Search
English Turkish Sentence Translations Page 177298
| English | Turkish | Film Name | Film Year | |
| I do not entertain hypotheticals. The world as it is vexing enough. | Varsayımlarla konuşmaktan keyif aldığımı söyleyemem. Dünya yeterince can sıkıcı zaten. Farazi işlerle uğraşamam. Gerçekler yeterince can sıkıcı. Farazi işlerle uğraşamam. Gerçekler yeterince can sıkıcı. Farazi işlerle uğraşamam. Gerçekler yeterince can sıkıcı. Farazi işlerle uğraşamam. Gerçekler yeterince can sıkıcı. Farazi işlerle uğraşamam. Gerçekler yeterince can sıkıcı. Bankanız soyulmuşsa mudilerinizi öylece başınızdan savamazsınız. Farazi işlerle uğraşamam. Gerçekler yeterince can sıkıcı. Farazi işlerle uğraşamam. Gerçekler yeterince can sıkıcı. | True Grit-1 | 2010 | |
| Secondly, your valuation of the horse is high | İkincisi, ata biçtiğin değer fazla. İkincisi, at için biçtiğiniz değer çok fazla. İkincisi, at için biçtiğiniz değer çok fazla. İkincisi, at için biçtiğiniz değer çok fazla. İkincisi, at için biçtiğiniz değer çok fazla. İkincisi, at için biçtiğiniz değer çok fazla. İkincisi, at için biçtiğiniz değer çok fazla. İkincisi, at için biçtiğiniz değer çok fazla. | True Grit-1 | 2010 | |
| by about two hundred dollars. How old are you? | İki yüz dolar civarında. Sen kaç yaşındasın? Yaklaşık 200 dolar kadar hem de. Kaç yaşındasın sen? Yaklaşık 200 dolar kadar hem de. Kaç yaşındasınız? Yaklaşık 200 dolar kadar hem de. Kaç yaşındasın sen? Yaklaşık 200 dolar kadar hem de. Kaç yaşındasınız? Yaklaşık 200 dolar kadar hem de. Kaç yaşındasın sen? Yaklaşık 200 dolar kadar hem de. Kaç yaşındasınız? Yaklaşık 200 dolar kadar hem de. Kaç yaşındasınız? | True Grit-1 | 2010 | |
| If anything, my price is low. | Hatta düşününce teklifim düşük bile. Aslında, biçtiğim değer az bile. Aslında, biçtiğim değer az bile. Aslında, biçtiğim değer az bile. Aslında, biçtiğim değer az bile. Aslında, biçtiğim değer az bile. Aslında, biçtiğim değer az bile. Aslında, biçtiğim değer az bile. | True Grit-1 | 2010 | |
| Why, Judy is a fine racing mare. | Bizim Judy’miz tam bir yarış kısrağıdır. | True Grit-1 | 2010 | |
| I've seen her jumpan eight rail fence with a heavy rider. I am fourteen. | 1.68’lik jokeyle sekiz basamaklı engeli atladığını gördüm. Judy'nin 14 yaşındaki bir biniciyle 8 çitten atladığını gördüm. Ağır bir biniciyle 8 çitten atladığını gördüm. 14 yaşındayım. Judy'nin 14 yaşındaki bir biniciyle 8 çitten atladığını gördüm. Ağır bir biniciyle 8 çitten atladığını gördüm. 14 yaşındayım. Judy'nin 14 yaşındaki bir biniciyle 8 çitten atladığını gördüm. Ağır bir biniciyle 8 çitten atladığını gördüm. 14 yaşındayım. Ağır bir biniciyle 8 çitten atladığını gördüm. 14 yaşındayım. | True Grit-1 | 2010 | |
| Oh, well it's all very interesting. | Oh, bunlar gerçekten çok ilginç. Çok ilginçmiş. Çok ilginçmiş. Çok ilginçmiş. Çok ilginçmiş. Çok ilginçmiş. Çok ilginçmiş. Çok ilginçmiş. | True Grit-1 | 2010 | |
| The ponies are yours, take them. | Midilliler senin, al götür. Midilliler senin, al onları. Midilliler sizin, alın onları. Midilliler senin, al onları. Midilliler sizin, alın onları. Midilliler senin, al onları. Midilliler sizin, alın onları. Midilliler sizin, alın onları. | True Grit-1 | 2010 | |
| Your father horse was stolen by a murderous criminal. | Babanın atı bir katil zanlısı tarafından çalındı. Babanızın atı ölümcül bir suçlu tarafından çalındı. Babanızın atı ölüm saçan bir suçlu tarafından çalındı. Babanızın atı ölümcül bir suçlu tarafından çalındı. Babanızın atı ölüm saçan bir suçlu tarafından çalındı. Babanızın atı ölümcül bir suçlu tarafından çalındı. Babanızın atı ölüm saçan bir suçlu tarafından çalındı. Babanızın atı ölüm saçan bir suçlu tarafından çalındı. | True Grit-1 | 2010 | |
| I have provided reasonable protection for the creature as per our implicit agreement. | Ben, anlaşmamız gereği, hayvan için temel muhafaza şartlarını sağladım. At için tam olarak anlaşmamıza uygun şekilde korumayı sağladım. At için anlaşmamıza uygun şekilde gereken korumayı sağlamıştım. At için tam olarak anlaşmamıza uygun şekilde korumayı sağladım. At için anlaşmamıza uygun şekilde gereken korumayı sağlamıştım. At için tam olarak anlaşmamıza uygun şekilde korumayı sağladım. At için anlaşmamıza uygun şekilde gereken korumayı sağlamıştım. At için anlaşmamıza uygun şekilde gereken korumayı sağlamıştım. | True Grit-1 | 2010 | |
| My watchmanhad his teeth knocked out and can take only soup. | Bekçimin dişlerini yerden topladık, takımında halâ izleri var. Bekçimin dişi kırıldı, onun davasını da üstlenebilirsin. Bekçimin dişi kırıldı ve sadece çorba içebiliyor. Bekçimin dişi kırıldı, onun davasını da üstlenebilirsin. Bekçimin dişi kırıldı ve sadece çorba içebiliyor. Bekçimin dişi kırıldı, onun davasını da üstlenebilirsin. Bekçimin dişi kırıldı ve sadece çorba içebiliyor. Bekçimin dişi kırıldı ve sadece çorba içebiliyor. | True Grit-1 | 2010 | |
