Search
English Turkish Sentence Translations Page 177296
| English | Turkish | Film Name | Film Year | |
| It's been a long six years. Do you feel justice is finally being done? | Aradan 6 buçuk yıl geçti. Adaletin yerine geldiğine inanıyor musunuz? | True Crime-4 | 1999 | |
| Mr. Porterhouse is at lunch. Get off the phone, Daddy. | Bay Porterhouse öğlen yemeğinde. Bırak telefonu baba. | True Crime-4 | 1999 | |
| And now we're just hours away from the actual time of execution. | İdama birkaç saat var. | True Crime-4 | 1999 | |
| After a break, we'll be talking to someone... | Kısa bir aradan sonra idamın çözüm olmadığını... | True Crime-4 | 1999 | |
| Bye, Katie! | Hoşçakal Katie. | True Crime-4 | 1999 | |
| I should've never stopped by that store. | O dükkanda asla durmamalıydım. | True Crime-4 | 1999 | |
| Speed Zoo? | Hızlı mı? | True Crime-4 | 1999 | |
| Giraffes! We go fast. | Zürafa! Hızlı gidiyoruz. Hızlı mı? | True Crime-4 | 1999 | |
| Birdies! | Kuşlar. | True Crime-4 | 1999 | |
| Speed Zoo! | Hızlı tur. | True Crime-4 | 1999 | |
| I want a hippopotamus! | Su aygırı istiyorum. | True Crime-4 | 1999 | |
| Gonna be holding two places at the table for us. | Masada iki kişilik yer tutacağım. | True Crime-4 | 1999 | |
| God bless you, Frank. | Tanrı sizi kutsasın. | True Crime-4 | 1999 | |
| I believe there's such a thing in this world as good citizenship. | Bu dünyada iyi vatandaşlık diye birşey olduğuna inanıyorum. | True Crime-4 | 1999 | |
| Here you go. | Al tatlım. | True Crime-4 | 1999 | |
| Seems like there's more fat and less meat every time I get this. | Her gelişimde yağ artıyor ve et azalıyor. | True Crime-4 | 1999 | |
| Arnold's all right. The more of him, the better. | Arnold haklı. Ondan ne kadar çok olursa, o kadar iyi. | True Crime-4 | 1999 | |
| I'll come back later. No, I was just leaving. | Sonra dönerim. Hayır, gidiyordum. | True Crime-4 | 1999 | |
| After the briefing, Arnold will check the phones... | Brifingin ardından Arnold odadaki telefonları kontrol edecek ve... | True Crime-4 | 1999 | |
| I feel isolated. | Kendimi soytlanmış hissediyorum. | True Crime-4 | 1999 | |
| You got nine more minutes. | 9 dakikanız daha var. | True Crime-4 | 1999 | |
| That's all you got? | O kadar mı? Hepsi bu mu? | True Crime-4 | 1999 | |
| It's the Fourth of July and we're not that busy. | Bugün 4 Temmuz. Pek iş yapamadık. | True Crime-4 | 1999 | |
| "Please, not that." That's what I heard. | "O, olmaz." Duyduğum buydu? | True Crime-4 | 1999 | |
| Why'd you run? | Neden kaçtınız? | True Crime-4 | 1999 | |
| You believe us, don't you? Do you believe us? | Hayır! Bize inanıyorsun değil mi? Bize inanıyor musun? | True Crime-4 | 1999 | |
| For chrissake! | Tanrı aşkına. | True Crime-4 | 1999 | |
| You know, people come in here, the press. | Basının geldiğini biliyorsun. | True Crime-4 | 1999 | |
| Cecilia, I want to talk. Not a good time. | Cecilia, seninle konuşmalıyım. İyi bir zaman değil. | True Crime-4 | 1999 | |
| The plain fact is you had Beechum in custody. | Ama Frank Beechum gözaltındaydı. | True Crime-4 | 1999 | |
| You've got files! He was nothing to the case! | Not almışsındır. Dava için önemsizdi. | True Crime-4 | 1999 | |
