Ara
İngilizce Türkçe Kelime Çevirileri Sayfa 177313
| İngilizce | Türkçe | Film Adı | Film Yılı | |
| I was informed that Mr. Cogburn had grit, and I hired him to find the murderer. | Bay Corburn’ün bu işte iyi olduğunu duydum. Ve katili bulması için onu tuttum. Aslında Bay Cogburn'u bilgilendiren ve onu katili bulması için tutan bendim. Aslında Bay Cogburn'u bilgilendiren ve onu katili bulması için tutan bendim. Bay Cogburn'ün cesur biri olduğunu söylediler ve onu katili bulması için tutan bendim. Bay Cogburn'ün cesur biri olduğunu söylediler ve onu katili bulması için tutan bendim. | True Grit-2 | 2010 | |
| Moments ago I came upon Chaney watering the horses. | Birkaç dakika önce atlarına su içirirken Chaney’i fark ettim. Biraz önce Chaney'yi atları sularken gördüm. Biraz önce Chaney'yi atları sularken gördüm. Biraz önce Chaney atları sularken karşılaştım. Biraz önce Chaney atları sularken karşılaştım. | True Grit-2 | 2010 | |
| Mattie: He would not be taken in charge and I shot him. | Olacakları kabullendi ve onu vurdum. Suçunu kabul etti ve ben de onu vurdum. Suçunu kabul etti ve ben de onu vurdum. Bizimle gelmeyecekti ve ben de onu vurdum. Bizimle gelmeyecekti ve ben de onu vurdum. | True Grit-2 | 2010 | |
| If I had killed him I would not now be in this fix, but my revolver misfired. | Onu öldürseydim böyle bir belaya batmazdım, ama silahım tutukluk yaptı. Onu öldürmüş olsaydım bu durumda olmazdım, ama silahım tutukluk yaptı. Onu öldürmüş olsaydım bu durumda olmazdım, ama silahım tutukluk yaptı. Onu öldürmüş olsaydım bu durumda olmazdım, ama revolverim tutukluk yaptı. Onu öldürmüş olsaydım bu durumda olmazdım, ama revolverim tutukluk yaptı. | True Grit-2 | 2010 | |
| That will do it. | Yapar. Evet, yaparlar. Her seferinde seni küçük düşürürler. Evet, yaparlar. Her seferinde seni küçük düşürürler. Evet, yaparlar. Her seferinde seni küçük düşürürler. Evet, yaparlar. Her seferinde seni küçük düşürürler. | True Grit-2 | 2010 | |
| It will embarrass you every time. | Her seferinde seni utandırır. | True Grit-2 | 2010 | |
| Most girls like to play pretties, but you like guns, do you? | Çoğu kızlar evcilik oynamayı sever, ama sen silahları seviyorsun, öyle mi? Çoğu kız oyun oynamayı sever, ama sen silahları seviyorsun, değil mi? Çoğu kız oyun oynamayı sever, ama sen silahları seviyorsun, değil mi? Çoğu kız evcilik oynamayı sever, ama sen silahları seviyorsun, değil mi? Çoğu kız evcilik oynamayı sever, ama sen silahları seviyorsun, değil mi? | True Grit-2 | 2010 | |
| I do not care a thing in the world about guns. If I did I would have one that worked. | Silahlar zerre kadar umurumda değil. Olsaydı düzgün çalışan bir silahım olurdu. Silahlardan hiç anlamam bile. Anlıyor olsaydım silahım çalışırdı. Silahlardan hiç anlamam bile. Anlıyor olsaydım silahım çalışırdı. Silahım çalışıyor olsaydı dünyadaki hiçbir silahı umursamazdım bile. Silahım çalışıyor olsaydı dünyadaki hiçbir silahı umursamazdım bile. | True Grit-2 | 2010 | |
