Ara
İngilizce Türkçe Kelime Çevirileri Sayfa 177308
| İngilizce | Türkçe | Film Adı | Film Yılı | |
| Is that we bring Chaney down to the magistrate, | Chaney’i hâkimin karşısına çıkaracağımızdan mı bahsediyorsun? Sonuçta Chaney'yi adalete teslim edeceğimize göre... Sonuçta Chaney'yi adalete teslim edeceğimize göre... Sonuçta Chaney'yi adalete teslim edeceğimize göre... Sonuçta Chaney'yi adalete teslim edeceğimize göre... Sonuçta Chaney'yi adalete teslim edeceğimize göre... Sonuçta Chaney'yi adalete teslim edeceğimize göre... Sonuçta Chaney'yi adalete teslim edeceğimize göre... | True Grit-2 | 2010 | |
| in San Saba, Texas wherein there's a considerable reward on him for which we split. | Ve onu Teksas’a götürüp onun üzerine konulan ödülü alıp aramızda paylaşacağımızdan. ...ve madem ki başına konan büyük ödül var biz de Texas'a götürüp ödülü paylaşacağız. ...Texas, San Saba'ya götürüp başına konan büyük ödülü paylaşacağız. ...ve madem ki başına konan büyük ödül var biz de Texas'a götürüp ödülü paylaşacağız. ...Texas, San Saba'ya götürüp başına konan büyük ödülü paylaşacağız. ...ve madem ki başına konan büyük ödül var biz de Texas'a götürüp ödülü paylaşacağız. ...Texas, San Saba'ya götürüp başına konan büyük ödülü paylaşacağız. ...Texas, San Saba'ya götürüp başına konan büyük ödülü paylaşacağız. | True Grit-2 | 2010 | |
| Make him eat sand out on the road. I will hold him down. | Ya da onu yere yatırırım, semer olur, sen de üzerine binersin. ...ya da sırtına semer vurabilirim, onu yere indirebilirim. ...ya da ben tutarım sen de yoldaki kumu yedirirsin. ...ya da sırtına semer vurabilirim, onu yere indirebilirim. ...ya da ben tutarım sen de yoldaki kumu yedirirsin. ...ya da sırtına semer vurabilirim, onu yere indirebilirim. ...ya da ben tutarım sen de yoldaki kumu yedirirsin. ...ya da ben tutarım sen de yoldaki kumu yedirirsin. | True Grit-2 | 2010 | |
| If you what. | Bak ne diyeceğim. Bak ne diyorum. Bak ne diyorum. Bak ne diyorum. Bak ne diyorum. Bak ne diyorum. Bak ne diyorum. Bak ne diyorum. | True Grit-2 | 2010 | |
| I'll flay the flesh off the souls of his feet. | Onun ayaklarının derisini yüzerim. Ayaklarındaki derisini yüzerim. Ayaklarındaki derisini yüzerim. Ayaklarındaki derisini yüzerim. Ayaklarındaki derisini yüzerim. Ayaklarındaki derisini yüzerim. Ayaklarındaki derisini yüzerim. Ayaklarındaki derisini yüzerim. | True Grit-2 | 2010 | |
| Find you Indian pepper you can rub in his wound. | Sana Kızılderili biberi bulurum, sen de yarasına basarsın. Yarasına Kızılderili biberi basabilirsin. Yarasına Kızılderili biberi sürersin. Yarasına Kızılderili biberi basabilirsin. Yarasına Kızılderili biberi sürersin. Yarasına Kızılderili biberi basabilirsin. Yarasına Kızılderili biberi sürersin. Yarasına Kızılderili biberi sürersin. | True Grit-2 | 2010 | |
| It's time for you to learn. | Öğreneceksin. Öğrenmeye başla. Senin yönteminle olmaz hem de hiçbir detayı. Öğrenmeye başla. Senin yönteminle olmaz hem de hiçbir detayı. Öğrenmeye başla. Senin yönteminle olmaz hem de hiçbir detayı. Öğrenmeye başla. Senin yönteminle olmaz hem de hiçbir detayı. Öğrenmeye başla. Senin yönteminle olmaz hem de hiçbir detayı. Öğrenmeye başla. Senin yönteminle olmaz hem de hiçbir detayı. Öğrenmeye başla. Senin yönteminle olmaz hem de hiçbir detayı. | True Grit-2 | 2010 | |
| You cannot have your way. | Her şey tüm ayrıntılarıyla, Benim yöntemimle olmayacaksa size neden para ödeyeyim ki? | True Grit-2 | 2010 | |
| In every little particular. | tam senin istediğin gibi olmayabilir. | True Grit-2 | 2010 | |