| Oakland Police. Sgt. Bartlett. | Oakland emniyeti. Ben Çavuş Bartlett. | True Crime-4 | 1999 | |
| You're sure? Thanks anyway. | Emin misiniz? Yine de sağolun. | True Crime-4 | 1999 | |
| That was the whip in the investigation. | Soruşturmayı yürüten Benning'di. | True Crime-4 | 1999 | |
| I understand your prison interview went beyond just a human interest sidebar. | Cezaevindeki söyleşin, insani bakış açısını çoktan aşmış. | True Crime-4 | 1999 | |
| He just probably thought you were back on the booze. | Yine içmeye başladığını düşünmüştür. | True Crime-4 | 1999 | |
| There's no smoking in the building. You got a minute?! | Bu arada, sigara yasak. Bir dakikan var mı? | True Crime-4 | 1999 | |
| That's still not the point. We know what the point is. | Konu hala bu değil. Ne olduğunu biliyoruz. | True Crime-4 | 1999 | |
| We shouldn't confuse the issues. I got the guy who killed Amy Wilson. | Konuyu karıştırma. Amy Wilson'ı vuranı buldum. | True Crime-4 | 1999 | |
| The D.A. Won't give me the name. | Savcılık biliyor ama isim vermiyorlar. | True Crime-4 | 1999 | |
| Testing red. Testing red. | Kırmızı test. | True Crime-4 | 1999 | |
| We're in San Quentin 's gas chamber... | San Quentin'in eski gaz odasındayız. | True Crime-4 | 1999 | |
| Already, the vultures come... | Akbabalar üşüştü... | True Crime-4 | 1999 | |
| She saved everything. | Hepsini saklamış. | True Crime-4 | 1999 | |
| If we just had more time... | Biraz daha zamanım olsaydı... | True Crime-4 | 1999 | |
| We have to be thankful for the time we had. | Geçirdiğimiz zaman için şükretmeliyiz. | True Crime-4 | 1999 | |
| Look, it isn't like that. | Öyle olmadı. | True Crime-4 | 1999 | |
| We're told he's having the last meal he requested... | Daha önce istediği son yemeği yediğini söylediler. | True Crime-4 | 1999 | |
| Does a bear shit on Goldilocks? | Böyle birşey olur mu? | True Crime-4 | 1999 | |
| I don't know. I've never been asked that before. | Bilmiyorum. Daha önce böyle birşey istenmedi. | True Crime-4 | 1999 | |
| So you're seriously rolling off the wagon. Must have been a rough day. | İçmeye başlamışsın. Kötü bir gündü herhalde. | True Crime-4 | 1999 | |
| Wait. This isn 't about my rage. Let's be honest. | Bekleyin. Bunun öfkemle bir ilgisi yok. Dürüst olalım. | True Crime-4 | 1999 | |
| That's someone who doesn 't deserve rights as a human being. | O kişi bir insan olarak yaşama hakkına sahip değil. | True Crime-4 | 1999 | |
| Will you be there tonight? You bet. | Bu gece orada olacak mısınız? Kesinlikle. | True Crime-4 | 1999 | |
| Are you driving? | Araba mı kullanıyorsun? | True Crime-4 | 1999 | |
| Brother Beechum, let me tell you of the Lord. | Kardeş Beechum, sana Tanrı'dan söz edeyim. | True Crime-4 | 1999 | |
| He is my refuge and He is my fortress. | O benim sığınağım ve kalem. | True Crime-4 | 1999 | |
| Release your hands. | Ellerini bırak. | True Crime-4 | 1999 | |
| What's up? It's official, it's for the kids. | Ne oldu? Resmi. Çocuklar için geldim. Biraz para lazım. | True Crime-4 | 1999 | |
| Kate like that dalmatian? | Hey, Kate, dalmaçyalıyı sevdi mi? | True Crime-4 | 1999 | |
| It's for the kids! | Haydi ama, çocuklar için. Haklısın ahbap. | True Crime-4 | 1999 | |