| I was shot in an ambush, Ned. | Pusu kurup vurdular beni, Ned. Pusuya düşürülerek vuruldum, Ned. Pusuya düşürülerek vuruldum, Ned. Pusuya düşürülerek vuruldum, Ned. Pusuya düşürülerek vuruldum, Ned. | True Grit-2 | 2010 | |
| The Horses were blowing and making noise, it was that officer that got me. | Atlar huzursuzdu gürültü yapıyorlardı, beni vuran şefti. Atlar çok ses yaptı ve görevli de beni vurdu. Atlar çok ses yaptı ve görevli de beni vurdu. Atlar çok ses yaptı ve görevli de beni vurdu. Atlar çok ses yaptı ve görevli de beni vurdu. | True Grit-2 | 2010 | |
| How can you sit there and tell such a big story? | Nasıl orada oturup böyle bir hikaye anlatabiliyorsun? Nasıl orada öylece oturmuş böyle bir şeyi söyleyebiliyorsun? Nasıl orada öylece oturmuş böyle bir şeyi söyleyebiliyorsun? Nasıl orada öylece oturmuş böyle bir şeyi söyleyebiliyorsun? Nasıl orada öylece oturmuş böyle bir şeyi söyleyebiliyorsun? | True Grit-2 | 2010 | |
| That pit is a hundred feet deep, and I will throw you in it, | Şu çukurun derinliği otuz metre, ve seni içine atacağım. O çukur yüz adım derinliğinde, ve seni içine atacağım. O çukur yüz adım derinliğinde, ve seni içine atacağım. O çukur yüz adım derinliğinde ve seni içine atacağım. O çukur yüz adım derinliğinde ve seni içine atacağım. | True Grit-2 | 2010 | |
| and leave you to scream and rot. | Seni çığlıklar içinde çürümeye terk edeceğim. Sen avazın çıktığı kadar çığlık atarken, ben çekip gideceğim. Sen avazın çıktığı kadar çığlık atarken, ben çekip gideceğim. Sen avazın çıktığı kadar çığlık atarken, ben çekip gideceğim. Sen avazın çıktığı kadar çığlık atarken, ben çekip gideceğim. | True Grit-2 | 2010 | |
| How do you like that? No you won't. | Bu hoşuna gitti mi? Sen öyle san. Buna ne dersin? Yapmayacaksın. Buna ne dersin? Yapmayacaksın. Buna ne dersin? Hayır, yapmayacaksın. Buna ne dersin? Hayır, yapmayacaksın. | True Grit-2 | 2010 | |
| This man will not let you have your way. He's your boss and you have to do as he tells you. | Bu adam düşündüğün şeyi yapmana izin vermeyecek. O senin patronun ve o ne derse onu yapmak zorundasın. Bu adam sana izin vermeyecek. O senin patronun ve ne derse yapmak zorundasın. Bu adam sana izin vermeyecek. O senin patronun ve ne derse yapmak zorundasın. Bu adam sana izin vermeyecek. O senin patronun ve ne derse yapmak zorundasın. Bu adam sana izin vermeyecek. O senin patronun ve ne derse yapmak zorundasın. | True Grit-2 | 2010 | |
| Aw, nothings going my way. | Hiçbir şey yolumdan alıkoyamaz beni. Kimse benim önümde duramaz. Kimse benim önümde duramaz. Kimse benim önümde duramaz. Kimse benim önümde duramaz. | True Grit-2 | 2010 | |
| Was that Rooster that waylaid us the night before last? | Önceki gece bizimkilere pusu kuran Rooster mıydı? Geçen gece bize pusu kuran Rooster mıydı? Marşal Cogburn ve bendik. Geçen gece bize pusu kuran Rooster mıydı? Marşal Cogburn ve bendik. Geçen gece bize pusu kuran Rooster mıydı? Şerif Cogburn ve bendik. Geçen gece bize pusu kuran Rooster mıydı? Şerif Cogburn ve bendik. | True Grit-2 | 2010 | |