| If you find I failed to satisfied your terms. | Anlaşma koşullarına uymadığımı tespit edersen, Şartlarını yerine getirmeyeceğimi anladın. Şartlarını yerine getiremediğimi düşünürsen... Şartlarını yerine getirmeyeceğimi anladın. Şartlarını yerine getiremediğimi düşünürsen... Şartlarını yerine getirmeyeceğimi anladın. Şartlarını yerine getiremediğimi düşünürsen... Şartlarını yerine getiremediğimi düşünürsen... | True Grit-2 | 2010 | |
| Little Blackie and I are ridding back to the U.S. Marshall's office, this is fraud. | “Küçük Siyahî” ve ben ABD polis şefliğine dönüyoruz. Bu sahtekârlık. Little Blackie ile Amerikan Marşal Bürosuna gidiyoruz, bu yaptığınız dolandırıcılık. Little Blackie ile Federal Şerifler Bürosuna gidiyoruz, bu yaptığınız dolandırıcılık. Little Blackie ile Amerikan Marşal Bürosuna gidiyoruz, bu yaptığınız dolandırıcılık. Little Blackie ile Yardımcı Şerfiler Bürosuna gidiyoruz, bu yaptığınız dolandırıcılık. Little Blackie ile Amerikan Marşal Bürosuna gidiyoruz, bu yaptığınız dolandırıcılık. Little Blackie ile Yardımcı Şerfiler Bürosuna gidiyoruz, bu yaptığınız dolandırıcılık. Little Blackie ile Yardımcı Şerfiler Bürosuna gidiyoruz, bu yaptığınız dolandırıcılık. | True Grit-2 | 2010 | |
| God damn it. | Sen bilirsin. Aman be. Aman be. Aman be. | True Grit-2 | 2010 | |
| Sounds to me you're still being hoorawed by a little girl. | Bana öyle geliyor ki küçük bir kız sana şebek muamelesi yapıyor. Küçük bir kız tarafından yönlendiriliyorsun gibime geliyor. Küçük bir kız tarafından yönlendiriliyorsun gibime geliyor. Küçük bir kız tarafından yönlendiriliyorsun gibime geliyor. | True Grit-2 | 2010 | |
| You say, hooraw? That was the point. | Şebek mi dedin? Aynen öyle dedim. Yönlendiriliyor muyum? Aynen öyle. Yönlendiriliyor muyum? Aynen öyle. Yönlendiriliyor muyum? Aynen öyle. Yönlendiriliyor muyum? Aynen öyle. Yönlendiriliyor muyum? Aynen öyle. Yönlendiriliyor muyum? Aynen öyle. Yönlendiriliyor muyum? Aynen öyle. | True Grit-2 | 2010 | |
| There is no hoorawing. My agreement with the Marshall, | Şebek muamelesi yaptığım yok. Şefle yaptığım anlaşma, Yönlendirme falan yok. Marşal ile olan anlaşmam kanun hükmünde senin aleyhine. Yönlendirme falan yok. Şerif ile olan anlaşmam senden önce. Kanun hükmü var. Yönlendirme falan yok. Marşal ile olan anlaşmam kanun hükmünde senin aleyhine. Yönlendirme falan yok. Şerif ile olan anlaşmam senden önce. Kanun hükmü var. Yönlendirme falan yok. Marşal ile olan anlaşmam kanun hükmünde senin aleyhine. Yönlendirme falan yok. Şerif ile olan anlaşmam senden önce. Kanun hükmü var. Yönlendirme falan yok. Şerif ile olan anlaşmam senden önce. Kanun hükmü var. | True Grit-2 | 2010 | |
| ante dates your's. It has the force of law. | seninkinden önce gelir. Onda kanun gücü var. | True Grit-2 | 2010 | |
| He rode by the light of the moon with Quantrill. | Quantrill’le ay ışığı eşliğinde at binmiş. Quantrill ay ışığından at sürmüş. Quantrill ile birlikte ay ışığında at sürmüş. Quantrill ay ışığından at sürmüş. Quantrill ile birlikte ay ışığında at sürmüş. Quantrill ay ışığından at sürmüş. Quantrill ile birlikte ay ışığında at sürmüş. Quantrill ile birlikte ay ışığında at sürmüş. | True Grit-2 | 2010 | |
| And Bloody Bill Anderson. Them men were patriots, Texas trash. | Lanet olasıca Phil Amers. O adamlar vatanseverdi, Teksas çöplüğü. Kanlı Phil Amers. Onlar vatanseverdi, Texas kazması. Kanlı Bill Anderson. Onlar vatanseverdi, Texas kazması. Kanlı Phil Amers. Onlar vatanseverdi, Texas kazması. Kanlı Bill Anderson. Onlar vatanseverdi, Texas kazması. Kanlı Phil Amers. Onlar vatanseverdi, Texas kazması. Kanlı Bill Anderson. Onlar vatanseverdi, Texas kazması. Kanlı Bill Anderson. Onlar vatanseverdi, Texas kazması. | True Grit-2 | 2010 | |