| Then I will take it to law. | O zaman bunu mahkemeye taşırım. Öyleyse mahkemeye giderim. Ortada dava falan yok. Öyleyse mahkemeye giderim. Ortada dava falan yok. Öyleyse mahkemeye giderim. Ortada dava falan yok. Öyleyse mahkemeye giderim. Ortada dava falan yok. Öyleyse mahkemeye giderim. Ortada dava falan yok. Öyleyse mahkemeye giderim. Ortada dava falan yok. Öyleyse mahkemeye giderim. Ortada dava falan yok. | True Grit-1 | 2010 | |
| You have no case! | Dava açma hakkın bile yok. | True Grit-1 | 2010 | |
| Lawyer J. Noble Daggett of Dardanelle, Arkansas | Mağdur ve yerime dava açacak kimse yok. Avukatım J.Noble Daggett farklı düşünüyor. Buna jüri karar verir. Belki de Dardanelle, Arkansas'tan avukatım J.Noble Daggett farklı düşünüyor olabilir. Avukatım J.Noble Daggett farklı düşünüyor. Buna jüri karar verir. Belki de Dardanelle, Arkansas'tan avukatım J.Noble Daggett farklı düşünüyor olabilir. Avukatım J.Noble Daggett farklı düşünüyor. Buna jüri karar verir. Belki de Dardanelle, Arkansas'tan avukatım J.Noble Daggett farklı düşünüyor olabilir. Belki de Dardanelle, Arkansas'tan avukatım J.Noble Daggett farklı düşünüyor olabilir. | True Grit-1 | 2010 | |
| may think otherwise�as might a jury, | Bu jürinin bileceği iş. | True Grit-1 | 2010 | |
| petitioned by a widow and three small children. | İşin içinde bir dul ve üç küçük çocuk var. Bir dul ve üç küçük çocuk adına dilekçe veririm. Bir dul ve üç küçük çocuk adına dilekçe veririm. Bir dul ve üç küçük çocuk adına dilekçe veririm. | True Grit-1 | 2010 | |
| I will pay two hundred dollars to your fathers estate | Hepsi için iki yüz dolar vermeyi kabul ederim. Babanın malları için 200 dolar öderim. Babanızın atı için 200 dolar öderim. Babanın malları için 200 dolar öderim. Babanızın atı için 200 dolar öderim. Babanın malları için 200 dolar öderim. Babanızın atı için 200 dolar öderim. Babanızın atı için 200 dolar öderim. | True Grit-1 | 2010 | |
| when I have in my hand a letter from your lawyer, | Dünyanın başlangıcından günümüze dek tüm sorumluluğun Ama önce avukatınızdan dünyanın yaratıldığı günden bu yana... Ama önce avukatınızdan dünyanın yaratıldığı günden bu yana... Ama önce avukatınızdan dünyanın yaratıldığı günden bu yana... Ama önce avukatınızdan dünyanın yaratıldığı günden bu yana... Ama önce avukatınızdan dünyanın yaratıldığı günden bu yana... Ama önce avukatınızdan dünyanın yaratıldığı günden bu yana... Ama önce avukatınızdan dünyanın yaratıldığı günden bu yana... | True Grit-1 | 2010 | |
| absolving me of all liability from the beginning of the world to date. | benden çıktığına dair avukattan alınmış yazılı bir belge elimde olduğu zaman. ...size karşı olan bütün mesuliyetlerimden temize çıktığıma dair bir belge istiyorum. ...size karşı olan bütün mesuliyetlerimden temize çıktığıma dair bir belge istiyorum. ...size karşı olan bütün mesuliyetlerimden temize çıktığıma dair bir belge istiyorum. ...size karşı olan bütün mesuliyetlerimden temize çıktığıma dair bir belge istiyorum. ...size karşı olan bütün mesuliyetlerimden temize çıktığıma dair bir belge istiyorum. ...size karşı olan bütün mesuliyetlerimden temize çıktığıma dair bir belge istiyorum. ...size karşı olan bütün mesuliyetlerimden temize çıktığıma dair bir belge istiyorum. | True Grit-1 | 2010 | |
| I will take two hundred dollars for Judy, | Judy için iki yüz dolar alırım, Judy için 200 dolar, artı midilliler için 100 dolar... Judy için 200 dolar, artı midilliler için 100 dolar... Judy için 200 dolar, artı midilliler için 100 dolar... Judy için 200 dolar, artı midilliler için 100 dolar... Judy için 200 dolar, artı midilliler için 100 dolar... Judy için 200 dolar, artı midilliler için 100 dolar... Judy için 200 dolar, artı midilliler için 100 dolar... | True Grit-1 | 2010 | |
| plus one hundred for the ponies. | Üstüne midilliler için de yüz dolar. | True Grit-1 | 2010 | |
| And twenty five dollars for the grey horse that Tom Chaney left. | Ve Tom Chaney’nin bıraktığı kır at için yirmi beş dolar. | True Grit-1 | 2010 | |
| He was easily worth forty. | Rahat kırk eder. Çok rahat 40 dolar ederdi. 325 dolara satarım. Çok rahat 40 dolar ederdi. Toplam 325 dolara satarım. Çok rahat 40 dolar ederdi. 325 dolara satarım. Çok rahat 40 dolar ederdi. Toplam 325 dolara satarım. Çok rahat 40 dolar ederdi. 325 dolara satarım. Çok rahat 40 dolar ederdi. Toplam 325 dolara satarım. Çok rahat 40 dolar ederdi. Toplam 325 dolara satarım. | True Grit-1 | 2010 | |
| That is three hundred and twenty five dollars total. | Totalde üç yüz yirmi beş dolara sattım. | True Grit-1 | 2010 | |
| The ponies have no part in it. I will not buy them. | Midillileri olayla ilgisi yok. Onları almıyorum. Midilliler bu hesaba dahil değil. Onları almayacağım. Midilliler bu hesaba dahil değil. Onları almayacağım. Midilliler bu hesaba dahil değil. Onları almayacağım. Midilliler bu hesaba dahil değil. Onları almayacağım. Midilliler bu hesaba dahil değil. Onları almayacağım. Midilliler bu hesaba dahil değil. Onları almayacağım. Midilliler bu hesaba dahil değil. Onları almayacağım. | True Grit-1 | 2010 | |
