varlığımdan haberi bile yoktur. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| He knows, Lizzie. He knows. No, he doesn't. | Vardır, Lizzie. Vardır. Hayır, yoktur. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Whenever we drive into town, he's got a big hello for you, Noah, and Jim. | Kasabaya ne zaman insek, senin, Noah ve Jim’in hatırını sorar. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| But he's got nothing at all for me. | Ama bana hiçbir şey yapmaz. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| He just barely sneaks his hat off his head. | Sadece şapkasını çıkarır... gibi yapar. Sadece şapkasını çıkarır... ...gibi yapar. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| He makes a point of ignoring me. | Özellikle beni görmezden geliyor. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| When a man makes a point of ignoring you, he ain't ignoring you at all. | Bir erkek seni görmezden geliyorsa, hiç de öyle değildir. Bir erkek özellikle seni görmezden geliyorsa, hiç de öyle değildir. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| What do you think, Noah? Don't ask him. | Ne dersin, Noah? Ona sorma. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Every time you and Jim have to scratch your back, you turn and ask Noah. | Sırtını kaşıyacak olsan bile... ... dönüp Noah’ a soruyorsun. Sırtını kaşıyacak olsan bile... ...dönüp Noah’ a soruyorsun. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| The three of us, we get carried away. | Üçümüz bir şeye kapıldık mı coşuyoruz. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| For once in your life, get carried away. Pop, don't get mad. Well, Noah? | Hayatında bir kere olsun, sen de coş. Kızma, Baba. Pekâlâ, Noah? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| It's a matter of pride. What is pride, anyway? | Bu bir gurur meselesi. Gurur nedir, Allah aşkına? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Is that what it is, Lizzie? Pride. | Olay bu mu, Lizzie? Gurur mu? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| I ran out of that a long time ago. | Gururdan vazgeçeli çok oldu. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| I just want to be a woman. | Sadece bir kadın olmak istiyorum. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| You are a woman, without being married. | Evlenmemiş olmakla birlikte, bir kadınsın. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| No, I'm not, Noah. I'm a very good housekeeper. | Hayır, değilim, Noah. İyi bir bakıcıyım. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| I mend your socks and I wash Pop's shirts. I'm one of the best cooks in Three Point. | Çoraplarını yamarım, Babamın gömleklerini yıkarım. İyi aşçıyım. Çorap yamarım ve Babamın gömleklerini... ...yıkarım. Kasabanın en iyi ahçısıyım. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| But that's not all there is to being a woman. | Ama bunlar beni iyi bir kadın yapmaz. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| What more do you want? I want... | Daha ne istiyorsun? Birisini... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| I want to make somebody happy. | Birisini mutlu etmek istiyorum. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| I want somebody to be glad he found me... | Birisi beni bulduğuna... ... sevinsin istiyorum... Birisi beni bulduğuna... ...sevinsin istiyorum... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| the way I'll be glad I found him. | Onu bulduğuma ben de sevineceğim. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| I want him to be able to tell me who he is... | Kim olduğunu bana anlatabilecek, benim de kim olduğumu söyleyebilecek biri. Kim olduğunu bana anlatabilecek... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| and to tell me who I am, too. | ...benim de kim olduğumu söylüyebilecek biri. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Because heaven knows, I have no idea who I am. | Çünkü Allah biliyor, kim olduğumu... hiç bilmiyorum. Çünki, Allah biliyor, kim olduğum hakkında... ...hiçbir fikrim yok. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| And I want to be able to do things for him... | Onun için bir şeyler, hatta her şeyi yapabilmeyi isterdim... Onun için birşeyler, hatta her şeyi yapabilmeyi isterdim... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| all kinds of things, and he never has to say thank you... | Bunun için teşekkür istemezdi. Çünkü hayatımız bir teşekkür olacaktı. O da, bunun için bana teşekkür etmeyecekti... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| because thank you is our whole life together. | Çünkü hayatımızın tümü, bir teşekkür olacaktı. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| I guess it comes down to one thing, to make somebody happy. | Sonuçta, sözün kısası, birini mutlu etmek istiyorum. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| And it might be File. | Bu birisi de File olabilir. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| So if you want to ask him, go ahead and ask him. | Onun için, çağırmak istiyorsanız, çağırın onu. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Okay. Come on, boys. | Tamam. Gelin çocuklar. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Let's go, Noah. | Gidelim, Noah. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Will you listen to me, File? Now, look here, Sheriff. | Dinler misin beni, File? Bak hele, Şerif. Dinler misin beni, File? Bak hele, Sheriff. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Look, when I was broke, you lent me money. | Bak, meteliksizken, bana ödünç para verdin. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| When I needed a job, you made me your deputy. | İşsizdim, beni yardımcın yaptın. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| When I catch a cold, you bring me a mustard plaster. | Soğuk alınca, hardal yakısı getiriyorsun. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Now you want to give me a dog. I don't want a dog. | Şimdi de bana bir köpek vermek istiyorsun. Ben köpek istemiyorum. Şimdi de bana bir köpek vermek istiyorsun. Ben köpek istemiyorum. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| How do you know you don't want him till you see him? | Görmeden nasıl istemiyorum dersin? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| I've seen dogs before. Not this one. He's different. | Çok köpek gördüm. Bunu değil ama. Bu farklı. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| When you see this little fellow, you'll want to reach right out and hug him to death. | Bu küçük kuçukuçuyu bir gör, kucağından indirmek istemezsin! Bu küçük kuçu kuçuyu bir gör, kucağından indirmek istemezsin! | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Think I will, huh? Yes, you will. He's real loving. | Öyle mi dersin, ha? Evet, öyle. Çok sevimli. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| When you're sitting in your bare feet, he'll come over and lick your big toe. | Çıplak ayakla oturuyorsun meselâ, bu gelir başparmağını yalar. Çıplak ayakla oturuyorsun meselâ, bu gelir ve baş parmağını yalar. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Sounds real homey. I'll do without him. | Çok evcimen bir şey gibi. Almasam daha iyi olur. Çok evciment bir şey gibi. Almasam daha iyi olur. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| File, you make me disgusted. | File, midemi bulandırıyorsun. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Ain't right for you to be shacking up by yourself... | Tek başına yaşamak hiç de iyi değil... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| especially since once you've been married. | Özellikle, başından bir evlilik geçmiş. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| You lose your wife, the nights get darn cold. | Karını kaybedersin, geceler buz gibi soğuk olur. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Got to have something warm up against your backside. | Sırtına sıcak bir şeyin yaslanması iyi gelir. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Last night was 104 degrees. | Dün gece 25 derece idi. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| All right, if you don't want the dog... | Tamam, köpeği istemiyorsan, hayvanları sevmeyen biriysen... Tamam, köpeği istemiyorsan, | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| if you're the kind of fellow that don't like animals... | hayvanları sevmeyen biriysen... | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| I like animals. You liked animals, you'd have animals. | Hayvanları severim. Hayvanları sevseydin, hayvanın olurdu. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| I've had them. I'll bet. What kind? | Hayvanım vardı. Ne demezsin? Cinsi neydi? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| When I was a kid, I had a dog. What kind was it? | Küçükken bir köpeğim vardı. Ne cins? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Mongrel, just a kid's kind. | Melez, çocuklara göre işte. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| What'd you call him? Dog. | Ne isim vermiştin? Köpek. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| I mean, what was his name? Dog. | Yani, nasıl çağırıyordun? Köpek diye. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Didn't you have no name for him? Dog. | Ona bir isim vermedin mi? Köpek. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| His name was Dog. Ain't no fitting name for no dog. | İsmi Köpek’ti. Hiç de bir köpeğe yaraşan isim değil. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Well, he always came when I called him. | Bilmem, çağırdığımda hemen gelirdi. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| You couldn't have liked him very much if you didn't even give him a name. | Bir isim bile vermediğine göre, pek sevmiyordun demek ki. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Sure, liked him a lot. Took good care of him, too. | Ne münasebet, çok severdim. İyi de baktım ona. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Lot better than he took of himself. | Kendisinden daha iyi baktım. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Why? What happened to him? Was always running away. | Neden? Ne oldu ki ona? Hep kaçıp gidiyordu. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Dumb little mutt run under a buckboard. | Şaşkın kuçukuçu bir yaylının altında kaldı. Şaşkın kuçu kuçu bir yaylının altında kaldı. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| You figure everything is gonna run away or get run over. | Hepsi de ya kaçacak ya da araba altında kalacak mı sanıyorsun? | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| I don't want another dog. | Başka bir köpek istemiyorum. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Sleeps on your feet, huh? Right on my feet. | Ayağına kıvrılıp uyuyor, ha? Tam üzerinde. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| Right on my big old stinking feet. | Kokmuş ayağımın tam üstünde. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| See you later, File. | Sonra görüşürüz, File. | The Rainmaker-1 | 1956 | |
| 6' tall and twice as handsome. Hey, Snookie. | 1.80 boyunda, iki misli de yakışıklı. Hey, Snookie. | The Rainmaker-1 | 1956 |