Ara
İngilizce Türkçe Kelime Çevirileri Sayfa 169041
| İngilizce | Türkçe | Film Adı | Film Yılı | |
| A guy named Joe Gillis called. | Joe Gillis adinda biri aradi. Joe Gillis adında biri aradı. Joe Gillis adında biri aradı. | The Player-1 | 1992 | |
| He wants you to meet him at the St. James Club at 10:00 on the patio. | Onu St. James Club'de 10:00'da karsilamani istiyor. Onu St. James Club'de 10:00'da karşılamanı istiyor. Onu St. James Club'de 10:00'da karşılamanı istiyor. | The Player-1 | 1992 | |
| Never heard of him. He said you'd know him. | Onu tanimiyorum. Taniyacagini söyledi. Onu tanımıyorum. Tanıyacağını söyledi. Onu tanımıyorum. Tanıyacağını söyledi. | The Player-1 | 1992 | |
| Anybody know who Joe Gillis is? | Joe Gillis'in kim oldugunu bilen var mi? Joe Gillis'in kim olduğunu bilen var mı? Joe Gillis'in kim olduğunu bilen var mı? | The Player-1 | 1992 | |
| He's a character William Holden played in Sunset Boulevard. | Sunset Bulvari'nda William Holden'in oynadigi karakterin adi. Sunset Bulvarı’nda William Holden'in oynadığı karakterin adi. Sunset Bulvarı’nda William Holden'in oynadığı karakterin adi. | The Player-1 | 1992 | |
| The writer killed by a movie star. Gloria Swanson. | Bir film yildizi tarafindan öldürülen bir yazar. Gloria Swanson. Bir film yıldızı tarafından öldürülen bir yazar. Gloria Swanson. Bir film yıldızı tarafından öldürülen bir yazar. Gloria Swanson. | The Player-1 | 1992 | |
| Oh, that guy. Last week he said he was Charles Foster Kane. | O, evet o. Geçen hafta da Charles Foster Kane oldugunu söylemisti. O, evet o. Geçen hafta da Charles Foster Kane olduğunu söylemişti. O, evet o. Geçen hafta da Charles Foster Kane olduğunu söylemişti. | The Player-1 | 1992 | |
| A week before that it was Rhett Butler. | Ondan da önceki hafta Rhett Butler'di. | The Player-1 | 1992 | |
| Why would they think l would kill my own sister's husband? | Neden kiz kardesimin kocasini öldürecilecegimi düsünsünler ki? Neden kız kardeşimin kocasını öldüreceğimi düşünsünler ki? Neden kız kardeşimin kocasını öldüreceğimi düşünsünler ki? | The Player-1 | 1992 | |
| l was in love with him. | Ben ona asiktim. Ben ona asıktım. Ben ona asıktım. | The Player-1 | 1992 | |
| Griffin? Griffin. Malcolm McDowell, good to see you. | Griffin? Griffin. Malcolm McDowell, sizi görmek güzel. | The Player-1 | 1992 | |
| Listen. The next time you want to badmouth me... | Dinle. Bir dahaki sefer benim hakkimda... Dinle. Bir dahaki sefer benim hakkımda... Dinle. Bir dahaki sefer benim hakkımda... | The Player-1 | 1992 | |
| have the courage to do it to my face. | kötü konusacaginda bunu yüzüme söyleyecek cesaretin olsun. kötü konuşacağında bunu yüzüme söyleyecek cesaretin olsun. kötü konuşacağında bunu yüzüme söyleyecek cesaretin olsun. | The Player-1 | 1992 | |
| You guys are all the same. | Siz erkekler hepiniz aynisiniz. Siz erkekler hepiniz aynısınız. Siz erkekler hepiniz aynısınız. | The Player-1 | 1992 | |
| You love it there? l love it. lt's wonderful. | Orasi güzel mi? Begendim. Harika. Orası güzel mi? Beğendim. Harika. Orası güzel mi? Beğendim. Harika. | The Player-1 | 1992 | |
| You love your career, don't you? What is it? | Isini seviyorsun, degil mi? O nedir? İşini seviyorsun, değil mi? O nedir? İşini seviyorsun, değil mi? O nedir? | The Player-1 | 1992 | |