| Then the price for Judy is three hundred and twenty five dollars. | O halde Judy’nin fiyatı üç yüz yirmi beş dolar. Öyleyse Judy'nin fiyatı 325 dolar. Öyleyse Judy'nin fiyatı 325 dolar. Öyleyse Judy'nin fiyatı 325 dolar. Öyleyse Judy'nin fiyatı 325 dolar. Öyleyse Judy'nin fiyatı 325 dolar. Öyleyse Judy'nin fiyatı 325 dolar. Öyleyse Judy'nin fiyatı 325 dolar. | True Grit-1 | 2010 | |
| I would not pay three hundred and twenty five dollars for winged Pegasus. | Üç yüz yirmi beş doları kanatlı Pegasus için bile vermem. Kanatlı bir Pegasus için bile 325 dolar ödemezdim. Kanatlı bir Pegasus için bile 325 dolar ödemezdim. Kanatlı bir Pegasus için bile 325 dolar ödemezdim. Kanatlı bir Pegasus için bile 325 dolar ödemezdim. Kanatlı bir Pegasus için bile 325 dolar ödemezdim. Kanatlı bir Pegasus için bile 325 dolar ödemezdim. Kanatlı bir Pegasus için bile 325 dolar ödemezdim. | True Grit-1 | 2010 | |
| As for the grey horse, it does not belong to you. | Şu kır ata gelince, o at senin değil. Gri ata gelirsek, o zaten sana ait değil. Gri ata gelirsek, o zaten size ait değil. Gri ata gelirsek, o zaten sana ait değil. Gri ata gelirsek, o zaten size ait değil. Gri ata gelirsek, o zaten sana ait değil. Gri ata gelirsek, o zaten size ait değil. Gri ata gelirsek, o zaten size ait değil. | True Grit-1 | 2010 | |
| The grey horse was lent to Tom Chaney by my father. | Kır atı Tom Chaney’e babam ödünç vermişti. Gri atı Tom Chaney'e babam ödünç vermiş. Chaney sadece atın biniciymiş. Gri atı Tom Chaney'e babam ödünç vermiş. Chaney sadece atın binicisiymiş. Gri atı Tom Chaney'e babam ödünç vermiş. Chaney sadece atın biniciymiş. Gri atı Tom Chaney'e babam ödünç vermiş. Chaney sadece atın binicisiymiş. Gri atı Tom Chaney'e babam ödünç vermiş. Chaney sadece atın biniciymiş. Gri atı Tom Chaney'e babam ödünç vermiş. Chaney sadece atın binicisiymiş. Gri atı Tom Chaney'e babam ödünç vermiş. Chaney sadece atın binicisiymiş. | True Grit-1 | 2010 | |
| Chaney only had the use of him. | Sadece atı kullanma hakkı Chaney’deydi. | True Grit-1 | 2010 | |
| I will pay two hundred and twenty five dollars. | İki yüz yirmi beş dolar veririm. Sana 225 dolar öderim ve gri at bende kalır... 225 dolar öderim ve gri at bende kalır... Sana 225 dolar öderim ve gri at bende kalır... 225 dolar öderim ve gri at bende kalır... Sana 225 dolar öderim ve gri at bende kalır... 225 dolar öderim ve gri at bende kalır... 225 dolar öderim ve gri at bende kalır... | True Grit-1 | 2010 | |
| And keep the grey horse. | Kır at sende kalsın. | True Grit-1 | 2010 | |
| And I want the ponies. | Midillileri alırım. ...ve midillileri de istiyorum. Bunu kabul edemem. ...ve midillileri de istiyorum. Bunu kabul edemem. ...ve midillileri de istiyorum. Bunu kabul edemem. ...ve midillileri de istiyorum. Bunu kabul edemem. ...ve midillileri de istiyorum. Bunu kabul edemem. ...ve midillileri de istiyorum. Bunu kabul edemem. ...ve midillileri de istiyorum. Bunu kabul edemem. | True Grit-1 | 2010 | |
| I cannot accept that. | Bunu kabul etmiyorum. | True Grit-1 | 2010 | |
| There can be no settlement after I leave this office. It will go to law. | Buradan çıkıp mahkemeye gittikten sonra herhangi bir anlaşma olmayacak. Bu ofisten çıkıp mahkemeye gittikten sonra aramızda bir anlaşma olmayacaktır. Bu ofisten çıkıp gittikten sonra aramızda bir anlaşma olmayacak, mahkemeye gideceğim. Bu ofisten çıkıp mahkemeye gittikten sonra aramızda bir anlaşma olmayacaktır. Bu ofisten çıkıp gittikten sonra aramızda bir anlaşma olmayacak, mahkemeye gideceğim. Bu ofisten çıkıp mahkemeye gittikten sonra aramızda bir anlaşma olmayacaktır. Bu ofisten çıkıp gittikten sonra aramızda bir anlaşma olmayacak, mahkemeye gideceğim. Bu ofisten çıkıp gittikten sonra aramızda bir anlaşma olmayacak, mahkemeye gideceğim. | True Grit-1 | 2010 | |
| All right, this is my last offer. | Pekâla, bu son teklifim. Pekala, işte son teklifim. 250 dolar. Pekâlâ, işte son teklifim. 250 dolar. Pekala, işte son teklifim. 250 dolar. Pekâlâ, işte son teklifim. 250 dolar. Pekala, işte son teklifim. 250 dolar. Pekâlâ, işte son teklifim. 250 dolar. Pekâlâ, işte son teklifim. 250 dolar. | True Grit-1 | 2010 | |
| Two hundred and fifty dollars. | İki yüz elli dolar. | True Grit-1 | 2010 | |
| For that I get the release, previously discussed. | Önceden konuştuğumuz aklanma belgesi de dahil. Bununla birlikte önceki konuştuklarımızdan da aklanırım ve babanın semeri bende kalır. Bununla birlikte önceki konuştuklarımızdan da aklanırım ve babanızın semeri bende kalır. Bununla birlikte önceki konuştuklarımızdan da aklanırım ve babanın semeri bende kalır. Bununla birlikte önceki konuştuklarımızdan da aklanırım ve babanızın semeri bende kalır. Bununla birlikte önceki konuştuklarımızdan da aklanırım ve babanın semeri bende kalır. Bununla birlikte önceki konuştuklarımızdan da aklanırım ve babanızın semeri bende kalır. Bununla birlikte önceki konuştuklarımızdan da aklanırım ve babanızın semeri bende kalır. | True Grit-1 | 2010 | |