| I was at Shreveport. | Treeport’taydım. Treeport'daydım. Önce Kirby Smith ile, sonra... Shreveport'daydım. Önce Kirby Smith ile, sonra... Treeport'daydım. Önce Kirby Smith ile, sonra... Shreveport'daydım. Önce Kirby Smith ile, sonra... Treeport'daydım. Önce Kirby Smith ile, sonra... Shreveport'daydım. Önce Kirby Smith ile, sonra... Shreveport'daydım. Önce Kirby Smith ile, sonra... | True Grit-2 | 2010 | |
| What side was you on? | Hangi taraftaydın? Hangi taraftaydınız? Hangi taraftaydınız? Hangi taraftaydınız? Hangi taraftaydınız? Hangi taraftaydınız? Hangi taraftaydınız? Hangi taraftaydınız? | True Grit-2 | 2010 | |
| I was in the army of Northern Virginia, Cogburn. | Kuzey Virginia ordusundaydım, Cogburn. | True Grit-2 | 2010 | |
| If you had served with Captain Quantrill. | Komutan Quantrill’le görev yaptıysan… Yüzbaşı Quantrill'e hizmet ettiysen... Yüzbaşı Quantrill'e hizmet ettiysen... Yüzbaşı Quantrill'e hizmet ettiysen... Yüzbaşı Quantrill'e hizmet ettiysen... Yüzbaşı Quantrill'e hizmet ettiysen... Yüzbaşı Quantrill'e hizmet ettiysen... Yüzbaşı Quantrill'e hizmet ettiysen... | True Grit-2 | 2010 | |
| That...indeed. | O… Tabii. Daha neler... Daha neler... Daha neler... Daha neler... Daha neler... Daha neler... Daha neler... | True Grit-2 | 2010 | |
| You'd had best let this go, La Boeuf. Captain of what? | Kabul et, LaBoeuf. Neyin komutanı? Bu konuyu kapat La Boeuf. Yüzbaşı ne? Bu konuyu kapat La Boeuf. Yüzbaşı ne? Bu konuyu kapat La Boeuf. Yüzbaşı ne? Bu konuyu kapat La Boeuf. Yüzbaşı ne? Bu konuyu kapat La Boeuf. Yüzbaşı ne? Bu konuyu kapat La Boeuf. Yüzbaşı ne? Bu konuyu kapat La Boeuf. Yüzbaşı ne? | True Grit-2 | 2010 | |
| Good then. | Buraya kadar. | True Grit-2 | 2010 | |
| There's not sufficient dollars in the state of Texas, | Teksas’ta senin saçma sapan fikirlerini Texas eyaletinde senin saçmalıklarını dinlememe değecek kadar para yok. Texas eyaletinde senin saçmalıklarını dinlememe değecek kadar para yok. Texas eyaletinde senin saçmalıklarını dinlememe değecek kadar para yok. Texas eyaletinde senin saçmalıklarını dinlememe değecek kadar para yok. Texas eyaletinde senin saçmalıklarını dinlememe değecek kadar para yok. Texas eyaletinde senin saçmalıklarını dinlememe değecek kadar para yok. Texas eyaletinde senin saçmalıklarını dinlememe değecek kadar para yok. | True Grit-2 | 2010 | |
| to make it worth my while to listen to your business. | düşünmeme yetecek kadar para yok. | True Grit-2 | 2010 | |
| It's each man for himself. | Tek başına bulursun artık. Kendi başının çaresine bak. Herkes kendi başının çaresine baksın. Kendi başının çaresine bak. Herkes kendi başının çaresine baksın. Kendi başının çaresine bak. Herkes kendi başının çaresine baksın. Herkes kendi başının çaresine baksın. | True Grit-2 | 2010 | |
| You've graduated from a marauder, to wet nurse. | Serserilikten sütnineliğe terfi ettin. Ciğeri beş para etmez bir adamdan bir süt anneye döndün. Ciğeri beş para etmez bir adamdan bir süt anneye döndün. Ciğeri beş para etmez bir adamdan bir süt anneye döndün. Ciğeri beş para etmez bir adamdan bir süt anneye döndün. Ciğeri beş para etmez bir adamdan bir süt anneye döndün. Ciğeri beş para etmez bir adamdan bir süt anneye döndün. Ciğeri beş para etmez bir adamdan bir süt anneye döndün. | True Grit-2 | 2010 | |
| La Boeuf: A dios. | Hoşça kalın. Elveda. Elveda. Elveda. Elveda. Elveda. Elveda. Elveda. | True Grit-2 | 2010 | |
| We don't need him, do we Marshall? | Ona ihtiyacımız yok, değil mi Şef? Ona ihtiyacımız yok değil mi Marşal? Ona ihtiyacımız yok değil mi Şerif? Ona ihtiyacımız yok değil mi Marşal? Ona ihtiyacımız yok değil mi Şerif? Ona ihtiyacımız yok değil mi Marşal? Ona ihtiyacımız yok değil mi Şerif? Ona ihtiyacımız yok değil mi Şerif? | True Grit-2 | 2010 | |