| lt was a complete disaster. Look what happened in Heaven's Gate. | Tam bir felaketti. Bak Heaven's Gate'de ne oldu. | The Player-1 | 1992 | |
| We both are concerned... | Ikimizde endiseliyiz... İkimizde endişeliyiz... İkimizde endişeliyiz... | The Player-1 | 1992 | |
| about your career. | senin kariyerin konusunda. | The Player-1 | 1992 | |
| Where l live, l know how people think and feel. | Benim yasadigim yerde, insanlar nasil düsünür ve hisseder bilirim. Benim yasadığım yerde, insanlar nasıl düşünür ve hisseder bilirim. Benim yasadığım yerde, insanlar nasıl düşünür ve hisseder bilirim. | The Player-1 | 1992 | |
| Montana will end you. lt ended Cimino in Heaven's Gate. | Montana senin sonun olacak. Heaven's Gate'de Cimino'nun sonu oldugu gibi. Montana senin sonun olacak. Heaven's Gate'de Cimino'nun sonu olduğu gibi. Montana senin sonun olacak. Heaven's Gate'de Cimino'nun sonu olduğu gibi. | The Player-1 | 1992 | |
| Griffin Mill, hi. Andy Civella. Andy, how are you? | Griffin Mill, merhaba. Andy Civella. Andy, nasilsin? Griffin Mill, merhaba. Andy Civella. Andy, nasılsın? Griffin Mill, merhaba. Andy Civella. Andy, nasılsın? | The Player-1 | 1992 | |
| l've got Andie MacDowell sitting over here. You know her. She's so hot. | Andie MacDowell su anda yanimda oturuyor. Taniyorsundur. Çok güzeldir. Andie MacDowell su anda yanımda oturuyor. Tanıyorsundur. Çok güzeldir. Andie MacDowell su anda yanımda oturuyor. Tanıyorsundur. Çok güzeldir. | The Player-1 | 1992 | |
| Come over and meet her. Still living in New York? | Buraya gel de onla tanis. Hala New York'ta mi yasiyorsun? Buraya gel de onla tanış. Hala New York'ta mı yasıyorsun? Buraya gel de onla tanış. Hala New York'ta mı yasıyorsun? | The Player-1 | 1992 | |
| l couldn't live here. l'm allergic to happiness. | Burada yasayamadim. Mutluluga alerjim var. Burada yasayamadım. Mutluluğa alerjim var. Burada yasayamadım. Mutluluğa alerjim var. | The Player-1 | 1992 | |
| Andie, it's good to see you again. How are the kids? | Andie, seni tekrar görmek güzel. Çocuklar nasil? Andie, seni tekrar görmek güzel. Çocuklar nasıl? Andie, seni tekrar görmek güzel. Çocuklar nasıl? | The Player-1 | 1992 | |
| Great, thanks. He's wonderful, thank you. | Harika, tesekkürler. O çok iyi, sagol. Harika, teşekkürler. O çok iyi, sağol. Harika, teşekkürler. O çok iyi, sağol. | The Player-1 | 1992 | |
| You geniuses know each other. Tom Oakley. | Siz dahiler birbirinizi tanirsiniz. Tom Oakley. Siz dahiler birbirinizi tanırsınız. Tom Oakley. Siz dahiler birbirinizi tanırsınız. Tom Oakley. | The Player-1 | 1992 | |
| Yes, Hi, Tom. How are you? | Evet. Merhaba, Tom. Nasilsin? Evet. Merhaba, Tom. Nasılsın? Evet. Merhaba, Tom. Nasılsın? | The Player-1 | 1992 | |
| Funny. l just saw Malcolm McDowell. Really? | Tuhaf. Az önce Malcolm McDowell'i gördüm. Gerçekten mi? | The Player-1 | 1992 | |
| Roddy McDowall is related to a cousin of my brother in law. | Roddy McDowall benim kayinbiraderin kuzenlerinden birine yakinmis. Roddy McDowall benim kayınbiraderin kuzenlerinden birine yakınmış. Roddy McDowall benim kayınbiraderin kuzenlerinden birine yakınmış. | The Player-1 | 1992 | |