| And I keep your father's saddle. | Ve semeri de alırım. | True Grit-1 | 2010 | |
| The grey horse is not yours to sell. | Kır atı satma yetkisi sende değil. Gri at senin değil ki satasın. Semer satılık değil, o bende kalacak. Gri at senin değil ki satasın. Semer satılık değil, o bende kalacak. Gri at senin değil ki satasın. Semer satılık değil, o bende kalacak. Gri at senin değil ki satasın. Semer satılık değil, o bende kalacak. Gri at senin değil ki satasın. Semer satılık değil, o bende kalacak. Gri at senin değil ki satasın. Semer satılık değil, o bende kalacak. Gri at senin değil ki satasın. Semer satılık değil, o bende kalacak. | True Grit-1 | 2010 | |
| The saddle is not for sale. I will keep it. | Semer satılık değil, bende kalacak. | True Grit-1 | 2010 | |
| Lawyer Dagget will prove ownership of the gray horse. He will come after you with a writ of replevin. | Şanlı Daniel kır atı senin aldığını duyunca intikam almak için peşine düşecek. Avukat Daggett gri atın bana ait olduğunu ispat eder ve sonra da peşinize düşer. Avukat Daggett gri atın bana ait olduğunu ispat eder sonra da gasp davası açar. Avukat Daggett gri atın bana ait olduğunu ispat eder ve sonra da peşinize düşer. Avukat Daggett gri atın bana ait olduğunu ispat eder sonra da gasp davası açar. Avukat Daggett gri atın bana ait olduğunu ispat eder ve sonra da peşinize düşer. Avukat Daggett gri atın bana ait olduğunu ispat eder sonra da gasp davası açar. Avukat Daggett gri atın bana ait olduğunu ispat eder sonra da gasp davası açar. | True Grit-1 | 2010 | |
| A what? Writ of replev | Ne? Tamam, bana bak, Pür dikkat beni dinle. Ne? Tamam. Dikkatlice dinle. Daha fazla pazarlık etmeyeceğim. Ne? Gasp davası açar. Ne? Tamam. Dikkatlice dinle. Daha fazla pazarlık etmeyeceğim. Ne? Gasp davası açar. Ne? Tamam. Dikkatlice dinle. Daha fazla pazarlık etmeyeceğim. Ne? Gasp davası açar. Ne? Gasp davası açar. | True Grit-1 | 2010 | |
| What? All right, now listen very carefully | Ne? Tamam, bana bak, Pür dikkat beni dinle. Ne? Tamam. Dikkatlice dinle. Daha fazla pazarlık etmeyeceğim. Ne? Gasp davası açar. Ne? Tamam. Dikkatlice dinle. Daha fazla pazarlık etmeyeceğim. Ne? Gasp davası açar. Ne? Tamam. Dikkatlice dinle. Daha fazla pazarlık etmeyeceğim. Ne? Gasp davası açar. Ne? Gasp davası açar. | True Grit-1 | 2010 | |
| as I will not bargain further. | Zira daha da pazarlık etmeyeceğim. | True Grit-1 | 2010 | |
| I'll will take the ponies back, and the grey horse. Which is mine. | Midillileri geri alacağım ve kır atı da. Zaten benimdi. Midillileri ve zaten benim olan gri atı geri alıyorum. Midillileri ve zaten benim olan gri atı geri alıyorum. Midillileri ve zaten benim olan gri atı geri alıyorum. Midillileri ve zaten benim olan gri atı geri alıyorum. Midillileri ve zaten benim olan gri atı geri alıyorum. Midillileri ve zaten benim olan gri atı geri alıyorum. Midillileri ve zaten benim olan gri atı geri alıyorum. | True Grit-1 | 2010 | |
| And settle... | Ve semeri… Ve eğer... Anlaşma... Ve eğer... Anlaşma... Ve eğer... Anlaşma... Anlaşma... | True Grit-1 | 2010 | |
| For three hundred dollars. Now you must take that or leave it. | Üç yüz dolara. Kabul et ya da etme. 300 dolar veririm, ya kabul et ya git. 300 dolar veririm, ya kabul et ya git. 300 dolar veririm, ya kabul et ya git. 300 dolar veririm, ya kabul et ya git. 300 dolar veririm, ya kabul et ya git. 300 dolar veririm, ya kabul et ya git. 300 dolar veririm, ya kabul et ya git. | True Grit-1 | 2010 | |
| And I do not much care which it is. | Hangisini seçeceğin çok da umurumda değil. Ne yapacağın da umurumda değil. Sonrası umurumda değil. Ne yapacağın da umurumda değil. Sonrası umurumda değil. Ne yapacağın da umurumda değil. Sonrası umurumda değil. Sonrası umurumda değil. | True Grit-1 | 2010 | |
| Lawyer Daggett would not wish me to consider anything under three hundred twenty five dollars. | Avukatım Decker üç yüz yirmi beş dolardan bir kuruş aşağısını kabul etmememe razı olmaz. Avukatım Daggett 325 doların altındaki bir rakamı kabul etmemi istemezdi. Avukatım Daggett 325 doların altındaki bir rakamı kabul etmemi istemezdi. Avukatım Daggett 325 doların altındaki bir rakamı kabul etmemi istemezdi. Avukatım Daggett 325 doların altındaki bir rakamı kabul etmemi istemezdi. Avukatım Daggett 325 doların altındaki bir rakamı kabul etmemi istemezdi. Avukatım Daggett 325 doların altındaki bir rakamı kabul etmemi istemezdi. Avukatım Daggett 325 doların altındaki bir rakamı kabul etmemi istemezdi. | True Grit-1 | 2010 | |
| But I will settle for three hundred and twenty. | Ama ben yine de üç yüz yirmiye fitim. Ama 320 dolara razı gelirim. Ama 320 dolara razı gelirim. Ama 320 dolara razı gelirim. Ama 320 dolara razı gelirim. Ama 320 dolara razı gelirim. Ama 320 dolara razı gelirim. Ama 320 dolara razı gelirim. | True Grit-1 | 2010 | |