| It was Marshall Cogburn and myself. | Şef Cogburn ve bendik. | True Grit-2 | 2010 | |
| You and, Cogburn. | Sen ve, Cogburn. Sen ve Cogburn. Sen ve Cogburn. Sen ve Cogburn. Sen ve Cogburn. | True Grit-2 | 2010 | |
| Quite the posse. | Ne ekip ama. Sağlam bir ekip olmuşsunuz. Sağlam bir ekip olmuşsunuz. Ekip diye buna derim. Ekip diye buna derim. | True Grit-2 | 2010 | |
| Let us move, Ned. | Harekete geçelim, Ned. Bırak gidelim, Ned. Zamanı geldiğinde, doktor. Bırak gidelim, Ned. Zamanı geldiğinde, doktor. Bırak gidelim, Ned. Zamanı geldiğinde, doktor. Bırak gidelim, Ned. Zamanı geldiğinde, doktor. | True Grit-2 | 2010 | |
| In good time, Doctor. | Uygun zamanda, Doktor. | True Grit-2 | 2010 | |
| What happened to Quincy, and the kid? | Quincy’ye ve çocuğa ne oldu? Quincy'yle o çocuğa ne oldu? Quincy'yle o çocuğa ne oldu? Quincy'yle o çocuğa ne oldu? Quincy'yle o çocuğa ne oldu? | True Grit-2 | 2010 | |
| They are both dead. | İkisi de öldüler. İkisi de öldü. İkisi de öldü. İkisi de öldü. İkisi de öldü. | True Grit-2 | 2010 | |
| I was in the very middle of it, it was a terrible thing to see. | Olayın tam ortasındaydım, görmek çok fenaydı. Her şey birbirine karışmıştı, berbat bir durumdu. Her şey birbirine karışmıştı, berbat bir durumdu. Olayın ortasında kalmıştım, berbat bir durumdu. Olayın ortasında kalmıştım, berbat bir durumdu. | True Grit-2 | 2010 | |
| Please, let us move, Ned. | Lütfen, bırak harekete geçelim, Ned. Lütfen, harekete geçelim, Ned. Marşal gitti. Lütfen, harekete geçelim, Ned. Marşal gitti. Lütfen, harekete geçelim, Ned. Şerif gitti. Lütfen, harekete geçelim, Ned. Şerif gitti. | True Grit-2 | 2010 | |
| The Marshall's gone. | Şef gitti. | True Grit-2 | 2010 | |
| Do you need a good lawyer? | İyi bir avukata ihtiyacın var mı? İyi bir avukata ihtiyacın var mı? İyi bir hakime ihtiyacım var. İyi bir avukata ihtiyacın var mı? İyi bir hakime ihtiyacım var. İyi bir avukata ihtiyacın var mı? İyi bir hakime ihtiyacım var. İyi bir avukata ihtiyacın var mı? İyi bir hakime ihtiyacım var. | True Grit-2 | 2010 | |
| I need a good judge. | İyi bir hâkime ihtiyacım var. | True Grit-2 | 2010 | |
| What happened to Coke Hayes? | Poke Hayes’e ne oldu? Poke Hayes'e ne oldu? Vurulup attan düşen adama? Poke Hayes'e ne oldu? Vurulup attan düşen adama? Coke Hayes'e ne oldu? Vurulup attan düşen adama? Coke Hayes'e ne oldu? Vurulup attan düşen adama? | True Grit-2 | 2010 | |
| The old fellow shot off his horse. | Vurulup atından düşen adam. | True Grit-2 | 2010 | |
| Dead as well. | O da öldü. O da öldü. Bu muhabbet artık bitsin. O da öldü. Bu muhabbet artık bitsin. O da öldü. Verdiği hasar son buldu. O da öldü. Verdiği hasar son buldu. | True Grit-2 | 2010 | |
| His depredations have come to an end. | Başka beyanat yok. | True Grit-2 | 2010 | |
| Your friend Rooster does not collect many prisoners. | Arkadaşın Rooster fazla mahkum toplayamaz. Arkadaşın Rooster pek fazla mahkum tutuklayan biri değil. Arkadaşın Rooster pek fazla mahkum tutuklayan biri değil. Arkadaşın Rooster pek fazla mahkum tutuklayan biri değil. Arkadaşın Rooster pek fazla mahkum tutuklayan biri değil. | True Grit-2 | 2010 | |
