Ara
İngilizce Türkçe Kelime Çevirileri Sayfa 163258
| İngilizce | Türkçe | Film Adı | Film Yılı | |
| Hey, Alexandria. | Hey, Alexandria. Hey Alexandria! Hey Alexandria! | The Fall-1 | 2006 | |
| Hey, do you know you're named after Alexander the Great | Hey, isminin gelmiş geçmiş en büyük savaşçı... Senin isminin Alexander the Great'ten (Büyük İskender), Senin isminin Alexander the Great'ten (Büyük İskender), | The Fall-1 | 2006 | |
| who was the greatest warrior who ever lived? | ...Büyük İskender’den geldiğini biliyor muydun? ...yaşamış en büyük savaşçıdan geldiğini biliyor muydun? ...yaşamış en büyük savaşçıdan geldiğini biliyor muydun? | The Fall-1 | 2006 | |
| Yes. And my note is not in gibberish. It's in English! | Evet. Bu arada notum gevelemece yazılmadı. İngilizce! Biliyorum. Ve notum da manasızca değil, İngilizce! Biliyorum. Ve notum da manasızca değil, İngilizce! | The Fall-1 | 2006 | |
| Hey, I can see you. Come on out here. | Hey, seni görüyorum. Çık hadi. Seni görebiliyorum. Gelsene bu tarafa. Seni görebiliyorum. Gelsene bu tarafa. | The Fall-1 | 2006 | |
| I can see you hiding. | Saklandığını görüyorum. Saklanıyorsun, görüyorum. Saklanıyorsun, görüyorum. | The Fall-1 | 2006 | |
| Alexandria. | Alexandria. Alexandria! Alexandria! | The Fall-1 | 2006 | |
| Hey, did you know he was also looking for a message? | Hey, onun da bir mesajın peşinde olduğunu biliyor muydun? Biliyor muydun, İskender de bir mesaj arıyordu? Biliyor muydun, İskender de bir mesaj arıyordu? | The Fall-1 | 2006 | |
| He was lost. | Kaybolmuş. Yolunu kaybetmişti. Yolunu kaybetmişti. | The Fall-1 | 2006 | |
| He almost died, separated from his army. | Neredeyse ölecekmiş, ordusundan kopmuş. Ölmek üzereydi. Ordusundan ayrı düşmüştü. Ölmek üzereydi. Ordusundan ayrı düşmüştü. | The Fall-1 | 2006 | |
| Did he find the message? What? | Mesajı bulmuş mu? Ne? Mesajı bulmuş muydu? Ne? Mesajı bulmuş muydu? Ne? | The Fall-1 | 2006 | |
| Did she find the message? Alexandria the Great. | Mesajı bulmuş mu? Büyük İskender. O kadın mesajı bulabildi mi? Büyük İskenderiye. O kadın mesajı bulabildi mi? Büyük İskenderiye. | The Fall-1 | 2006 | |
| All right, right, I'll tell you, just come in here. | Pekâlâ, tamam, anlatacağım, buraya gel. Tamam, sana anlatacağım. Buraya gel önce. Tamam, sana anlatacağım. Buraya gel önce. | The Fall-1 | 2006 | |
| Now, come on, grab that chair right there. | Gel bakalım, şuradaki sandalyeyi kap. Hadi, çek şuradaki sandalyeyi. Hadi, çek şuradaki sandalyeyi. | The Fall-1 | 2006 | |
| All right, don't break your other arm. | Pekâlâ, öbür kolunu da kırma. Aman, diğer kolunu da kırma. Aman, diğer kolunu da kırma. | The Fall-1 | 2006 | |
| Thank you. You're welcome. | Teşekkür ederim. Bir şey değil. Teşekkür ederim. Rica ederim. Teşekkür ederim. Rica ederim. | The Fall-1 | 2006 | |
| What's in your box? Things I like. | Kutuda ne var? Sevdiğim şeyler. O kutuda ne var? Sevdiğim şeyler. O kutuda ne var? Sevdiğim şeyler. | The Fall-1 | 2006 | |
| Things you stole? No. | Aşırdığın şeyler mi? Hayır. Çaldığın şeyler mi? Hayır. Çaldığın şeyler mi? Hayır. | The Fall-1 | 2006 | |
| A photo. | Fotoğraf. | The Fall-1 | 2006 | |
| Where'd you get the elephant? | Fili nereden buldun? | The Fall-1 | 2006 | |
| My friend gave it to me at work. | Bahçede çalışırken arkadaşım verdi. Çalışırken arkadaşım vermişti. Çalışırken arkadaşım vermişti. | The Fall-1 | 2006 | |