| Well, l'm not related to either one of them. | Sey, ben ikisine de yakin degilim. Şey, ben ikisine de yakın değilim. Şey, ben ikisine de yakın değilim. | The Player-1 | 1992 | |
| lf l write it, l direct it. | Ben yazarsam, yönetirim de. | The Player-1 | 1992 | |
| The last three pictures you directed were bombs! | Son yönettigin üç film bombaydi! Son yönettiğin üç film de bombaydı! Son yönettiğin üç film de bombaydı! | The Player-1 | 1992 | |
| Thank you for the drink. l've got to go. | Içecek için tesekkürler. Gitmem lazim. İçecek için teşekkürler. Gitmem lazım. İçecek için teşekkürler. Gitmem lazım. | The Player-1 | 1992 | |
| You've got to go? We'll walk you to the car. | Gitmen mi lazim? Seninle arabana kadar yürüyelim. Gitmen mi lazım? Seninle arabana kadar yürüyelim. Gitmen mi lazım? Seninle arabana kadar yürüyelim. | The Player-1 | 1992 | |
| No, it's okay. Don't worry about it. | Hayir, böyle iyi. Dert etme. Hayır, böyle iyi. Dert etme. Hayır, böyle iyi. Dert etme. | The Player-1 | 1992 | |
| We'd like to buy you a drink. | Sana içecek birseyler söyleyelim. Sana içecek bir şeyler söyleyelim. Sana içecek bir şeyler söyleyelim. | The Player-1 | 1992 | |
| l can't. l'm meeting someone. Business. | Üzgünüm. Birini bekliyorum. Is iste. Üzgünüm. Birini bekliyorum. İş işte. Üzgünüm. Birini bekliyorum. İş işte. | The Player-1 | 1992 | |
| We should tell him about Habeas Corpus. Of course, but he's a busy man. | Habeas Corpus'tan bahsetmemiz lazim. Tabii ki, ama mesgulmüs. Habeas Corpus'tan bahsetmemiz lazım. Tabii ki, ama meşgulmüş. Habeas Corpus'tan bahsetmemiz lazım. Tabii ki, ama meşgulmüş. | The Player-1 | 1992 | |
| ls there anyone waiting for me? No one's asked. | Beni bekleyen var mi? Hiç kimse sormadi. Beni bekleyen var mı? Hiç kimse sormadı. Beni bekleyen var mı? Hiç kimse sormadı. | The Player-1 | 1992 | |
| l'm expecting someone. l'll be out by the pool. | Birini bakliyorum. Havuzun yaninda olacagim. Birini bekliyorum. Havuzun yanında olacağım. Birini bekliyorum. Havuzun yanında olacağım. | The Player-1 | 1992 | |
| But he'll get back to us. Right, Griffin? | Ama bize geri döner. Degil mi, Griffin? Ama bize geri döner. Değil mi, Griffin? Ama bize geri döner. Değil mi, Griffin? | The Player-1 | 1992 | |
| Oh, sorry. | O, üzgünüm. | The Player-1 | 1992 | |
| Jesus, Andy, it's you. Of course it's me. | Isa adina, Andy, sensin. Tabii ki benim. İsa adına, Andy, sensin. Tabii ki benim. İsa adına, Andy, sensin. Tabii ki benim. | The Player-1 | 1992 | |
| l can't ask you to join me. l told you. l'm meeting somebody. | Bana katilmani isteyemem. Sana söyledim. Birini bekliyorum. Bana katılmanı isteyemem. Sana söyledim. Birini bekliyorum. Bana katılmanı isteyemem. Sana söyledim. Birini bekliyorum. | The Player-1 | 1992 | |
| Yeah. You're meeting me. We got some big business. | Evet. Beni bekliyorsun. Önemli bir isimiz var. Evet. Beni bekliyorsun. Önemli bir işimiz var. Evet. Beni bekliyorsun. Önemli bir işimiz var. | The Player-1 | 1992 | |
| You? You? | Sen mi? Sen miydin? | The Player-1 | 1992 | |
| Why not me? You think this is fucking funny? | Neden olmasin? Komik mi oldugunu saniyorsun? Neden olmasın? Komik mi olduğunu sanıyorsun? Neden olmasın? Komik mi olduğunu sanıyorsun? | The Player-1 | 1992 | |