| He is not my friend. | O benim arkadaşım değil. Arkadaşım değil. Arkadaşım değil. | True Grit-2 | 2010 | |
| He has abandoned me to a congress of louts. | Eşkıya katliamlarına karışmış eğreti bir adam o. Dağlarda kan döken çarpık biri. İçinden geçeni hiç gizlemiyorsun. Dağlarda kan döken çarpık biri. İçinden geçeni hiç gizlemiyorsun. Beni sizin gibi kaba tiplere bırakıp gitti. İçinden geçeni hiç gizlemiyorsun. Beni sizin gibi kaba tiplere bırakıp gitti. İçinden geçeni hiç gizlemiyorsun. | True Grit-2 | 2010 | |
| You do not varnish your opinion. | Fikrini söylerken nezakete ihtiyaç duymuyorsun. | True Grit-2 | 2010 | |
| Are we off? | Gidiyor muyuz? Tamam mıyız? Dur da şunları dilimleyip ateşe atalım. Tamam mıyız? Dur da şunları dilimleyip ateşe atalım. Tamam mıyız? Katy Flyer'dan kazandıklarımızı bölüşelim. Tamam mıyız? Katy Flyer'dan kazandıklarımızı bölüşelim. | True Grit-2 | 2010 | |
| Let us cut up the winnings from the Katy Flyer. | Biraz müsaade et şu atlara biraz daha şekerli yemiş verelim. | True Grit-2 | 2010 | |
| They'll be time for that at the old place. | Eski mekanda bunun için zaman olacak. Eski mekanda bunun için vaktimiz olacak. Eski mekanda bunun için vaktimiz olacak. Eski mekanda bunun için vaktimiz olacak. Eski mekanda bunun için vaktimiz olacak. | True Grit-2 | 2010 | |
| I will mount the grey. | Peki kısrak ne olacak? Peki kısrak? Senin için başka planlarım var. Peki kısrak? Senin için başka planlarım var. Geri ata ben binerim. Senin için başka planlarım var. Geri ata ben binerim. Senin için başka planlarım var. | True Grit-2 | 2010 | |
| I have other plans for you. | Onu senin için planlamadık. | True Grit-2 | 2010 | |
| Must I double mount with the doctor? | Doktorun atına binsem olur ama. Tabii ona doktorla berber binmezsem. Tabii ona doktorla berber binmezsem. Tabii ona doktorla berber binmezsem. Tabii ona doktorla berber binmezsem. | True Grit-2 | 2010 | |
| Doctor: No. Nope. | Olmaz. Hadi. Olmaz. Hadi. Olmaz. Hayır. Olmaz. Hayır. Olmaz. | True Grit-2 | 2010 | |
| it will be too chancy with two men up if it comes to a race. | Bir atta iki kişi varken rahat hareket edemeyiz. Bir ata kişiyi bindirmeyi göze alamayız. Burada kızla başının çaresine bak. Bir ata kişiyi bindirmeyi göze alamayız. Burada kızla başının çaresine bak. Bir ata iki kişiyi bindirmeyi göze alamayız. Burada kızla bekleyeceksin. Bir ata iki kişiyi bindirmeyi göze alamayız. Burada kızla bekleyeceksin. | True Grit-2 | 2010 | |
| You will wait here with the girl. | Kızla beraber kalmanın bir yolunu bul. | True Grit-2 | 2010 | |
| When we reach Ma's house I'll send Carroll | Mile’ın yerine yetişince Harold’ı gönderirim. Miles evine ulaştığımızda Harold'ı yanında yeni atlarla geri yollarım. Miles evine ulaştığımızda Harold'ı yanında yeni atlarla geri yollarım. Ma'nın evine ulaştığımızda Carrol'u yanında yeni atlarla geri yollarım. Ma'nın evine ulaştığımızda Carrol'u yanında yeni atlarla geri yollarım. | True Grit-2 | 2010 | |