| Mark McAvinue | Kötü adam, kovalayan olmasa bile kaçar. İncil, Özdeyişler 28;1 | True Grit-1 | 2010 | |
| *"Leaning on the everlasting arms" playing softly* | Çeviren: caner_akajohner | True Grit-1 | 2010 | |
| People do not give it credence that a young girl could leave home | İnsanlara genç bir kızın evi terk etmesi pek inandırıcı gelmez. İnsanlar genç bir kızın, kış vakti babasının intikamını almak için... İnsanlar, genç bir kızın babasının intikamını almak için... İnsanlar, genç bir kızın babasının intikamını almak için... İnsanlar, genç bir kızın babasının intikamını almak için... İnsanlar genç bir kızın, kış vakti babasının intikamını almak için... İnsanlar, genç bir kızın babasının intikamını almak için... İnsanlar, genç bir kızın babasının intikamını almak için... | True Grit-1 | 2010 | |
| and go off in the wintertime to avenge her father�s blood, | Ve bir kış günü babasının kanını yerde bırakmamak için çekip gitmesi. ...evden ayrılabileceğine ihtimal vermezlerdi. ...kış vakti evden ayrılabileceğini akıllarının ucundan bile geçirmezdi. ... kış vakti evden ayrılabileceğine ihtimal vermezlerdi. ...kış vakti evden ayrılabileceğini akıllarının ucundan bile geçirmezdi. ...evden ayrılabileceğine ihtimal vermezlerdi. ...kış vakti evden ayrılabileceğini akıllarının ucundan bile geçirmezdi. ...kış vakti evden ayrılabileceğini akıllarının ucundan bile geçirmezdi. | True Grit-1 | 2010 | |
| but it did happen. | Fakat bu olay gerçekleşti. Ama oldu. Ama oldu. Ama oldu. Ama oldu. Ama oldu. Ama oldu. Ama oldu. | True Grit-1 | 2010 | |
| I was just fourteen years of age when a coward by the name of Tom Chaney shot my father down, | Tom Chaney denen ödlek, babamı vurduğunda daha on dört yaşındaydım. Tom Chaney isimli bir korkak babamı vurduğunda daha 14 yaşındaydım. Tom Chaney isimli bir korkak, babamı vurduğunda daha 14 yaşındaydım. Tom Chaney isimli bir korkak babamı vurduğunda daha 14 yaşındaydım. Tom Chaney isimli bir korkak, babamı vurduğunda daha 14 yaşındaydım. Tom Chaney isimli bir korkak babamı vurduğunda daha 14 yaşındaydım. Tom Chaney isimli bir korkak, babamı vurduğunda daha 14 yaşındaydım. Tom Chaney isimli bir korkak, babamı vurduğunda daha 14 yaşındaydım. | True Grit-1 | 2010 | |
| and robbed him of his life, and his horse, | Ondan hayatını çaldı ve atını. Canını, atını ve pantolonun cebinde taşıdığı... Babamı öldürüp, atını ve... Canını, atını ve pantolununun cebinde taşıdığı iki California altınını almış. Babamı öldürüp, atını ve... Canını, atını ve pantolonun cebinde taşıdığı... Babamı öldürüp, atını ve... Babamı öldürüp, atını ve... | True Grit-1 | 2010 | |
| and two California gold pieces that he carried in his trouser pant. | Bir de pantolonunda taşıdığı iki adet Kaliforniya altın sikkesini. ...iki California altınını almış. ...iki California altınını almış. | True Grit-1 | 2010 | |
| Chaney was a hired man. | Chaney kiralık elemandı. Chaney kiralık bir adamdı. Chaney, yevmiyeyle çalışan bir işçiydi. Chaney kiralık bir adamdı. Chaney, kiralık bir işçiydi. Chaney kiralık bir adamdı. Chaney, yevmiyeyle çalışan bir işçiydi. Chaney, yevmiyeyle çalışan bir işçiydi. | True Grit-1 | 2010 | |