| Wouldn't she make a great Nora? l'd love to write another Doll's House for her. | Nora'yi iyi oyardi, degil mi? Onun için baska bir Doll's House yazmak isterdim. Nora'yı iyi oynardı, değil mi? Onun için başka bir Doll's House yazmak isterdim. Nora'yı iyi oynardı, değil mi? Onun için başka bir Doll's House yazmak isterdim. | The Player-1 | 1992 | |
| Did you meet Tom Oakley? | Tom Oakley'le tanistin mi? Tom Oakley'le tanıştın mı? Tom Oakley'le tanıştın mı? | The Player-1 | 1992 | |
| Yes. You mean you didn't call me? No, l didn't call you. | Evet. Yani beni aramadin mi? Hayir, seni aramadim. Evet. Yani beni aramadın mı? Hayır, seni aramadım. Evet. Yani beni aramadın mı? Hayır, seni aramadım. | The Player-1 | 1992 | |
| l'm sorry. l'm really sorry. | Üzgünüm. Geröekten üzgünüm. Üzgünüm. Gerçekten üzgünüm. Üzgünüm. Gerçekten üzgünüm. | The Player-1 | 1992 | |
| Listen, l really am meeting somebody. | Dinle, gerçekten birini bekliyorum. | The Player-1 | 1992 | |
| There's no way l can hear a pitch right now. Call me tomorrow. | Su anda bir fikir dinleyebilmem mümkün degil. Yarin beni ara. Su anda bir fikir dinleyebilmem mümkün değil. Yarın beni ara. Su anda bir fikir dinleyebilmem mümkün değil. Yarın beni ara. | The Player-1 | 1992 | |
| No, l can't do it tomorrow. l've got a meeting at Paramount and Universal. | Hayir, yarin da olmaz. Paramount ve Universal'de toplantim var. Hayır, yarın da olmaz. Paramount ve Universal'de toplantım var. Hayır, yarın da olmaz. Paramount ve Universal'de toplantım var. | The Player-1 | 1992 | |
| lf you don't hear it now, you'll lose. Then l lose it. | Simdi dinlemezsen, kaybedersin. Öyleyse kaybederim. | The Player-1 | 1992 | |
| lt'll take 20 seconds. When your friend gets here | 20 saniyeni alir. Arkadasin geldiginde 20 saniyeni alır. Arkadasın geldiğinde... 937 01:04:53,391 > 01:04:56,417 Ne arkadaşı? Yani kimi bekliyorsan. 20 saniyeni alır. Arkadasın geldiğinde... 937 01:04:53,391 > 01:04:56,417 Ne arkadaşı? Yani kimi bekliyorsan. | The Player-1 | 1992 | |
| What friend? Whoever you're gonna meet. | Ne arkadasi? Yani kimi bekliyorsan. | The Player-1 | 1992 | |
| Twenty five words or less. | 25 kelime ya da daha az. | The Player-1 | 1992 | |
| Absolutely. You sit here, Tom. Go. | Kesinlikle. Buraya otur, Tom. Git. | The Player-1 | 1992 | |
| The D.A. is at a moral crossroads. Tom! Jesus Christ. | Savci ahlaki bir ikilemdedir. Tom! Isa adina. Savcı ahlaki bir ikilemdedir. Tom! İsa adına. Savcı ahlaki bir ikilemdedir. Tom! İsa adına. | The Player-1 | 1992 | |
| We open outside the largest penitentiary in California. | California'daki en büyük cezaevinde baslariz. California'daki en büyük cezaevinde başlarız. California'daki en büyük cezaevinde başlarız. | The Player-1 | 1992 | |
| lt's night. lt's raining. A limousine comes through the gate... | Gecedir. Yaggmur yagar. Bir kapidan limuzin ile... Gecedir. Yağmur yağar. Bir kapıdan limuzin ile... Gecedir. Yağmur yağar. Bir kapıdan limuzin ile... | The Player-1 | 1992 | |
| past demonstrators holding a candlelight vigil. | mum tasiyan göstericilerin yanindan geçer. mum taşıyan göstericilerin yanından geçer. mum taşıyan göstericilerin yanından geçer. | The Player-1 | 1992 | |