| He's from India. | Hindistanlı. Hindistan'lıdır o. Hindistan'lıdır o. | The Fall-1 | 2006 | |
| Look, this is my horse | Bak, bu benim atım... Bak, bu benim atım. Bak, bu benim atım. | The Fall-1 | 2006 | |
| and this is my father. Yeah? | ...bu da babam. Öyle mi? Bu da benim babam. Öyle mi? Bu da benim babam. Öyle mi? | The Fall-1 | 2006 | |
| He's got the same gap in his teeth, must run in the family. | Onun da dişlerinde boşluk var, sülaleden geliyor demek ki. Onun da dişlerinin arası boş. Aileden geçiyor olmalı. Onun da dişlerinin arası boş. Aileden geçiyor olmalı. | The Fall-1 | 2006 | |
| Yeah, and here is my house. Oh, yeah? | Evet, bu da benim evim. Ah, öyle mi? Evet, bu da benim evim. Öyle mi? Evet, bu da benim evim. Öyle mi? | The Fall-1 | 2006 | |
| It was my house. What happened? | Benim evimdi. Ne oldu? Eskiden evimdi. Ne oldu? Eskiden evimdi. Ne oldu? | The Fall-1 | 2006 | |
| They burn it. Who burned it? | Yaktılar. Kim yaktı? | The Fall-1 | 2006 | |
| Angry people. | Kızgın insanlar. Kızgın adamlar. Kızgın adamlar. | The Fall-1 | 2006 | |
| I'm sorry to hear that. | Bunu duyduğuma üzüldüm. Duyduğuma üzüldüm. Duyduğuma üzüldüm. | The Fall-1 | 2006 | |
| I said, I'm sorry to hear that. | Bunu duyduğuma üzüldüm dedim. Duyduğuma üzüldüğümü söyledim. Duyduğuma üzüldüğümü söyledim. | The Fall-1 | 2006 | |
| Yeah, I know, I'm just sorry that your house got burned. | Evet, biliyorum, evinizin yanmasına üzüldüm. Evet, duydum. Evinizi yaktıklarına üzüldüm. Evet, duydum. Evinizi yaktıklarına üzüldüm. | The Fall-1 | 2006 | |
| Why did Alexander | İskender neden... İskender niye... İskender niye... | The Fall-1 | 2006 | |
| didn't go from that buildings on his horse? | ...atıyla birlikte binaların yanından uzaklaşmamış? ...o binaların arasından atıyla geçmemiş? ...o binaların arasından atıyla geçmemiş? | The Fall-1 | 2006 | |
| If him was lost... What? | Madem kaybolmuş... Ne? Eğer onun kaybolduysa... Ne? Eğer onun kaybolduysa... Ne? | The Fall-1 | 2006 | |
| Why did Alexander didn't go from that middle of the buildings | İskender neden atıyla birlikte binaların ortasından... İskender geçmiş niye binaların şu ortasından geçmemiş... İskender geçmiş niye binaların şu ortasından geçmemiş... | The Fall-1 | 2006 | |
| from that buildings on his horse? | ...binaların oradan ayrılmamış? ...şu binalardan atının üzerinde? ...şu binalardan atının üzerinde? | The Fall-1 | 2006 | |
| First of all, he didn't have a horse because his horse was killed in a battle. | Bir kere atı yokmuş çünkü atı savaşta ölmüş. Her şeyden evvel, atı yokmuş çünkü atı bir savaşta öldürülmüş. Her şeyden evvel, atı yokmuş çünkü atı bir savaşta öldürülmüş. | The Fall-1 | 2006 | |
| And he wasn't in the middle of any old buildings. | Ayrıca binaların ortasında da değilmiş. Ve o da eski binaların ortasında falan değilmiş. Ve o da eski binaların ortasında falan değilmiş. | The Fall-1 | 2006 | |
| He was lost in the middle of a vast desert, full of orange sand | Bir avuç adamıyla turuncu renkli kumları olan uçsuz bucaksız... Kumla kaplı, uçsuz bucaksız bir çölün ortasında yolunu kaybetmiş. Kumla kaplı, uçsuz bucaksız bir çölün ortasında yolunu kaybetmiş. | The Fall-1 | 2006 | |
| with only a handful of men | ...bir çölün ortasında kaybolmuş... Yanında bir avuç askeri varmış... Yanında bir avuç askeri varmış... | The Fall-1 | 2006 | |
| but they didn't have any water. | ...ve hiç suları kalmamış. ...ama hiç suları yokmuş. ...ama hiç suları yokmuş. | The Fall-1 | 2006 | |