| Gonna miss his Sharps Carbine. | Sharps Carbine(tüfek markası)’ini özleyeceğim. Sharps Karabina tüfeğini özleyeceğiz. Sharps Karabina tüfeğini özleyeceğiz. Sharps Karabina tüfeğini özleyeceğiz. Sharps Karabina tüfeğini özleyeceğiz. Sharps Karabina tüfeğini özleyeceğiz. Sharps Karabina tüfeğini özleyeceğiz. Sharps Karabina tüfeğini özleyeceğiz. | True Grit-2 | 2010 | |
| And I'm going to see Bagby. | Ben hemen dönerim. Bagbee'yi görmeye gidiyorum. Bagby'i görmeye gidiyorum. Bagbee'yi görmeye gidiyorum. Bagby'i görmeye gidiyorum. Bagbee'yi görmeye gidiyorum. Bagby'i görmeye gidiyorum. Bagby'i görmeye gidiyorum. | True Grit-2 | 2010 | |
| Coke rides with Lucky Ned. | Cole Şanslı Ned’le takılır. Cole, Şanslı Ned'le birlikte takılır. Cole, Şanslı Ned'le birlikte takılır. Cole, Şanslı Ned'le birlikte takılır. Cole, Şanslı Ned'le birlikte takılır. Cole, Şanslı Ned'le birlikte takılır. Cole, Şanslı Ned'le birlikte takılır. Cole, Şanslı Ned'le birlikte takılır. | True Grit-2 | 2010 | |
| He brought supplies with this. | Erzak satın almış, bununla. Bununla malzeme almış. Bununla malzeme almış. Bununla malzeme almış. Bununla malzeme almış. Bununla malzeme almış. Bununla malzeme almış. Bununla malzeme almış. | True Grit-2 | 2010 | |
| Not the worlds only California gold piece. | Çok az bulunan bir şey değil, Kaliforniya altın sikkesi. California altınından ne olur ki? Dünyadaki tek California altını bu değil ya. California altınından ne olur ki? Dünyadaki tek California altını bu değil ya. California altınından ne olur ki? Dünyadaki tek California altını bu değil ya. Dünyadaki tek California altını bu değil ya. | True Grit-2 | 2010 | |
| But if it is, Chaney's. | Chaney’ninse ne değişir ki? Ama bu Chaney'ninse... Ama bu Chaney'ninse... Ama bu Chaney'ninse... Ama bu Chaney'ninse... Ama bu Chaney'ninse... Ama bu Chaney'ninse... Ama bu Chaney'ninse... | True Grit-2 | 2010 | |
| It could just as easily mean that Lucky Ned | Şanslı Ned’in bunlardan bulma ihtimali yüksek. ...o daha geldiklerini anlamadan Şanslı Ned'in çetesiyle karşılaşmıştır. ...daha geldiklerini anlamadan Şanslı Ned'in çetesi ona saldırmıştır. ...o daha geldiklerini anlamadan Şanslı Ned'in çetesiyle karşılaşmıştır. ...daha geldiklerini anlamadan Şanslı Ned'in çetesi ona saldırmıştır. ...o daha geldiklerini anlamadan Şanslı Ned'in çetesiyle karşılaşmıştır. ...daha geldiklerini anlamadan Şanslı Ned'in çetesi ona saldırmıştır. ...daha geldiklerini anlamadan Şanslı Ned'in çetesi ona saldırmıştır. | True Grit-2 | 2010 | |
| and his gang fell upon him as he fell in with them. | Çeteden bir kişi bunları bulduğunda o da bulmuş demektir. | True Grit-2 | 2010 | |
| That would be a bitter disappointment Marshall, what do we do? | Bu büyük bir hayal kırıklığı olur Şef, öyleyse ne yaparız? Çok büyük bir hayal kırıklığı olur Marşal, ne yapıyoruz? Çok büyük bir hayal kırıklığı olur Şerif, ne yapıyoruz? Çok büyük bir hayal kırıklığı olur Marşal, ne yapıyoruz? Çok büyük bir hayal kırıklığı olur Şerif, ne yapıyoruz? Çok büyük bir hayal kırıklığı olur Marşal, ne yapıyoruz? Çok büyük bir hayal kırıklığı olur Şerif, ne yapıyoruz? Çok büyük bir hayal kırıklığı olur Şerif, ne yapıyoruz? | True Grit-2 | 2010 | |