| The candles under the umbrellas glow like Japanese lanterns. | Mumlar semsiyelerin altinda Japon feneri gibi görünür. Mumlar şemsiyelerin altında Japon feneri gibi görünür. Mumlar şemsiyelerin altında Japon feneri gibi görünür. | The Player-1 | 1992 | |
| That's nice. l haven't seen that before. That's good. | Güzel. Bunu daha önce hiç görmemistim. Çok iyi. Güzel. Bunu daha önce hiç görmemiştim. Çok iyi. Güzel. Bunu daha önce hiç görmemiştim. Çok iyi. | The Player-1 | 1992 | |
| A lone demonstrator, a black woman, steps in front of the limousine. | Yalniz bir gösterici, zenci bir kadin, limuzinin önünde dikilir. Yalnız bir gösterici, zenci bir kadın, limuzinin önünde dikilir. Yalnız bir gösterici, zenci bir kadın, limuzinin önünde dikilir. | The Player-1 | 1992 | |
| The lights illuminate her like a spirit. | Isiklar onu bir ruh gibi aydinlatir. Işıklar onu bir ruh gibi aydınlatır. Işıklar onu bir ruh gibi aydınlatır. | The Player-1 | 1992 | |
| Her eyes fix upon those of the sole passenger. | Gözlerini yolcuya diker. | The Player-1 | 1992 | |
| The moment is devastating between them. | O an çok yikicidir. O an çok yıkıcıdır. O an çok yıkıcıdır. | The Player-1 | 1992 | |
| He's the D.A. She's the mother of the person being executed. | O savcidir. O da idam edilecek mahkumun annesidir. O savcıdır. O da idam edilecek mahkumun annesidir. O savcıdır. O da idam edilecek mahkumun annesidir. | The Player-1 | 1992 | |
| You're good! l told you he's good. | Iyi gidiyorsun! Sana iyi oldugunu söylemistim. İyi gidiyorsun! Sana iyi olduğunu söylemiştim. İyi gidiyorsun! Sana iyi olduğunu söylemiştim. | The Player-1 | 1992 | |
| The D.A. believes in the death penalty. | Savci ölüm cezasina inanmaktadir. Savcı ölüm cezasına inanmaktadır. Savcı ölüm cezasına inanmaktadır. | The Player-1 | 1992 | |
| And the execution is a hard case. Black, 19, and definitely guilty. | Zor bir durumdur. Zenci, 19 yasinda, ve kesinlikle suçlu. Zor bir durumdur. Zenci, 19 yasında, ve kesinlikle suçlu. Zor bir durumdur. Zenci, 19 yasında, ve kesinlikle suçlu. | The Player-1 | 1992 | |
| The greatest democracy in the world, and 36% of people on death row are black. | Dünyadaki en demokratik ülke, ve idam sirasindakilerin yüzde 36'si zenci. Dünyadaki en demokratik ülke, ve idam sırasındakilerin yüzde 36'si zenci. Dünyadaki en demokratik ülke, ve idam sırasındakilerin yüzde 36'si zenci. | The Player-1 | 1992 | |
| Poor, disadvantaged black. | Zavalli, eli kolu bagli zenciler. Zavallı, eli kolu bağlı zenciler. Zavallı, eli kolu bağlı zenciler. | The Player-1 | 1992 | |
| He swears the next person he sees to die... | Yemin eder ki öldügünü görecegi bir sonraki... Yemin eder ki öldüğünü göreceği bir sonraki... Yemin eder ki öldüğünü göreceği bir sonraki... | The Player-1 | 1992 | |
| will be smart, rich and white. | adam zeki, zengin ve beyaz olacaktir. adam zeki, zengin ve beyaz olacaktır. adam zeki, zengin ve beyaz olacaktır. | The Player-1 | 1992 | |
| You, me, whoever. What a hook! Beauty hook. | Sen, ben, kim olursa. Nasil durum! Güzel, degil mi? Sen, ben, kim olursa. Nasıl durum! Güzel, değil mi? Sen, ben, kim olursa. Nasıl durum! Güzel, değil mi? | The Player-1 | 1992 | |