| back here with some fresh mounts. | Yeni atlarla gelir. | True Grit-2 | 2010 | |
| We'll be out by dark. | Hava kararana kadar dışarıda olacağız. Gün kararınca yola çıkacağız. Eski mekanda görüşürüz. Gün kararınca yola çıkacağız. Eski mekanda görüşürüz. Gün kararınca orada oluruz. Eski mekanda görüşürüz. Gün kararınca orada oluruz. Eski mekanda görüşürüz. | True Grit-2 | 2010 | |
| We'll meet you at the old place. | Eski mekanda buluşuruz. | True Grit-2 | 2010 | |
| Chaney: I do not like that. | Bu işi sevmedim. Bu hiç hoşuma gitmedi. Bırakın sizinle geleyim, Ned. Buradan gideyim de. Bu hiç hoşuma gitmedi. Bırakın sizinle geleyim, Ned. Buradan gideyim de. Bu hiç hoşuma gitmedi. Bırakın sizinle geleyim, Ned. Buradan gideyim de. Bu hiç hoşuma gitmedi. Bırakın sizinle geleyim, Ned. Buradan gideyim de. | True Grit-2 | 2010 | |
| Let me ride with you, Ned. Just out here anyway. | Beni de atına al, Ned. Buradan çıkar yeter. | True Grit-2 | 2010 | |
| I was short a horse. | Keşke senin de atın olsaydı. Bir at eksiğim var. Marşallar buraya üşüşecek. Bir at eksiğim var. Marşallar buraya üşüşecek. Bir at eksiğim var. Şerifler buraya üşüşecek. Bir at eksiğim var. Şerifler buraya üşüşecek. | True Grit-2 | 2010 | |
| The Marshall�s will come swarming. | Şef bütün ekibiyle geri gelecek. | True Grit-2 | 2010 | |
| Hours, if they come here at all. | Gelse de bu saatler alır. Saatler sürer, tabii buraya gelirlerse. Hepimizin gittiğini düşünecekler. Saatler sürer, tabii buraya gelirlerse. Hepimizin gittiğini düşünecekler. Saatler sürer, tabii buraya gelirlerse. Hepimizin gittiğini düşünecekler. Saatler sürer, tabii buraya gelirlerse. Hepimizin gittiğini düşünecekler. | True Grit-2 | 2010 | |
| They'll think that we've all gone. | Hepimizin gittiğini sanırlar. | True Grit-2 | 2010 | |
| Mattie: I am not staying here by myself with, Tom Chaney. | Burada Tom Chaney’le baş başa kalmam. Tom Chaney ile burada tek başıma kalmam. Tom Chaney ile burada tek başıma kalmam. Tom Chaney ile burada tek başıma kalmam. Tom Chaney ile burada tek başıma kalmam. | True Grit-2 | 2010 | |
| That's the way I will have it. | Ben öyle diyorsam kalırsın. Kararım bu şekilde. Beni öldürür. Kararım bu şekilde. Beni öldürür. Kararım bu şekilde. Beni öldürür. Kararım bu şekilde. Beni öldürür. | True Grit-2 | 2010 | |
| Mattie: He will kill me. | Beni öldürür. | True Grit-2 | 2010 | |
| You heard him say it. He's killed my father, and now you will let him kill me. | Söylediğini duydun. Babamı öldürdü, şimdi de beni öldürmesine izin vereceksin. Dediğini duydunuz. Babamı öldürdü şimdi de beni öldürmesine izin veriyorsunuz. Dediğini duydunuz. Babamı öldürdü şimdi de beni öldürmesine izin veriyorsunuz. Dediğini duydunuz. Babamı öldürdü şimdi de beni öldürmesine izin veriyorsunuz. Dediğini duydunuz. Babamı öldürdü şimdi de beni öldürmesine izin veriyorsunuz. | True Grit-2 | 2010 | |
| He will do no such thing. | Böyle bir şey yapmayacak. Öyle bir şey yapmayacak. Öyle bir şey yapmayacak. Öyle bir şey yapmayacak. Öyle bir şey yapmayacak. | True Grit-2 | 2010 | |