| If I am given the twenty in advance. | Eğer ki yirmiyi avans olarak alırsam. Tabii 20 doları peşin ödeme olursa. Tabii 20 doları peşin ödeme olursa. Tabii 20 doları peşin ödeme olursa. Tabii 20 doları peşin ödeme olursa. Tabii 20 doları peşin ödeme olursa. Tabii 20 doları peşin ödeme olursa. Tabii 20 doları peşin ödeme olursa. | True Grit-1 | 2010 | |
| Now here's what I have to say about that saddle. | Semer olayını ancak böyle açıklayabilirim. Semer için bunu söylüyorum. Semer için bunu söylüyorum. Semer için bunu söylüyorum. Semer için bunu söylüyorum. Semer için bunu söylüyorum. Semer için bunu söylüyorum. Semer için bunu söylüyorum. | True Grit-1 | 2010 | |
| Frank Ross�s daughter. | Frank Post'un dükkanı. Frank Ross'un kızı mı? Frank Ross'un kızı mı? Frank Ross'un kızı mı? Frank Ross'un kızı mı? Frank Ross'un kızı mı? Frank Ross'un kızı mı? Frank Ross'un kızı mı? | True Grit-1 | 2010 | |
| Oh, my poor child. | Ah, zavallı yavrucak. Zavallı çocuk. Zavallı çocuk... Zavallı çocuk. Zavallı çocuk... Zavallı çocuk. Zavallı çocuk... Zavallı çocuk... | True Grit-1 | 2010 | |
| Are you gawna be stayin with us or are you hurrying back home to your Mama? | Şimdi ya bizimle kalıyorsun ya da hemen çıkıp annene gidiyorsun. Bizimle mi kalacaksın yoksa hemen eve, annene mi döneceksin? Bizimle mi kalacaksın yoksa hemen eve, annene mi döneceksin? Bizimle mi kalacaksın yoksa hemen eve, annene mi döneceksin? Bizimle mi kalacaksın yoksa hemen eve, annene mi döneceksin? Bizimle mi kalacaksın yoksa hemen eve, annene mi döneceksin? Bizimle mi kalacaksın yoksa hemen eve, annene mi döneceksin? Bizimle mi kalacaksın yoksa hemen eve, annene mi döneceksin? | True Grit-1 | 2010 | |
| I'll stay here, if you can have me. | Yeriniz varsa burada kalayım. Müsaitseniz burada kalmak isterim. Müsaitseniz burada kalmak isterim. Müsaitseniz burada kalmak isterim. Müsaitseniz burada kalmak isterim. Müsaitseniz burada kalmak isterim. Müsaitseniz burada kalmak isterim. Müsaitseniz burada kalmak isterim. | True Grit-1 | 2010 | |
| I just spent last night at the undertakers. | Geceyi cenaze levazımatçısında geçirdim. Dün geceyi cenaze evinden geçirdim. Dün geceyi cenaze evinde geçirdim. Dün geceyi cenaze evinden geçirdim. Dün geceyi cenaze evinde geçirdim. Dün geceyi cenaze evinden geçirdim. Dün geceyi cenaze evinde geçirdim. Dün geceyi cenaze evinde geçirdim. | True Grit-1 | 2010 | |
| In the company of three corpses. | Üç ceset bana eşlik etti. Üç cesedin eşliğinde. Üç cesedin eşliğinde. Üç cesedin eşliğinde. Üç cesedin eşliğinde. Üç cesedin eşliğinde. Üç cesedin eşliğinde. Üç cesedin eşliğinde. | True Grit-1 | 2010 | |
| I felt like Ezekiel. | Kendimi Ezekiel (Zülkifl peygamber) gibi hissettim. Kendimi Ezekiel gibi hissettim. Kendimi Ezekiel gibi hissettim. Kendimi Ezekiel gibi hissettim. Kendimi Ezekiel gibi hissettim. Kendimi Ezekiel gibi hissettim. Kendimi Ezekiel gibi hissettim. Kendimi Ezekiel gibi hissettim. | True Grit-1 | 2010 | |
| In the valley of the dry bones. | İskeletlerle dolu bir vadide. Kuru kemikler vadisindeymiş gibi. Kuru kemikler vadisindeymiş gibi. Kuru kemikler vadisindeymiş gibi. Kuru kemikler vadisindeymiş gibi. Kuru kemikler vadisindeymiş gibi. Kuru kemikler vadisindeymiş gibi. Kuru kemikler vadisindeymiş gibi. | True Grit-1 | 2010 | |
| Then, God bless you. | Tanrı seni korusun. | True Grit-1 | 2010 | |
| Now that you'll be rooming with, Grandma Turner. | Oda arkadaşın Büyükanne Turner olacak. Büyük anne Turner ile kalacaksın. Büyükanne Turner ile kalacaksın. Büyük anne Turner ile kalacaksın. Büyükanne Turner ile kalacaksın. Büyük anne Turner ile kalacaksın. Büyükanne Turner ile kalacaksın. Büyükanne Turner ile kalacaksın. | True Grit-1 | 2010 | |
| We�ve had to double up, what with all the people in town come to see the hanging. | Şehrin tamamı idamı izlemeye gelince, elimizde bir tek burası kaldı. Kasabaya idam görmeye gelenler yüzünden elimden gelen ancak bu kadarı. Kasabaya idam görmeye gelenler yüzünden elimden ancak bu kadarı geliyor. Kasabaya idam görmeye gelenler yüzünden elimden gelen ancak bu kadarı. Kasabaya idam görmeye gelenler yüzünden elimden ancak bu kadarı geliyor. Kasabaya idam görmeye gelenler yüzünden elimden gelen ancak bu kadarı. Kasabaya idam görmeye gelenler yüzünden elimden ancak bu kadarı geliyor. Kasabaya idam görmeye gelenler yüzünden elimden ancak bu kadarı geliyor. | True Grit-1 | 2010 | |
| This was in your poor father's room. | Bu zavallı babanın odasıydı. Bunlar zavallı babanın odasındaydı. Bunlar zavallı babanın odasındaydı. Bunlar zavallı babanın odasındaydı. Bunlar zavallı babanın odasındaydı. Bunlar zavallı babanın odasındaydı. Bunlar zavallı babanın odasındaydı. Bunlar zavallı babanın odasındaydı. | True Grit-1 | 2010 | |
| Now that is everything. | Hepsi bu kadar. Her şey orada. Her şey orada. Her şey orada. Her şey orada. Her şey orada. Her şey orada. Her şey orada. | True Grit-1 | 2010 | |