| And Papa had taken him up to fort Smith to help lead back a string of mustang ponies he'd brought. | Babam, satın almış olduğu bir dizi midilliyi geri götürürken kendisine yardımcı olması için Chaney’i de Fort Smith’e götürmüştü. Babam onu Fort Smith'ten aldığı midillileri getirmesi için tutmuştu. Babam, aldığı yabani midillileri... Babam onu Fort Smith'ten aldığı midillileri getirmesi için tutmuştu. Babam, aldığı yabani midillileri Babam onu Fort Smith'ten aldığı midillileri getirmesi için tutmuştu. Babam, aldığı yabani midillileri... Babam, aldığı yabani midillileri... | True Grit-1 | 2010 | |
| In town, Chaney had followed to drink. | Ardından, Chaney kasabada içmeye gitti. Kasabada, Chaney sarhoş olup... Chaney kasabada sarhoş olup... Kasabada, Chaney sarhoş olup... Chaney kasabada sarhoş olup... Kasabada, Chaney sarhoş olup... Chaney kasabada sarhoş olup... Chaney kasabada sarhoş olup... | True Grit-1 | 2010 | |
| And cards, and lost all his money. | Ve kumarda tüm parasını kaybetti. ...kumar oynadı ve tüm parasını kaybetmiş. ...kumar oynamış ve tüm parasını kaybetmiş. ...kumar oynamış ve tüm parasını kaybetmiş. ...kumar oynamış ve tüm parasını kaybetmiş. ...kumar oynadı ve tüm parasını kaybetmiş. ...kumar oynamış ve tüm parasını kaybetmiş. ...kumar oynamış ve tüm parasını kaybetmiş. | True Grit-1 | 2010 | |
| He got it into his head he was being cheated. | İçinden bir ses onu dolandırıldığına inandırmıştı. Nasıl olduysa, dolandırıldığını düşünmüş. Dolandırıldığını düşünmüş. Nasıl olduysa, dolandırıldığını düşünmüş. Dolandırıldığını düşünmüş. Nasıl olduysa, dolandırıldığını düşünmüş. Dolandırıldığını düşünmüş. Dolandırıldığını düşünmüş. | True Grit-1 | 2010 | |
| And went back to the boarding house for his Henry Rifle. | Ve tüfeğini almak için kaldığı pansiyona gitti. Sonra Henry tüfeğini almak için pansiyona dönmüş. Sonra Henry marka tüfeğini almak için pansiyona dönmüş. Sonra Henry tüfeğini almak için pansiyona dönmüş. Sonra Henry marka tüfeğini almak için pansiyona dönmüş. Sonra Henry tüfeğini almak için pansiyona dönmüş. Sonra Henry marka tüfeğini almak için pansiyona dönmüş. Sonra Henry marka tüfeğini almak için pansiyona dönmüş. | True Grit-1 | 2010 | |
| When Papa tried to intervene, | Babam engellemeye çalıştığında... Babam araya girmeye çalıştığında... Babam araya girmeye çalıştığı sırada Chaney onu vurmuş. Babam araya girmeye çalıştığında... Babam araya girmeye çalıştığı sırada Chaney onu vurmuş. Babam araya girmeye çalıştığında... Babam araya girmeye çalıştığı sırada Chaney onu vurmuş. Babam araya girmeye çalıştığı sırada Chaney onu vurmuş. | True Grit-1 | 2010 | |
| Chaney shot him. | Chaney onu vurdu. ...Chaney onu vurmuş. ...Chaney onu vurmuş. ...Chaney onu vurmuş. | True Grit-1 | 2010 | |
| Chaney fled. | Chaney kaçtı. Chaney kaçmış. Chaney kaçmış. Chaney kaçmış. Chaney kaçmış. Chaney kaçmış. Chaney kaçmış. Chaney kaçmış. | True Grit-1 | 2010 | |
| He could have walked his horse. | Atını koşturmasına bile gerek kalmadı. Atına binip gidebilirdi. Atına binip gitmiş. Atına binip gidebilirdi. Atına binip gitmiş. Atına binip gidebilirdi. Atına binip gitmiş. Atına binip gitmiş. | True Grit-1 | 2010 | |