| Look! | Bakın! Oraya bakın! Oraya bakın! | The Fall-1 | 2006 | |
| "My Lord, all hope is lost. | "Efendim, tüm umudumuzu yitirdik. "Hükümdarım, umutlarımızı yitirdik. "Hükümdarım, umutlarımızı yitirdik. | The Fall-1 | 2006 | |
| "It seems your mighty army shall finally be conquered. | "Galiba sonunda güçlü ordunuz bozguna uğratılacak. Gidişat; aziz ordunuzun nihayete ereceği yönündedir. Gidişat; aziz ordunuzun nihayete ereceği yönündedir. | The Fall-1 | 2006 | |
| "Not by the Persians, but by our own greed and gluttony for water. | "Persliler tarafından değil, sizin hırsınız ve susuzluk yüzünden. Persler'in değil, sizin hırsınız ve suya karşı doyumsuzluğunuz yüzünden. Persler'in değil, sizin hırsınız ve suya karşı doyumsuzluğunuz yüzünden. | The Fall-1 | 2006 | |
| "This helmet contains our last supply. | "Bu miğferin içindeki kalan son suyumuz. Bu miğferde son stoğumuz mevcut. Bu miğferde son stoğumuz mevcut. | The Fall-1 | 2006 | |
| "Oh, King, I believe your wisdom shall save us all. " | "Ah, Kralım, bilgeliğinizin hepimizi kurtaracağına inanıyorum." Ey Kral'ım, dilerim irfanınız hepimizi kurtarsın." Ey Kral'ım, dilerim irfanınız hepimizi kurtarsın." | The Fall-1 | 2006 | |
| Why? Why? | Neden? Neden mi? Niçin? Niçin? Niçin? Niçin? | The Fall-1 | 2006 | |
| Well, because there wasn't enough water for all of them | Çünkü hepsine yetecek kadar su yokmuş... Çünkü hepsine yetecek kadar suları yoktu... Çünkü hepsine yetecek kadar suları yoktu... | The Fall-1 | 2006 | |
| and it was Alexander the Great's way | ...ayrıca Büyük İskender, bu şekilde... ...ve Büyük İskender de böyle yaparak... ...ve Büyük İskender de böyle yaparak... | The Fall-1 | 2006 | |
| of showing his army that they were all equal... | ...ordusuna hepsinin eşit olduğunu göstermiş... ...eşit olduklarını hepsine gösterdi. ...eşit olduklarını hepsine gösterdi. | The Fall-1 | 2006 | |
| It's stupid. | Aptalca. Aptalcaymış. Aptalcaymış. | The Fall-1 | 2006 | |
| What would you do better? | Sen olsan ne yapardın? Sen ne yapardın? Sen ne yapardın? | The Fall-1 | 2006 | |
| Was Alexander throw the water | İskender suyu dökeceğine... İskender suyu atmıştı yerine her askere azıcık verseymişti. İskender suyu atmıştı yerine her askere azıcık verseymişti. | The Fall-1 | 2006 | |
| instead to give every soldier a little bit. | ...her askere azıcık verseymiş ya. | The Fall-1 | 2006 | |
| Hey, why don't you come back tomorrow and I'm going to tell you a different story. | Hey, yarın yine gelsene, bu sefer sana başka bir hikâye anlatacağım. Yarın gelsene, sana başka bir masal anlatırım. Yarın gelsene, sana başka bir masal anlatırım. | The Fall-1 | 2006 | |
| An epic tale of love and revenge. | Bir aşk ve intikam destanı. Aşk ve intikam üzerine epik bir masal. Aşk ve intikam üzerine epik bir masal. | The Fall-1 | 2006 | |
| You know what "epic" means? No. | "Destan" ne demek biliyor musun? Hayır. "Epik" ne demek, biliyor musun? Hayır. "Epik" ne demek, biliyor musun? Hayır. | The Fall-1 | 2006 | |
| I still got this tightness here. It's like I can't even... | Şurada hâlâ bir gerginlik hissediyorum. Sanki hiç... Şuramdaki sertlik geçmedi hâlâ. Sanırsın ki... Şuramdaki sertlik geçmedi hâlâ. Sanırsın ki... | The Fall-1 | 2006 | |
| It means a really long story, and it's set in India. | Çok uzun bir hikâye, Hindistan’da geçiyor. Çok uzun bir masal demektir ve Hindistan'da başlar. Çok uzun bir masal demektir ve Hindistan'da başlar. | The Fall-1 | 2006 | |