| Ned's unfinished business for the Marshall's anyhow. When we have him, we'll also have Chaney. | Ned'le yarım kalmış bir işimiz var nasılsa. Onu bulduk mu, Chaney’i de bulduk demektir. Nasıl olsa Marşal'ların Ned'le işi bitmemiş. Onu bulursak, Chaney'yi de buluruz. Nasıl olsa Şerfiler'in Ned'le işi bitmemiş. Onu bulursak, Chaney'yi de buluruz. Nasıl olsa Marşal'ların Ned'le işi bitmemiş. Onu bulursak, Chaney'yi de buluruz. Nasıl olsa Şerfiler'in Ned'le işi bitmemiş. Onu bulursak, Chaney'yi de buluruz. Nasıl olsa Marşal'ların Ned'le işi bitmemiş. Onu bulursak, Chaney'yi de buluruz. Nasıl olsa Şerfiler'in Ned'le işi bitmemiş. Onu bulursak, Chaney'yi de buluruz. Nasıl olsa Şerfiler'in Ned'le işi bitmemiş. Onu bulursak, Chaney'yi de buluruz. | True Grit-2 | 2010 | |
| Or we can know the whereabouts of his body. | Nerede olabileceği hakkında bir bilgim yok. Cesedinin yerini öğreniriz. Cesedinin yerini öğreniriz. Cesedinin yerini öğreniriz. Cesedinin yerini öğreniriz. Cesedinin yerini öğreniriz. Cesedinin yerini öğreniriz. Cesedinin yerini öğreniriz. | True Grit-2 | 2010 | |
| Bagby didn't know which way they went. | Bagget hangi yöne doğru gittiklerini bilmiyormuş. Bagbee hangi yöne gittiklerini bilmiyormuş ama buraya geldiklerini biliyoruz. Bagby hangi yöne gittiklerini bilmiyormuş ama buraya geldiklerini biliyoruz. Bagbee hangi yöne gittiklerini bilmiyormuş ama buraya geldiklerini biliyoruz. Bagby hangi yöne gittiklerini bilmiyormuş ama buraya geldiklerini biliyoruz. Bagbee hangi yöne gittiklerini bilmiyormuş ama buraya geldiklerini biliyoruz. Bagby hangi yöne gittiklerini bilmiyormuş ama buraya geldiklerini biliyoruz. Bagby hangi yöne gittiklerini bilmiyormuş ama buraya geldiklerini biliyoruz. | True Grit-2 | 2010 | |
| But now that we know they come through here. | Buradan geçtiklerini biliyoruz. | True Grit-2 | 2010 | |
| They couldn't have gone but one of two ways. | Gitmiş olabilecekleri iki yön var. Gidebilecekleri bir veya iki yol var. Gidebilecekleri bir veya iki yol var. Gidebilecekleri bir veya iki yol var. Gidebilecekleri bir veya iki yol var. Gidebilecekleri bir veya iki yol var. Gidebilecekleri bir veya iki yol var. Gidebilecekleri bir veya iki yol var. | True Grit-2 | 2010 | |
| Heading north, towards the Winding Stair Mountains. | Kuzeye, taraçalı dağlara doğru. Ya kuzeye doğru Winding Stair dağlarına... Ya kuzeye doğru Winding Stair dağlarına... Ya kuzeye doğru Winding Stair dağlarına... Ya kuzeye doğru Winding Stair dağlarına... Ya kuzeye doğru Winding Stair dağlarına... Ya kuzeye doğru Winding Stair dağlarına... Ya kuzeye doğru Winding Stair dağlarına... | True Grit-2 | 2010 | |
| Or pushing further west. | Batının derinliklerine doğru. ...ya da batıya yöneldiler. ...ya da batıya yöneldiler. ...ya da batıya yöneldiler. ...ya da batıya yöneldiler. ...ya da batıya yöneldiler. ...ya da batıya yöneldiler. ...ya da batıya yöneldiler. | True Grit-2 | 2010 | |
| I expect north, there is more to rob. | Bence kuzeye gitmişlerdir. Bence kuzeye gittiler. Bence kuzeye gittiler, soyulacak daha fazla yer var. Bence kuzeye gittiler. Bence kuzeye gittiler, soyulacak daha fazla yer var. Bence kuzeye gittiler. Bence kuzeye gittiler, soyulacak daha fazla yer var. Bence kuzeye gittiler, soyulacak daha fazla yer var. | True Grit-2 | 2010 | |
| I found an eating place, | Yemek yiyecek bir yer buldum. Bir lokanta buldum. Bir lokanta buldum. Bir lokanta buldum. Bir lokanta buldum. Bir lokanta buldum. Bir lokanta buldum. Bir lokanta buldum. | True Grit-2 | 2010 | |
| called the 'Green frog'. | “Yeşil Kurbağa” diye bir yer. Green Frog deniyordu. Green Frog deniyordu. Green Frog deniyordu. Green Frog deniyordu. Green Frog deniyordu. Green Frog deniyordu. Green Frog deniyordu. | True Grit-2 | 2010 | |
| Started calling myself, Burroughs. | Kendime “merkep” demeye başladım. Kendime eşek demeye başladım. İsmimi Burroughs olarak değiştirdim. Kendime eşek demeye başladım. İsmimi Burroughs olarak değiştirdim. Kendime eşek demeye başladım. İsmimi Burroughs olarak değiştirdim. İsmimi Burroughs olarak değiştirdim. | True Grit-2 | 2010 | |