| Tom, you know the crossing at the cypress forks near the log meeting house? | Tom. Selvi ormanının çaprazındaki Wheaton’ın ahşap evini biliyorsun. Tom. Servi ormanının karşısındaki Wheaton'ın kütük evini biliyorsun. Tom. Servi ormanının karşısındaki Wheaton'ın kütük evini biliyorsun. Tom. Servi ormanının karşısındaki kütüktek yapılma buluşma evini biliyorsun. Tom. Servi ormanının karşısındaki kütüktek yapılma buluşma evini biliyorsun. | True Grit-2 | 2010 | |
| Lucky Ned: When your mounted, you take the girl and leave her there. | Atı aldığında kızı al ve oraya getir. Oraya gittiğinde kızı oraya bırak. Anladın mı, Tom? Oraya gittiğinde kızı oraya bırak. Anladın mı, Tom? Atlarınız geldiğinde kız da al git ve oraya bırak. Anladın mı, Tom? Atlarınız geldiğinde kız da al git ve oraya bırak. Anladın mı, Tom? | True Grit-2 | 2010 | |
| You understand, Tom? | Anladın mı, Tom? | True Grit-2 | 2010 | |
| Any harm comes to that child, | Çocuğa herhangi bir zarar gelirse, Eğer bu çocuğa bir zarar gelirse... Eğer bu çocuğa bir zarar gelirse... Bu çocuğa bir zarar gelirse... Bu çocuğa bir zarar gelirse... | True Grit-2 | 2010 | |
| you'll not get paid. | maaşını alamazsın. ...paranı alamazsın. ...paranı alamazsın. ...paranı alamazsın. ...paranı alamazsın. | True Grit-2 | 2010 | |
| Harold, let me ride up with you. | Harold, beni de atına bindir. Harold, bırak seninle geleyim. Harold, bırak seninle geleyim. Harold, bırak seninle geleyim. Harold, bırak seninle geleyim. | True Grit-2 | 2010 | |
| I am not heavy. | Ağır değilim. | True Grit-2 | 2010 | |
| Do the calf again, Harold. | Yine buzağı taklidi yap, Harold. Şu sesi tekrar yapsana, Harold. Şu sesi tekrar yapsana, Harold. Yine dana yapsana, Harold. Yine dana yapsana, Harold. | True Grit-2 | 2010 | |
| Everything is against me. | Her şey bana karşı. Her şey bana karşı. Sızlanmak için hiçbir sebebin yok. Her şey bana karşı. Sızlanmak için hiçbir sebebin yok. Her şey bana karşı. Sızlanmak için hiçbir sebebin yok. Her şey bana karşı. Sızlanmak için hiçbir sebebin yok. | True Grit-2 | 2010 | |
| You have no reason to whine. | Mızmızlanmak için hiçbir sebebin yok. | True Grit-2 | 2010 | |
| You act as the bandit Chief instructed and no harm comes to me, | Patronunun talimatlarına uyarsan bana da bir zarar gelmezse eski mekanda maaşını alacaksın. Çete liderinin dediklerini yaparsan ve bana zarar gelmezse paranı alacaksın. Çete liderinin dediklerini yaparsan ve bana zarar gelmezse paranı alacaksın. Çete liderinin dediklerini yaparsan ve bana zarar gelmezse paranı alacaksın. Çete liderinin dediklerini yaparsan ve bana zarar gelmezse paranı alacaksın. | True Grit-2 | 2010 | |
| Lucky Ned has left me alone. I am sure to be caught, when I leave on foot. | Şanslı Ned beni bir başıma bıraktı. Yakalanacağımdan eminim. Atım da yok. Şanslı Ned beni bıraktı. Eminim yakalanacağım ve yayan kaldım. Şanslı Ned beni bıraktı. Eminim yakalanacağım ve yayan kaldım. Şanslı Ned beni bırakıp gitti. Atım yokken yakalanacağımdan eminim. Şanslı Ned beni bırakıp gitti. Atım yokken yakalanacağımdan eminim. | True Grit-2 | 2010 | |