| There are no light fingers in this house. | Burada eli uzun kimse yoktur. Bu evde hırsızlık olmaz. Bu evde hırsızlık olmaz. Bu evde hırsızlık olmaz. Bu evde hırsızlık olmaz. Bu evde hırsızlık olmaz. Bu evde hırsızlık olmaz. Bu evde hırsızlık olmaz. | True Grit-1 | 2010 | |
| If you need something for to tote the gun around? | Silahı içine koymak için bir şeye ihtiyacın olursa? Silah ve malzemeleri toplamak için bir şeye ihtiyacın varsa... Silah ve malzemeleri toplamak için bir şeye ihtiyacın varsa... Silah ve malzemeleri toplamak için bir şeye ihtiyacın varsa... Silah ve malzemeleri toplamak için bir şeye ihtiyacın varsa... Silah ve malzemeleri toplamak için bir şeye ihtiyacın varsa... Silah ve malzemeleri toplamak için bir şeye ihtiyacın varsa... Silah ve malzemeleri toplamak için bir şeye ihtiyacın varsa... | True Grit-1 | 2010 | |
| I can give you an empty flour sack for a nickel. | Çuval kumaşından yapılmış bir para kesesi verebilirim. ...sana beş sente boş bir un çuvalı verebilirim. ...beş sente boş bir un çuvalı verebilirim. ...sana beş sente boş bir un çuvalı verebilirim. ...beş sente boş bir un çuvalı verebilirim. ...sana beş sente boş bir un çuvalı verebilirim. ...beş sente boş bir un çuvalı verebilirim. ...beş sente boş bir un çuvalı verebilirim. | True Grit-1 | 2010 | |
| And what did you see when you arrived? | Peki, oraya vardığında ne gördün? Gittiğinde ne gördün? Gittiğinizde ne gördünüz? Gittiğinde ne gördün? Gittiğinizde ne gördünüz? Gittiğinde ne gördün? Gittiğinizde ne gördünüz? Gittiğinizde ne gördünüz? | True Grit-1 | 2010 | |
| A woman, was out in the yard. | Bir kadın dışarıda, avludaydı. Bahçede bir kadın vardı... Bahçede bir kadın vardı... Bahçede bir kadın vardı... Bahçede bir kadın vardı... Bahçede bir kadın vardı... Bahçede bir kadın vardı... Bahçede bir kadın vardı... | True Grit-1 | 2010 | |
| Dead with blow flies on her face. | Ölmüştü ve yüzüne sinekler üşüşmüştü. ...ölüydü ve yüzünde sinekler doluşmuştu. ...ölüydü ve yüzünde sinekler uçuşuyordu. ...ölüydü ve yüzünde sinekler doluşmuştu. ...ölüydü ve yüzünde sinekler uçuşuyordu. ...ölüydü ve yüzünde sinekler doluşmuştu. ...ölüydü ve yüzünde sinekler uçuşuyordu. ...ölüydü ve yüzünde sinekler uçuşuyordu. | True Grit-1 | 2010 | |
| The old man was inside with his breast blowed open by a scatter gun and his feet burned. | İçeride, av tüfeğiyle göğsünden vurulmuş yaşlı bir adam vardı. Ayakları yanmıştı. İçerideyse çifteyle göğsünden vurulmuş yaşlı bir adam vardı ve ayakları yanmıştı. İçerideyse çifteyle göğsünden vurulmuş yaşlı bir adam vardı ve ayakları yanmıştı. İçerideyse çifteyle göğsünden vurulmuş yaşlı bir adam vardı ve ayakları yanmıştı. İçerideyse çifteyle göğsünden vurulmuş yaşlı bir adam vardı ve ayakları yanmıştı. İçerideyse çifteyle göğsünden vurulmuş yaşlı bir adam vardı ve ayakları yanmıştı. İçerideyse çifteyle göğsünden vurulmuş yaşlı bir adam vardı ve ayakları yanmıştı. İçerideyse çifteyle göğsünden vurulmuş yaşlı bir adam vardı ve ayakları yanmıştı. | True Grit-1 | 2010 | |
| He was still alive but just was. Said it was them two Wharton boys had done it, | Hâla yaşıyordu ama fazla dayanamadı. Bunu Wharton’lardan iki çocuğunun yaptığını söyledi. Hâlâ hayattaydı, ama ölmek üzereydi. Kendisini o iki Wharton'un vurduğunu söyledi. Hâlâ hayattaydı, ama ölmek üzereydi. Kendisini o iki Wharton'un vurduğunu söyledi. Hâlâ hayattaydı, ama ölmek üzereydi. Kendisini o iki Wharton'un vurduğunu söyledi. Hâlâ hayattaydı, ama ölmek üzereydi. Kendisini o iki Wharton'un vurduğunu söyledi. Hâlâ hayattaydı, ama ölmek üzereydi. Kendisini o iki Wharton'un vurduğunu söyledi. Hâlâ hayattaydı, ama ölmek üzereydi. Kendisini o iki Wharton'un vurduğunu söyledi. Hâlâ hayattaydı, ama ölmek üzereydi. Kendisini o iki Wharton'un vurduğunu söyledi. | True Grit-1 | 2010 | |
| Rode up, drunk. Objection. | Atlı ve sarhoşlarmış. İtiraz ediyorum. Sarhoşlarmış ve sataşmışlar. İtiraz ediyorum. Sarhoşlarmış ve sataşmışlar. İtiraz ediyorum. Söylentiden ibaret. Sarhoşlarmış ve sataşmışlar. İtiraz ediyorum. Sarhoşlarmış ve sataşmışlar. İtiraz ediyorum. Söylentiden ibaret. Sarhoşlarmış ve sataşmışlar. İtiraz ediyorum. Sarhoşlarmış ve sataşmışlar. İtiraz ediyorum. Söylentiden ibaret. Sarhoşlarmış ve sataşmışlar. İtiraz ediyorum. Söylentiden ibaret. | True Grit-1 | 2010 | |
| Hearsay. | Söylenti. Söylentiden ibaret. Söylentiden ibaret. Söylentiden ibaret. | True Grit-1 | 2010 | |
| Dying declaration, your Honor. | Benim beyanımdır sayın yargıç. Benim ifadem, sayın yargıç. Ölüm anındaki söylemidir, sayın yargıç. Benim ifadem, sayın yargıç. Ölüm anındaki söylemidir, sayın yargıç. Benim ifadem, sayın yargıç. Ölüm anındaki söylemidir, sayın yargıç. Ölüm anındaki söylemidir, sayın yargıç. | True Grit-1 | 2010 | |
| Objection's overruled. Proceed Mr. Cogburn. | İtiraz reddedildi. Devam edin Bay Cogburn. İtiraz reddedildi. Devam edin, Bay Cogburn. İtiraz reddedildi. Devam edin Bay Cogburn. İtiraz reddedildi. Devam edin, Bay Cogburn. İtiraz reddedildi. Devam edin Bay Cogburn. İtiraz reddedildi. Devam edin, Bay Cogburn. İtiraz reddedildi. Devam edin, Bay Cogburn. | True Grit-1 | 2010 | |