| Cut to the chase. | Konuya dönersek... | The Player-1 | 1992 | |
| Cut from the D.A. to an up market suburban neighborhood. | Savcidan bir kenar mahalleye geçeriz. Savcıdan bir kenar mahalleye geçeriz. Savcıdan bir kenar mahalleye geçeriz. | The Player-1 | 1992 | |
| A couple have a fight. He leaves in a fit, gets in a car. | Bir çift kavga etmektedir. Yari baygin, arabaya biner. Bir çift kavga etmektedir. Yarı baygın, arabaya biner. Bir çift kavga etmektedir. Yarı baygın, arabaya biner. | The Player-1 | 1992 | |
| lt's the same rainy night. | Ayni yagmurlu gecedir. Aynı yağmurlu gecedir. Aynı yağmurlu gecedir. | The Player-1 | 1992 | |
| The car spins out and goes into a ravine. | Araba dönmeye baslar ve savrulur. | The Player-1 | 1992 | |
| The body is swept away. | Vücut firlar. Vücut fırlar. Vücut fırlar. | The Player-1 | 1992 | |
| When the police examine the car, they find the brakes have been tampered with. | Polis arabayi incelediginde, frenlerin yerinden oynamis oldugunu bulur. Polis arabayı incelediğinde, frenlerin yerinden oynamış olduğunu bulur. Polis arabayı incelediğinde, frenlerin yerinden oynamış olduğunu bulur. | The Player-1 | 1992 | |
| lt's murder, and the D.A. decides to go for the big one. | Cinayet, ve savci artik is basindadir. Cinayet, ve savcı artik is başındadır. Cinayet, ve savcı artik is başındadır. | The Player-1 | 1992 | |
| He's going to put the wife in the gas chamber. | Kadini gaz odasina gönderecektir. Kadını gaz odasına gönderecektir. Kadını gaz odasına gönderecektir. | The Player-1 | 1992 | |
| But the D.A. falls in love with the wife. | Ama savci kadina asik olur. Ama savcı kadına aşık olur. Ama savcı kadına aşık olur. | The Player-1 | 1992 | |
| Of course! But he puts her in the gas chamber anyway. | Tabii ki! Ama yine de gaz odasina gönderir. Tabii ki! Ama yine de gaz odasına gönderir. Tabii ki! Ama yine de gaz odasına gönderir. | The Player-1 | 1992 | |
| Then he finds that the husband is alive. | Sonra kocasinin yasadigini kesfederler. Sonra kocasının yasadığını keşfederler. Sonra kocasının yasadığını keşfederler. | The Player-1 | 1992 | |
| That he faked his death. | Ölmüs gibi yapmistir. Ölmüş gibi yapmıştır. Ölmüş gibi yapmıştır. | The Player-1 | 1992 | |
| The D.A. breaks into the prison, runs down death row... | Savci hapishaneye girer, ölüm sirasina dogru kosar... Savcı hapishaneye girer, ölüm sırasına doğru koşar... Savcı hapishaneye girer, ölüm sırasına doğru koşar... | The Player-1 | 1992 | |
| but he gets there too late. | ama geç kalmistir. ama geç kalmıştır. ama geç kalmıştır. | The Player-1 | 1992 | |
| The gas pellets have been dropped. | Gaz tüpleri düsmüstür bir kere. Gaz tüpleri düşmüştür bir kere. Gaz tüpleri düşmüştür bir kere. | The Player-1 | 1992 | |
| She's dead. | Kadin ölür. Kadın ölür. Kadın ölür. | The Player-1 | 1992 | |
| l tell you, there's not a dry eye in the house. | Sana derim ki, aglamayan kisi bulamazsin. Sana derim ki, ağlamayan kişi bulamazsın. Sana derim ki, ağlamayan kişi bulamazsın. | The Player-1 | 1992 | |
| She's dead? | Ölür mü? | The Player-1 | 1992 | |
| She's dead. She's dead because that's the reality. | Ölür. Ölür çünkü gerçektir. | The Player-1 | 1992 |