| But my drinking picked up. | Ama foyam meydana çıktı. Ama daha fazla içmeye başladım. Ama daha fazla içmeye başladım. Ama daha fazla içmeye başladım. Ama daha fazla içmeye başladım. Ama daha fazla içmeye başladım. Ama daha fazla içmeye başladım. Ama daha fazla içmeye başladım. | True Grit-2 | 2010 | |
| My wife did not care for the company of my river friends. | Karım bana eşlik eden likit arkadaşlarımdan hoşlanmadı. Karım nehir arkadaşlarımın misafirliğinden kaygılanmıyordu. Karım, arkadaşlarımla takılmamı önemsemiyordu. Karım nehir arkadaşlarımın misafirliğinden kaygılanmıyordu. Karım, arkadaşlarımla takılmamı önemsemiyordu. Karım nehir arkadaşlarımın misafirliğinden kaygılanmıyordu. Karım, arkadaşlarımla takılmamı önemsemiyordu. Karım, arkadaşlarımla takılmamı önemsemiyordu. | True Grit-2 | 2010 | |
| She decided to go back to her first husband. | İlk kocasına dönmeye karar verdi. | True Grit-2 | 2010 | |
| A clerk in a hardware store. | Hırdavatçıda tezgahtardım. Hırdavatçıdaki Clerk. Hırdavatçıdaki bir tezgâhtardı. Hırdavatçıdaki Clerk. Hırdavatçıdaki bir tezgâhtardı. Hırdavatçıdaki Clerk. Hırdavatçıdaki bir tezgâhtardı. Hırdavatçıdaki bir tezgâhtardı. | True Grit-2 | 2010 | |
| That was when she said, "Goodbye Ruben". | Bu, “hoşça kal Rueben” dediği zamandı. Sonra da elveda Ruben dedi. Sonra da "Elveda Rueben." Sonra da elveda Ruben dedi. Sonra da "Elveda Rueben." Sonra da elveda Ruben dedi. Sonra da "Elveda Rueben." Sonra da "Elveda Rueben." | True Grit-2 | 2010 | |
| 'A love of decency, did not abide in you." | “Dırdır etmeyi severim ama, burada tahammülüm yok.” Aşkın nezaketi bir yıl bile sürmedi. "Aşkın nezaketi sena göre değil." dedi. Aşkın nezaketi bir yıl bile sürmedi. "Aşkın nezaketi sena göre değil." dedi. Aşkın nezaketi bir yıl bile sürmedi. "Aşkın nezaketi sena göre değil." dedi. "Aşkın nezaketi sena göre değil." dedi. | True Grit-2 | 2010 | |
| A divorced woman talking about decency. | Dırdırdan yakınıp boşanan ilk kadın. Böylece nezaketten bahseden ilk karımdan boşandım. Nezaketten bahseden dul bir kadın. Böylece nezaketten bahseden ilk karımdan boşandım. Nezaketten bahseden dul bir kadın. Böylece nezaketten bahseden ilk karımdan boşandım. Nezaketten bahseden dul bir kadın. Nezaketten bahseden dul bir kadın. | True Grit-2 | 2010 | |
| I told her, goodbye Nola. | Ben de “güle güle Molo” dedim. Ben de ona elveda Molo demiştim. Ben de ona "Elveda Nola." demiştim. Ben de ona elveda Molo demiştim. Ben de ona "Elveda Nola." demiştim. Ben de ona elveda Molo demiştim. Ben de ona "Elveda Nola." demiştim. Ben de ona "Elveda Nola." demiştim. | True Grit-2 | 2010 | |
| Hope that little nail selling bastard will keep you happy this time. | “Umarım o piç kurusu postacı seni bu sefer mutlu eder”. Umarım o küçük hergele bu sefer seni mutlu eder dedim. Umarım o çivi satan küçük hergele bu sefer seni mutlu eder dedim. Umarım o küçük hergele bu sefer seni mutlu eder dedim. Umarım o çivi satan küçük hergele bu sefer seni mutlu eder dedim. Umarım o küçük hergele bu sefer seni mutlu eder dedim. Umarım o çivi satan küçük hergele bu sefer seni mutlu eder dedim. Umarım o çivi satan küçük hergele bu sefer seni mutlu eder dedim. | True Grit-2 | 2010 | |
| I've never seen a clumsier child than, Horace. | Konu çocuğun olunca En kötüsü de çocuğunu görememek. Çok sakar bir çocuktu zaten. En kötüsü de çocuğunu görememek. Çok sakar bir çocuktu zaten. En kötüsü de çocuğunu görememek. Çok sakar bir çocuktu zaten. Çok sakar bir çocuktu zaten. | True Grit-2 | 2010 | |