| For not a soul in that city could be bothered to give chase. | Hiçbir Allahın kulu onu yakalama zahmetine girmedi. Bu şehirdeki hiç kimse onun peşine düşüp, rahatsız etmezdi. Şehirdeki hiç kimse de peşine düşme zahmetine girmemiş. Bu şehirdeki hiç kimse onun peşine düşüp, rahatsız etmezdi. Şehirdeki hiç kimse de peşine düşme zahmetine girmemiş. Bu şehirdeki hiç kimse onun peşine düşüp, rahatsız etmezdi. Şehirdeki hiç kimse de peşine düşme zahmetine girmemiş. Şehirdeki hiç kimse de peşine düşme zahmetine girmemiş. | True Grit-1 | 2010 | |
| No doubt Chaney fancied himself, scott free. | Dolayısıyla Chaney’nin yaptığı yanına kâr kalmıştı. Elbette Chaney bunun cezasını çekmeyeceğini sanmış. Elbette, Chaney bunun cezasını çekmeyeceğini sanmış. Elbette Chaney bunun cezasını çekmeyeceğini sanmış. Elbette, Chaney bunun cezasını çekmeyeceğini sanmış. Elbette Chaney bunun cezasını çekmeyeceğini sanmış. Elbette, Chaney bunun cezasını çekmeyeceğini sanmış. Elbette, Chaney bunun cezasını çekmeyeceğini sanmış. | True Grit-1 | 2010 | |
| But he was wrong. | Ama yanılıyordu. Ama yanılmıştı. Ama yanılmıştı. Ama yanılmıştı. Ama yanılmıştı. Ama yanılmıştı. Ama yanılmıştı. Ama yanılmıştı. | True Grit-1 | 2010 | |
| You must pay for everything in this world, one way and another. | Bu dünyada yaptığın her şeyin bedelini ödersin, öyle ya da böyle. Bu dünyada, öyle ya da böyle yaptığın her şeyin hesabını verirsin. Bu dünyada, öyle ya da böyle yaptığın her şeyin hesabını verirsin. Bu dünyada, öyle ya da böyle yaptığın her şeyin hesabını verirsin. Bu dünyada, öyle ya da böyle yaptığın her şeyin hesabını verirsin. Bu dünyada, öyle ya da böyle yaptığın her şeyin hesabını verirsin. Bu dünyada, öyle ya da böyle yaptığın her şeyin hesabını verirsin. Bu dünyada, öyle ya da böyle yaptığın her şeyin hesabını verirsin. | True Grit-1 | 2010 | |
| There is nothing free. | Hiçbir şey yanına kâr kalmaz. Hiçbir şey karşılıksız değildir. Hiçbir şey karşılıksız değildir. Hiçbir şey karşılıksız değildir. Hiçbir şey karşılıksız değildir. Hiçbir şey karşılıksız değildir. Hiçbir şey karşılıksız değildir. Hiçbir şey karşılıksız değildir. | True Grit-1 | 2010 | |
| Except the grace of God. | Tanrının inayeti hariç. Tanrı'nın merhameti dışında. Tanrı'nın merhameti dışında. Tanrı'nın merhameti dışında. Tanrı'nın merhameti dışında. Tanrı'nın merhameti dışında. Tanrı'nın merhameti dışında. Tanrı'nın merhameti dışında. | True Grit-1 | 2010 | |
| Is that the man? | Bu o mu? Adam bu mu? Adam bu mu? Adam bu mu? Adam bu mu? Adam bu mu? Adam bu mu? Adam bu mu? | True Grit-1 | 2010 | |
| That is my father. | Bu benim babam. Bu adam benim babam. Babam. Babam. Babam. Bu adam benim babam. Babam. Babam. | True Grit-1 | 2010 | |
| If you would like to kiss him, | Öpmek istersen, Onu öpmek istersen... Öpmek istersen... Öpmek istersen... Öpmek istersen... Onu öpmek istersen... Öpmek istersen... Öpmek istersen... | True Grit-1 | 2010 | |
| It would be all right. | Bir sakıncası yok. | True Grit-1 | 2010 | |
| He's gone home. | O şimdi evinde. Cennete gitti. Cennete gitti. Cennete gitti. Cennete gitti. Cennete gitti. Cennete gitti. Cennete gitti. | True Grit-1 | 2010 | |