| ...the elephant sitting on my chest. | ...sanki göğsümde bir fil oturuyor. ...filin teki çökmüş göğsüme. ...filin teki çökmüş göğsüme. | The Fall-1 | 2006 | |
| You should be fully recovered. All right, go on. | Tamamen iyileşmiş olman gerekiyor. Pekâlâ, hadi bakalım. Hiçbir şeyiniz kalmayacak. Hadi, git bakalım şimdi. Hiçbir şeyiniz kalmayacak. Hadi, git bakalım şimdi. | The Fall-1 | 2006 | |
| I want you to examine me. Will you come back tomorrow? | Beni muayene etmenizi istiyorum. Yarın gelecek misin? Beni sizin muayene etmenizi istiyorum. Yarın gelecek misin? Beni sizin muayene etmenizi istiyorum. Yarın gelecek misin? | The Fall-1 | 2006 | |
| You personally. I'm not very well. | Bizzat sizin. Hiç iyi değilim. | The Fall-1 | 2006 | |
| The swelling seems down. | Şişlik inmiş gibi. Şişkinlik iniyor gibi. Şişkinlik iniyor gibi. | The Fall-1 | 2006 | |
| I know how much it hurts. | Ne kadar çok acıdığını biliyorum. Çok acıdığını biliyorum. Çok acıdığını biliyorum. | The Fall-1 | 2006 | |
| A sense of humor. | Espri anlayışı. Şakadan anlıyorsunuz. Şakadan anlıyorsunuz. | The Fall-1 | 2006 | |
| In the next couple of weeks the pain should abate, then one more operation. | Birkaç hafta içinde ağrın hafifleyecek, sonra bir ameliyat daha. İki haftaya acınız dinmiş olacak, sonra bir ameliyat daha yapacağız. İki haftaya acınız dinmiş olacak, sonra bir ameliyat daha yapacağız. | The Fall-1 | 2006 | |
| Like the last one? | Sonuncusu gibi mi? Geçen seferki gibi mi? Geçen seferki gibi mi? | The Fall-1 | 2006 | |
| This is going to take some effort on your part, too, you know that? | Biraz çaba göstermen gerekecek, bunu biliyorsun, değil mi? Sizin de çaba göstermeniz gerek, biliyorsunuz, değil mi? Sizin de çaba göstermeniz gerek, biliyorsunuz, değil mi? | The Fall-1 | 2006 | |
| Come on, then. | Gel bakalım. | The Fall-1 | 2006 | |
| Be back before lunch. Okay. | Öğle yemeğinden önce gel. Tamam. Yemekten önce gelmiş ol! Tamamdır. Yemekten önce gelmiş ol! Tamamdır. | The Fall-1 | 2006 | |
| Alexandria, get away from that ice. | Alexandria, o buzun yanından çekil. Alexandria, kaç bakayım o buzun yanından. Alexandria, kaç bakayım o buzun yanından. | The Fall-1 | 2006 | |
| I see you licking that ice, you're gonna get sick. | Buzu yaladığını görüyorum, hasta olacaksın. Buzu yaladığını görüyorum, hastalanacaksın. Buzu yaladığını görüyorum, hastalanacaksın. | The Fall-1 | 2006 | |
| I want you to go play, go! | Git oyun oyna, yürü! Gidip oyun oyna. Hadi bakayım! Gidip oyun oyna. Hadi bakayım! | The Fall-1 | 2006 | |
| Next time, I'll glue your lips to this and carry you away. | Bir dahaki sefere dudaklarını buza yapıştırıp seni de götüreceğim. Bir dahakine dudaklarını buna tutkallayıp seni de yanımda götürürüm. Bir dahakine dudaklarını buna tutkallayıp seni de yanımda götürürüm. | The Fall-1 | 2006 | |
| You're lucky it was just a horse that got killed. | Ölen yalnızca bir at olduğu için şanslısın. Şansına neyse ki sadece at öldü. Şansına neyse ki sadece at öldü. | The Fall-1 | 2006 | |
| I mean, jumping off a train bridge was suicide, too. | Tren köprüsünden aşağıya atlamak intihar. Bir köprüden atlamak da intiharla eş değerdir. Bir köprüden atlamak da intiharla eş değerdir. | The Fall-1 | 2006 | |
| And if you were trying to impress her... | Kızı etkilemeye mi çalışıyordun... Niyetin o kadını etkilemekse... Niyetin o kadını etkilemekse... | The Fall-1 | 2006 | |