| Them two Wharton boys�that�d be Odus and C.C.� throwed down on him, | Wharton’ların iki oğlu, Otis ve C.C. adamı atla çiğnemişler. Daha sonra o iki Wharton, Otis ve C.C. onu hırpalamışlar. Daha sonra o iki Wharton, Odus ve C.C. onu hırpalamışlar. Daha sonra o iki Wharton, Otis ve C.C. onu hırpalamışlar. Daha sonra o iki Wharton, Odus ve C.C. onu hırpalamışlar. Daha sonra o iki Wharton, Otis ve C.C. onu hırpalamışlar. Daha sonra o iki Wharton, Odus ve C.C. onu hırpalamışlar. Daha sonra o iki Wharton, Odus ve C.C. onu hırpalamışlar. | True Grit-1 | 2010 | |
| and asked him where his money was, but he wouldn't tell them, | Parasının nerde olduğunu sormuşlar ama o söylemek istememiş. Paranın nerede olduğunu sormuşlar ama söylememiş. Paranın nerede olduğunu sormuşlar ama söylememiş. Paranın nerede olduğunu sormuşlar ama söylememiş. Paranın nerede olduğunu sormuşlar ama söylememiş. Paranın nerede olduğunu sormuşlar ama söylememiş. Paranın nerede olduğunu sormuşlar ama söylememiş. Paranın nerede olduğunu sormuşlar ama söylememiş. | True Grit-1 | 2010 | |
| they lit pine knots, held �em to his feet. | Çam kozalağını yakıp ayağına değdirmişler. Ayağında çam kozalağı yakmışlar. Ayağında çam kozalağı yakmışlar. Ayağında çam kozalağı yakmışlar. Ayağında çam kozalağı yakmışlar. Ayağında çam kozalağı yakmışlar. Ayağında çam kozalağı yakmışlar. Ayağında çam kozalağı yakmışlar. | True Grit-1 | 2010 | |
| He told them the money was in the fruit jar. | Paranın meyve kavanozunda olduğunu söylemiş. Paranın tütsü evinin köşesindeki gri taşın altındaki... Paranın, duman evinin köşesindeki... Paranın tütsü evinin köşesindeki gri taşın altındaki... Paranın, tütsü evinin köşesindeki... Paranın tütsü evinin köşesindeki gri taşın altındaki... Paranın, tütsü evinin köşesindeki... Paranın, tütsü evinin köşesindeki... | True Grit-1 | 2010 | |
| Under a grey rock at the corner of a smoke house. | Tandırın yanındaki gri kayanın altında. ...yemiş kavanozunda olduğunu söylemiş. ...gri taşın altındaki kavanozda olduğunu söylemiş. ...yemiş kavanozunda olduğunu söylemiş. ...gri taşın altındaki kavanozda olduğunu söylemiş. ...yemiş kavanozunda olduğunu söylemiş. ...gri taşın altındaki kavanozda olduğunu söylemiş. ...gri taşın altındaki kavanozda olduğunu söylemiş. | True Grit-1 | 2010 | |
| And then? | Sonra? Peki sonra? Peki sonra? Acı çekerek öldü ve olay bize kaldı. Peki sonra? Peki sonra? Acı çekerek öldü ve olay bize kaldı. Peki sonra? Peki sonra? Acı çekerek öldü ve olay bize kaldı. Peki sonra? Acı çekerek öldü ve olay bize kaldı. | True Grit-1 | 2010 | |
| Well he died on us. Passed away in considerable pain. | Artık elimizde somut bir şey vardı. Eldeki tek önemli şeyin peşinden gittim. Eldeki tek önemli şeyin peşinden gittim. Eldeki tek önemli şeyin peşinden gittim. | True Grit-1 | 2010 | |
| What'd you do then? | Sonra ne yaptınız? Sonra ne yaptın? Sonra ne yaptınız? Ben ve Şerif Potter duman evine gittik. Sonra ne yaptın? Sonra ne yaptınız? Ben ve Şerif Potter tütsü evine gittik. Sonra ne yaptın? Sonra ne yaptınız? Ben ve Şerif Potter tütsü evine gittik. Sonra ne yaptınız? Ben ve Şerif Potter tütsü evine gittik. | True Grit-1 | 2010 | |
| Well, Me and Marshal Potter went out to the smokehouse | Ben ve polis şefi Potter tandırın oraya gittik. Ben ve Marşal Potter tütsü evine gittik. Ben ve Marşal Potter tütsü evine gittik. Ben ve Marşal Potter tütsü evine gittik. | True Grit-1 | 2010 | |
| and that rock had been moved and the jar with the money in it was gone. | Kaya yerinden oynatılmıştı, içinde para bulunan kavanoz da ortalıkta yoktu. Kaya yerinden oynatılmıştı ve kavanoz içindeki parayla yok olmuştu. Kaya yerinden oynatılmıştı ve kavanoz içindeki parayla yok olmuştu. Kaya yerinden oynatılmıştı ve kavanoz içindeki parayla yok olmuştu. Kaya yerinden oynatılmıştı ve kavanoz içindeki parayla yok olmuştu. Kaya yerinden oynatılmıştı ve kavanoz içindeki parayla yok olmuştu. Kaya yerinden oynatılmıştı ve kavanoz içindeki parayla yok olmuştu. Kaya yerinden oynatılmıştı ve kavanoz içindeki parayla yok olmuştu. | True Grit-1 | 2010 | |
| Objection, speculative. Sustained. | İtiraz ediyorum, tamamen varsayım. Kabul edildi. İtiraz ediyorum, spekülatif. Kabul edildi. İtiraz ediyorum, kurgu yapıyor. Kabul edildi. İtiraz ediyorum, spekülatif. Kabul edildi. İtiraz ediyorum, kurgu yapıyor. Kabul edildi. İtiraz ediyorum, spekülatif. Kabul edildi. İtiraz ediyorum, kurgu yapıyor. Kabul edildi. İtiraz ediyorum, kurgu yapıyor. Kabul edildi. | True Grit-1 | 2010 | |
| You found a flat grey rock, in the corner of the smoke house. | Tandırın kenarında altı düz, gri bir kaya buldunuz. Tütsü evinin köşesinde yerdeki oyukla birlikte... Duman evinin köşesinde yerdeki oyukla birlikte... Tütsü evinin köşesinde yerdeki oyukla birlikte... Tütsü evinin köşesinde yerdeki oyukla birlikte... Tütsü evinin köşesinde yerdeki oyukla birlikte... Tütsü evinin köşesinde yerdeki oyukla birlikte... Tütsü evinin köşesinde yerdeki oyukla birlikte... | True Grit-1 | 2010 | |