| Must think over my position and how I may improve it. | Pozisyonumu değerlendirip daha iyi duruma geçmek için düşünmeliyim. Durumu gözden geçirmeli ve nasıl düzelteceğimi düşünmeliyim. Durumu gözden geçirmeli ve nasıl düzelteceğimi düşünmeliyim. Durumu gözden geçirmeli ve nasıl düzelteceğimi düşünmeliyim. Durumu gözden geçirmeli ve nasıl düzelteceğimi düşünmeliyim. | True Grit-2 | 2010 | |
| Where's the second California gold piece? | İkinci Kaliforniya altın sikkesi nerede? Diğer California altını nerede? Diğer California altını nerede? Diğer California altını nerede? Diğer California altını nerede? | True Grit-2 | 2010 | |
| What have you done with Papa's mare? | Babamın kısrağına ne yaptın? Baba'mın kısrağını ne yaptın? Sessiz ol! Baba'mın kısrağını ne yaptın? Sessiz ol! Baba'mın kısrağını ne yaptın? Sessiz ol! Baba'mın kısrağını ne yaptın? Sessiz ol! | True Grit-2 | 2010 | |
| Keep still. | Uslu dur. | True Grit-2 | 2010 | |
| Are you thinking about the old place? | Eski mekanı mı düşünüyorsun? Eski mekanı mı düşünüyorsun? Bak şimdi, beni bırakırsan... Eski mekanı mı düşünüyorsun? Bak şimdi, beni bırakırsan... Eski mekanı mı düşünüyorsun? Bak şimdi, beni bırakırsan... Eski mekanı mı düşünüyorsun? Bak şimdi, beni bırakırsan... | True Grit-2 | 2010 | |
| Look here, if you let me go. | Bana bak, eğer gitmeme izin verirsen | True Grit-2 | 2010 | |
| I will swear to an affidavit... | Yemin ederim ki yazılı beyanat vereceğim… ...mahkemeye çıktığında yeminli beyan veririm ve işler senin için kolaylaşabilir. ...mahkemeye çıktığında yeminli beyan veririm ve işler senin için kolaylaşabilir. ...mahkemeye çıktığında yeminli beyan veririm ve işler senin için kolaylaşabilir. ...mahkemeye çıktığında yeminli beyan veririm ve işler senin için kolaylaşabilir. | True Grit-2 | 2010 | |
| and once you are brought to justice, it may go easier on you. | ve mahkemeye ilk çıktığında suçun hafifleyecek. | True Grit-2 | 2010 | |
| I tell you I can do better. | Sana söylüyorum daha iyisini yapabilirim. Daha iyisini yapabilirim. Daha iyisini yapabilirim. Daha iyisini yapabilirim. Daha iyisini yapabilirim. | True Grit-2 | 2010 | |
| I don't need no affidavit. | Senin yazılı beyanına ihtiyacım yok. Senin beyanına ihtiyacım yok. Senin beyanına ihtiyacım yok. Senin beyanına ihtiyacım yok. Senin beyanına ihtiyacım yok. | True Grit-2 | 2010 | |
| All I need is your silence. | Tek istediğim sessiz olman. Tek ihtiyacım olan, senin susman. Tek ihtiyacım olan, senin susman. Tek ihtiyacım olan, senin susman. Tek ihtiyacım olan, senin susman. | True Grit-2 | 2010 | |
| Your father was a busybody like you. | Baban da senin gibi işgüzardı. İşgüzarlık edip peşimden geldin. İşgüzarlık edip peşimden geldin. Baban da senin gibi işgüzarın tekiydi. Baban da senin gibi işgüzarın tekiydi. | True Grit-2 | 2010 | |