| I would not recognize the souls of his feet. | Ayaklarının tabanından tanıyamam. İnsanları ayağından tanıyamam. İnsanları ayağından tanıyamam. İnsanları ayağından tanıyamam. İnsanları ayağından tanıyamam. İnsanları ayağından tanıyamam. İnsanları ayağından tanıyamam. İnsanları ayağından tanıyamam. | True Grit-2 | 2010 | |
| Now the Green Frog had one billiard table. | “Yeşil Kurbağa”nın milyar tane masası vardı. Green Frog'da bilardo masası vardı. Green Frog'da bilardo masası vardı. Green Frog'da bilardo masası vardı. Green Frog'da bilardo masası vardı. Green Frog'da bilardo masası vardı. Green Frog'da bilardo masası vardı. Green Frog'da bilardo masası vardı. | True Grit-2 | 2010 | |
| Served ladies and men both, but... | Ben göbeğimden şikayet ediyordum. Erkekler ve kadınlar oynardı. Erkekler ve kadınlar oynardı. Erkekler ve kadınlar oynardı. Erkekler ve kadınlar oynardı. Erkekler ve kadınlar oynardı. Erkekler ve kadınlar oynardı. Erkekler ve kadınlar oynardı. | True Grit-2 | 2010 | |
| but couldn't keep good help. | Zinde olmak için. ...ama sağlığımı koruyamadım. ...ama sağlığımı koruyamadım. ...ama sağlığımı koruyamadım. ...ama sağlığımı koruyamadım. ...ama sağlığımı koruyamadım. ...ama sağlığımı koruyamadım. ...ama sağlığımı koruyamadım. | True Grit-2 | 2010 | |
| Last time I went out to the staked plains of Texas. | Teksas’taki ovalara son gidişimde Texas'ın düzlüklerine son çıktığımda... Texas'ın düzlüklerine son çıktığımda... Texas'ın düzlüklerine son çıktığımda... Texas'ın düzlüklerine son çıktığımda... Texas'ın düzlüklerine son çıktığımda... Texas'ın düzlüklerine son çıktığımda... Texas'ın düzlüklerine son çıktığımda... | True Grit-2 | 2010 | |
| Shoot buffaloes with Vernon Shaftoe and a flathead Indian name Olly. | Bir izci ve Kızılderili kabilesinden Malle isminde biriyle manda avladık. ...kamp papazı ve Malle adlı bir yerliyle bufalo avlamıştık. ...Vernon Shafto ve Ollie adlı bir yerliyle bufalo avlamıştık. ...kamp papazı ve Malle adlı bir yerliyle bufalo avlamıştık. ...Vernon Shafto ve Ollie adlı bir yerliyle bufalo avlamıştık. ...kamp papazı ve Malle adlı bir yerliyle bufalo avlamıştık. ...Vernon Shafto ve Ollie adlı bir yerliyle bufalo avlamıştık. ...Vernon Shafto ve Ollie adlı bir yerliyle bufalo avlamıştık. | True Grit-2 | 2010 | |
| The Mormons had run Saftoe out of great Salt Lake city. | Bir de Mormonlar var. Büyük Tuz Gölü’nün orda barınak işletiyorlar. Şimdi Mormonlar. Salt Lake şehrinde bir yer işletiyorlar. Mormonlar, Salt Lake şehrinden Shafto'yu kovdular. Şimdi Mormonlar. Salt Lake şehrinde bir yer işletiyorlar. Mormonlar, Salt Lake şehrinden Shafto'yu kovdular. Şimdi Mormonlar. Salt Lake şehrinde bir yer işletiyorlar. Mormonlar, Salt Lake şehrinden Shafto'yu kovdular. Mormonlar, Salt Lake şehrinden Shafto'yu kovdular. | True Grit-2 | 2010 | |
| But don't ask me what for. | Daha önce kimse sormamıştı. Daha önce hiç sorulmadı. Neden diye sorma. Daha önce hiç sorulmadı. Neden diye sorma. Daha önce hiç sorulmadı. Neden diye sorma. Neden diye sorma. | True Grit-2 | 2010 | |
| Thought it was a misunderstanding and leave it go at that. | Bir yanlış anlama olduğunu düşünüp kendi hallerine bıraktım. Bir yanlış anlama olduğunu düşündüler ve peşini bıraktılar. Bir yanlış anlamaydı. Unuttum gitti. Bir yanlış anlama olduğunu düşündüler ve peşini bıraktılar. Bir yanlış anlamaydı. Unuttum gitti. Bir yanlış anlama olduğunu düşündüler ve peşini bıraktılar. Bir yanlış anlamaydı. Unuttum gitti. Bir yanlış anlamaydı. Unuttum gitti. | True Grit-2 | 2010 | |
| Ah, the Big Shaggies. | Çinliler’e gelince. Çinliler. Bufalolar! Çinliler. Bufalolar! Çinliler. Bufalolar! Bufalolar! | True Grit-2 | 2010 | |