| With a hollowed out space beneth it. | Ve derince de bir çukur vardı. ...gri düz bir kaya buldun. ...gri düz bir kaya buldun. ...gri düz bir kaya buldun. ...gri düz bir kaya buldun. ...gri düz bir kaya buldun. ...gri düz bir kaya buldun. ...gri düz bir kaya buldun. | True Grit-1 | 2010 | |
| If the prosecutor is going to give evidence, I suggest he be sworn. | Eğer davacı delil sunacaksa, yemin altında yapmasını öneriyorum. Savcı kanıt sunacaksa yemin etmesini talep ediyorum. Savcı ifade verecekse yemin etmesini talep ediyorum. Savcı kanıt sunacaksa yemin etmesini talep ediyorum. Savcı ifade verecekse yemin etmesini talep ediyorum. Savcı kanıt sunacaksa yemin etmesini talep ediyorum. Savcı ifade verecekse yemin etmesini talep ediyorum. Savcı ifade verecekse yemin etmesini talep ediyorum. | True Grit-1 | 2010 | |
| Mr. Cogburn. What did you find, if anything, in the corner of that smokehouse? | Bay Cogburn. O tandırın kenarında, hatta çevresinde, ne gördünüz? Bay Cogburn, tütsü evinin köşesinde ne buldunuz? Bay Cogburn, duman evinin köşesinde bir şey bulduysanız, neydi o? Bay Cogburn, tütsü evinin köşesinde ne buldunuz? Bay Cogburn, tütsü evinin köşesinde bir şey bulduysanız, neydi o? Bay Cogburn, tütsü evinin köşesinde ne buldunuz? Bay Cogburn, tütsü evinin köşesinde bir şey bulduysanız, neydi o? Bay Cogburn, tütsü evinin köşesinde bir şey bulduysanız, neydi o? | True Grit-1 | 2010 | |
| We found a flat gray rock with a hollowed out space under it. Nothin there. | Yarısı kesilmiş olduğu anlaşılan gri bir kaya, altında bir oyuk. Oyuk boştu. Altında bir oyukla yarıya kadar kaldırılmış gri bir kaya ve oyuk da boştu. Altında bir oyukla yarıya kadar kaldırılmış gri bir kaya ve oyuk da boştu. Altında bir oyukla yarıya kadar kaldırılmış gri bir kaya ve oyuk da boştu. Altında bir oyukla yarıya kadar kaldırılmış gri bir kaya ve oyuk da boştu. Altında bir oyukla yarıya kadar kaldırılmış gri bir kaya ve oyuk da boştu. Altında bir oyukla yarıya kadar kaldırılmış gri bir kaya ve oyuk da boştu. Altında bir oyukla yarıya kadar kaldırılmış gri bir kaya ve oyuk da boştu. | True Grit-1 | 2010 | |
| Well then what did you? No jar or nothing. | Peki siz ne yapt…? Ne kavanoz, ne de başka bir şey. Peki, siz ne... Ne yaptınız? Ne kavanoz ne de başka bir şey. Peki, siz ne... Ne yaptınız? Ne kavanoz ne de başka bir şey. Peki, siz ne... Ne yaptınız? Ne kavanoz ne de başka bir şey. Peki, siz ne... Ne yaptınız? Ne kavanoz ne de başka bir şey. Peki, siz ne... Ne yaptınız? Ne kavanoz ne de başka bir şey. Peki, siz ne... Ne yaptınız? Ne kavanoz ne de başka bir şey. Peki, siz ne... Ne yaptınız? Ne kavanoz ne de başka bir şey. | True Grit-1 | 2010 | |
| Well, rode up to the Whartons� there, near where the North Fork strikes the Canadian | Atlarımıza atlayıp Wharton’ların mekanına gittik, bir traktör vardı, Kanada malı. Whartonların oraya doğru sürdük, orada North Fork iz sürücüsü vardı, Kanadalı. Atlarımızı Whartonlar'ın oraya North Fork'un Kanada tarafına sürdük. Whartonların oraya doğru sürdük, orada North Fork iz sürücüsü vardı, Kanadalı. Atlarımızı Whartonlar'ın oraya North Fork'un Kanada tarafına sürdük. Whartonların oraya doğru sürdük, orada North Fork iz sürücüsü vardı, Kanadalı. Atlarımızı Whartonlar'ın oraya North Fork'un Kanada tarafına sürdük. Atlarımızı Whartonlar'ın oraya North Fork'un Kanada tarafına sürdük. | True Grit-1 | 2010 | |
| What did you find? | Ne buldunuz? Orada ne vardı? Kanadalı. Orada ne vardı? Bir grup Kanadalı. Orada ne vardı? Kanadalı. Orada ne vardı? Bir grup Kanadalı. Orada ne vardı? Kanadalı. Orada ne vardı? Bir grup Kanadalı. Orada ne vardı? Bir grup Kanadalı. | True Grit-1 | 2010 | |
| Branch of the Canadian. | Kanada’dan. | True Grit-1 | 2010 | |
| I had my glass and we spotted the two boys and their old daddy, Aaron, | Gözlüğüm vardı, iki çocuğu ve yaşlı babaları Aaron’ı teşhis ettim. Dürbünümle baktım, oradaki iki Wharton ve yaşlı babaları Aaron'ı gördüm. Dürbünümle baktım, iki Wharton ve yaşlı babaları Aaron'ı gördüm. Dürbünümle baktım, oradaki iki Wharton ve yaşlı babaları Aaron'ı gördüm. Dürbünümle baktım, iki Wharton ve yaşlı babaları Aaron'ı gördüm. Dürbünümle baktım, oradaki iki Wharton ve yaşlı babaları Aaron'ı gördüm. Dürbünümle baktım, iki Wharton ve yaşlı babaları Aaron'ı gördüm. Dürbünümle baktım, iki Wharton ve yaşlı babaları Aaron'ı gördüm. | True Grit-1 | 2010 | |
| down on the creek bank with some hogs. | Etrafta farklı boylarda domuzlar vardı. Birkaç yaban domuzunun peşindeydiler. Birkaç yaban domuzunun peşindeydiler. Bir tane yavru domuzu vurdular. Birkaç yaban domuzunun peşindeydiler. Birkaç yaban domuzunun peşindeydiler. Bir tane yavru domuzu vurdular. Birkaç yaban domuzunun peşindeydiler. Birkaç yaban domuzunun peşindeydiler. Bir tane yavru domuzu vurdular. Birkaç yaban domuzunun peşindeydiler. Bir tane yavru domuzu vurdular. | True Grit-1 | 2010 |