| In honesty, I do not regret shooting him. | Dürüst olmak gerekirse, babanı vurduğum için pişman değilim. Dürüst olmak gerekirse, onu öldürdüğüm için pişman değilim. Dürüst olmak gerekirse, onu öldürdüğüm için pişman değilim. Dürüst olmak gerekirse, onu öldürdüğüm için pişman değilim. Dürüst olmak gerekirse, onu öldürdüğüm için pişman değilim. | True Grit-2 | 2010 | |
| He thought Tom Chaney was small. | Tom Chaney’yi küçük bir adam sandı. Tom Chaney'nin önemsiz biri olduğunu düşünmüştü. Tom Chaney'nin önemsiz biri olduğunu düşünmüştü. Tom Chaney'nin önemsiz biri olduğunu düşünmüştü. Tom Chaney'nin önemsiz biri olduğunu düşünmüştü. | True Grit-2 | 2010 | |
| You and him. | Sen... Benimle alay etmişti. Bana beyan vereceksin. Benimle alay etmişti. Bana beyan vereceksin. Benimle alay etmişti. Bana beyan vereceksin. Benimle alay etmişti. Bana beyan vereceksin. | True Grit-2 | 2010 | |
| You will give me an affidavit. | Sen mi benim için yeminli beyanat vereceksin. | True Grit-2 | 2010 | |
| You're all against me, everybody.... | Hepiniz bana karşısınız, herkes… Hepiniz bana karşısınız, herkes... Hepiniz bana karşısınız, herkes... Hepiniz bana karşısınız, herkes... Hepiniz bana karşısınız, herkes... | True Grit-2 | 2010 | |
| La Boeuf: That is, Chelmsford. | Demek bu, Chelmsford. Bu Chelmsford. Bu Chelmsford. Bu adam, Chelmsford. Bu adam, Chelmsford. | True Grit-2 | 2010 | |
| Strange to be so close to him at last. | Sonunda ona böylesine yakın olmak tuhaf. Sonunda ona bu kadar yakın olmak tuhaf. Sonunda ona bu kadar yakın olmak tuhaf. Sonunda ona bu kadar yakın olmak tuhaf. Sonunda ona bu kadar yakın olmak tuhaf. | True Grit-2 | 2010 | |
| Mr. La Boeuf, how is it that you are here? | Bay LaBoeuf, nasıl oldu da buraya geldiniz? Bay La Boeuf, nasıl oldu da buraya geldin? Bay La Boeuf, nasıl oldu da buraya geldin? Bay La Boeuf, nasıl oldu da buraya geldin? Bay La Boeuf, nasıl oldu da buraya geldin? | True Grit-2 | 2010 | |
| I heard a shot. | Silah sesi duydum. Ateş sesini duydum. Nehir boyunca gittim. Ateş sesini duydum. Nehir boyunca gittim. Silah sesini duydum. Nehir boyunca gittim. Silah sesini duydum. Nehir boyunca gittim. | True Grit-2 | 2010 | |
| Went down to the river. | Nehre indim. | True Grit-2 | 2010 | |
| Cogburn outlined a plan. | Cogburn bir plan kurdu. Cogburn plan yaptı. Cogburn plan yaptı. Cogburn plan yaptı. Cogburn plan yaptı. | True Grit-2 | 2010 | |
| Mind your foot, there's a pit there. | Adımına dikkat et, orada bir çukur var. Dikkat et, burada bir çukur var. Dikkat et, burada bir çukur var. Dikkat et, burada bir çukur var. Dikkat et, burada bir çukur var. | True Grit-2 | 2010 | |
| His part, | Onun görevi, Ona göre, saldırmaktan korkuyormuşum. Ona göre, saldırmaktan korkuyormuşum. Ona göre, saldırmaktan korkuyormuşum. Ona göre, saldırmaktan korkuyormuşum. | True Grit-2 | 2010 | |
| I fear is rash. | bundan korkuyordum; acele etmek. | True Grit-2 | 2010 | |
| La Boeuf: He returns for Lucky Ned. | Şanslı Ned için geri dönüyor. Şanslı Ned için döndü. Şanslı Ned için döndü. Şanslı Ned için döndü. Şanslı Ned için döndü. | True Grit-2 | 2010 |