| Praise the Lord. | Şükürler olsun. Tanrı'ya şükür. Tanrı'ya şükür. Tanrı'ya şükür. Tanrı'ya şükür. Tanrı'ya şükür. Tanrı'ya şükür. Tanrı'ya şükür. | True Grit-1 | 2010 | |
| Why is it so much? | Neden bu kadar pahalı? | True Grit-1 | 2010 | |
| The quality of the casket | Tabutun kalitesi. Tabutun kalitesinden ve mumyalamadan dolayı. Tabutun kalitesinden ve mumyalama işinden dolayı. Tabutun kalitesinden ve mumyalamadan dolayı. Tabutun kalitesinden ve mumyalama işinden dolayı. Tabutun kalitesinden ve mumyalamadan dolayı. Tabutun kalitesinden ve mumyalama işinden dolayı. Tabutun kalitesinden ve mumyalama işinden dolayı. | True Grit-1 | 2010 | |
| and of the embalming. | Bir de tahnit işlemleri var. | True Grit-1 | 2010 | |
| The life like appearance requires time and art. | Bedenin yaşam formunu koruyabilmesi için zaman ve sanat gereklidir. Hayattaki gibi görünmesi zaman ve zanaat gerektirir. Hayattaki gibi görünmesi zaman ve zanaat gerektirir. Hayattaki gibi görünmesi zaman ve zanaat gerektirir. Hayattaki gibi görünmesi zaman ve zanaat gerektirir. Hayattaki gibi görünmesi zaman ve zanaat gerektirir. Hayattaki gibi görünmesi zaman ve zanaat gerektirir. Hayattaki gibi görünmesi zaman ve zanaat gerektirir. | True Grit-1 | 2010 | |
| And the chemicals come dear. The particulars are in your bill. | Ve kimyasallar geçicidir tatlım, Moleküller kalır geriye. Kimyasallar da detaylı bir şekilde faturanıza yazıldı. Kimyasallar da pahalıya gelir, hepsi detaylı bir şekilde faturaya yazıldı. Kimyasallar da detaylı bir şekilde faturanıza yazıldı. Kimyasallar da pahalıya gelir, hepsi detaylı bir şekilde faturaya yazıldı. Kimyasallar da detaylı bir şekilde faturanıza yazıldı. Kimyasallar da pahalıya gelir, hepsi detaylı bir şekilde faturaya yazıldı. Kimyasallar da pahalıya gelir, hepsi detaylı bir şekilde faturaya yazıldı. | True Grit-1 | 2010 | |
| If you'd like to kiss him, it would be all right. | İstersen onu öpebilirsin. Onu öpmek istersen sorun olmaz. Öpmek istersen sorun olmaz. Öpmek istersen sorun olmaz. Öpmek istersen sorun olmaz. Onu öpmek istersen sorun olmaz. Öpmek istersen sorun olmaz. Öpmek istersen sorun olmaz. | True Grit-1 | 2010 | |
| Thank you, the spirit has flown. | Sağ ol, ruh bedende durmaz. Sağ ol, öldükten sonra ruh uçup gider. Sağ ol, öldükten sonra ruh uçup gider. Sağ ol, öldükten sonra ruh uçup gider. Sağ ol, öldükten sonra ruh uçup gider. Sağ ol, öldükten sonra ruh uçup gider. Sağ ol, öldükten sonra ruh uçup gider. Sağ ol, öldükten sonra ruh uçup gider. | True Grit-1 | 2010 | |
| Your wire said fifty dollars. | Bağlantın 50 dolar dedi. Telgrafında 50 dolar demiştin. Telgrafınızda 50 dolar demiştiniz. Telgrafında 50 dolar demiştin. Telgrafınızda 50 dolar demiştiniz. Telgrafında 50 dolar demiştin. Telgrafınızda 50 dolar demiştiniz. Telgrafınızda 50 dolar demiştiniz. | True Grit-1 | 2010 | |
| You did not specify that he was to be shipped. | Taşımayı da bizim yapacağımızı söylememiştiniz. Nakil olacağını belirtmemiştin. Nakil olacağını belirtmemiştiniz. Nakil olacağını belirtmemiştin. Nakil olacağını belirtmemiştiniz. Nakil olacağını belirtmemiştin. Nakil olacağını belirtmemiştiniz. Nakil olacağını belirtmemiştiniz. | True Grit-1 | 2010 |