| Sinclair already did a better job. | Sinclair daha iyisini yaptı. ...Sinclair çok daha iyi iş çıkardı. ...Sinclair çok daha iyi iş çıkardı. | The Fall-1 | 2006 | |
| You know, the actor, | Biliyorsun, şu aktör. Aktörü diyorum. Aktörü diyorum. | The Fall-1 | 2006 | |
| the leading man. I know who he is. | ...başroldeki. Kim olduğunu biliyorum. Başroldeki adam. Kimi kastettiğini anladım. Başroldeki adam. Kimi kastettiğini anladım. | The Fall-1 | 2006 | |
| Every cloud has a silver lining, that's for sure. | Her işte bir hayır vardır, orası kesin. Her işte bir hayır vardır şüphesiz. Her işte bir hayır vardır şüphesiz. | The Fall-1 | 2006 | |
| Take another card. | Başka bir kart çek. Başka bir kart seçin. Başka bir kart seçin. | The Fall-1 | 2006 | |
| You know, before my accident... That is the Queen of Hearts. | Biliyorsun, ben kaza geçirmeden önce... Kupa Kızı. Benim başıma gelen kazadan önce... Kupa Kızı. Benim başıma gelen kazadan önce... Kupa Kızı. | The Fall-1 | 2006 | |
| ...nothing was happening for me. | ...hiçbir şeyin önemi yoktu. ...hiçbir iş alamıyordum. ...hiçbir iş alamıyordum. | The Fall-1 | 2006 | |
| Now I've had my leg hacked off by savages, | Bacağım vahşiler tarafından kesildi... Şimdiyse bacağım barbarlarca koparılıyor, Şimdiyse bacağım barbarlarca koparılıyor, | The Fall-1 | 2006 | |
| mangled by chariots, sawed off by lumberjacks. | ...savaş arabaları parçaladı... ...oduncular testereyle kesti. ...at arabaları üzerinden geçiyor, oduncular tarafından biçiliyor. ...at arabaları üzerinden geçiyor, oduncular tarafından biçiliyor. | The Fall-1 | 2006 | |
| Hell, I've even had a harpoon through it. I'm working all the time. | Kahretsin, bacağıma zıpkın bile yedim. Her zaman iş görüyorum. Zıpkın bile geçirdiler içinden yahu! Sürekli iş alıyorum. Zıpkın bile geçirdiler içinden yahu! Sürekli iş alıyorum. | The Fall-1 | 2006 | |
| That is the two of spades. | Maça ikili. Maça İki. Maça İki. | The Fall-1 | 2006 | |
| The studio is just trying to do right by you. Excuse me, Mr. Sabatini. | Stüdyo senin iyiliğini düşünüyor. Müsaadenizle, Bay Sabatini. Stüdyo senin için doğru olanı yapma derdinde. Affedersiniz Bay Sabatini. Stüdyo senin için doğru olanı yapma derdinde. Affedersiniz Bay Sabatini. | The Fall-1 | 2006 | |
| Take the money. | Parayı al. Parayı al! Parayı al! | The Fall-1 | 2006 | |
| Anyway, gags are not for you, Roy. | Sana masal anlatmama gerek yok, Roy. Oyunculuk sana göre değil Roy. Oyunculuk sana göre değil Roy. | The Fall-1 | 2006 | |
| You're a college man. | Tahsilli bir insansın. Sen okumuş adamsın. Sen okumuş adamsın. | The Fall-1 | 2006 | |
| One cripple to another... | Körlerle sağırlar... Sana sakat nasihatı; Sana sakat nasihatı; | The Fall-1 | 2006 | |
| I didn't throw orange at you. | Sana portakalı ben atmadım. Size portakal atmadım. Size portakal atmadım. | The Fall-1 | 2006 | |
| ...no woman is worth suicide. | ...hiçbir kadın intihar etmeye değmez. ...hiçbir kadın için intihar edilmez. ...hiçbir kadın için intihar edilmez. | The Fall-1 | 2006 | |
| Like the guy's a movie star, for chrissake. | Sanki bir film yıldızı, hayret bir şey. Gören de çok matah bir film yıldızı sanır. Gören de çok matah bir film yıldızı sanır. | The Fall-1 | 2006 | |
| Was your friend a pirate? | Arkadaşın korsan mı? Arkadaşın korsan mıydı? Arkadaşın korsan mıydı? | The Fall-1 | 2006 |