| They're all gone now. | Etrafta pek görünmüyorlar. Hepsi gittiler. Kaybolup gittiler. Hepsi gittiler. Kaybolup gittiler. Hepsi gittiler. Kaybolup gittiler. Kaybolup gittiler. | True Grit-2 | 2010 | |
| Damn shame. | Piyasayı düşürüyorlar. Kahrolası Çinliler. Yazık oldu. Kahrolası Çinliler. Yazık oldu. Kahrolası Çinliler. Yazık oldu. Yazık oldu. | True Grit-2 | 2010 | |
| Give three dollars right now for a pickled buffalo tongue. | Salamura manda dili için üç dolar verin sizindir. Şimdi salamuraya yatırılmış bir bufalo dili için üç dolar istiyorlar. Şimdi salamuraya yatırılmış bir bufalo dili için üç dolar istiyorlar. Şimdi salamuraya yatırılmış bir bufalo dili için üç dolar istiyorlar. Şimdi salamuraya yatırılmış bir bufalo dili için üç dolar istiyorlar. Şimdi salamuraya yatırılmış bir bufalo dili için üç dolar istiyorlar. Şimdi salamuraya yatırılmış bir bufalo dili için üç dolar istiyorlar. Şimdi salamuraya yatırılmış bir bufalo dili için üç dolar istiyorlar. | True Grit-2 | 2010 | |
| Rooster: I do not know. | Bilmiyorum. | True Grit-2 | 2010 | |
| Must play in the belief it'll make him more dead. | Muhtemelen inançlarına göre böyle daha da ölü oluyorlar. Herhalde bunun onu iyice öldüreceğine inanıyorlardı. Herhalde bunun onu iyice öldüreceğine inanıyorlardı. Herhalde bunun onu iyice öldüreceğine inanıyorlardı. Herhalde bunun onu iyice öldüreceğine inanıyorlardı. Herhalde bunun onu iyice öldüreceğine inanıyorlardı. Herhalde bunun onu iyice öldüreceğine inanıyorlardı. Herhalde bunun onu iyice öldüreceğine inanıyorlardı. | True Grit-2 | 2010 | |
| (Rooster speaks to rider) | Sen mi astın? Onu sen mi astın? Onu sen mi astın? Onu sen mi astın? Onu sen mi astın? Onu sen mi astın? Onu sen mi astın? Onu sen mi astın? | True Grit-2 | 2010 | |
| Must be worth something in the trade. | Ufak tefek alışverişlerde bir değeri olsa gerek. Ticari bir değeri olmalı. Ticari bir değeri olmalı. Ticari bir değeri olmalı. Ticari bir değeri olmalı. Ticari bir değeri olmalı. Ticari bir değeri olmalı. Ticari bir değeri olmalı. | True Grit-2 | 2010 | |
| She got the notion. She wanted me to be a lawyer. | Bir hayali vardı. Avukat olmamı istiyordu. Hevesli biriydi. Avukat olmamı istiyordu. Hevesli biriydi. Avukat olmamı istiyordu. Hevesli biriydi. Avukat olmamı istiyordu. Hevesli biriydi. Avukat olmamı istiyordu. Hevesli biriydi. Avukat olmamı istiyordu. Hevesli biriydi. Avukat olmamı istiyordu. Hevesli biriydi. Avukat olmamı istiyordu. | True Grit-2 | 2010 | |
| Bought this heavy book called, "Daniel unnegotionable instruments". | Kıymetli evraklarla ilgili şu kalın kitaplardan aldı. Daniel'den tartışabilir argümanlara dair kalın bir kitap aldı. Daniel'den tartışabilir argümanlara dair kalın bir kitap aldı. Daniel'den tartışabilir argümanlara dair kalın bir kitap aldı. Daniel'den tartışabilir argümanlara dair kalın bir kitap aldı. Daniel'den tartışabilir argümanlara dair kalın bir kitap aldı. Daniel'den tartışabilir argümanlara dair kalın bir kitap aldı. Daniel'den tartışabilir argümanlara dair kalın bir kitap aldı. | True Grit-2 | 2010 | |
| Set me to reading it. | Okumam için ne gerekiyorsa yaptı. Beni okumaya zorladı. Beni okumaya zorladı. Beni okumaya zorladı. Beni okumaya zorladı. Beni okumaya zorladı. Beni okumaya zorladı. Beni okumaya zorladı. | True Grit-2 | 2010 | |
| As for... | Sorsan… Onlara sor... Aslında... Onlara sor... Aslında... Onlara sor... Aslında... Aslında... | True Grit-2 | 2010 | |
| I knew it. Mattie: Knew what? | Biliyordum. Neyi biliyordun? Biliyordum. Neyi biliyordun? Biliyordum. Neyi biliyordun? Biliyordum. Neyi biliyordun? Biliyordum. Neyi biliyordun? Biliyordum. Neyi biliyordun? Biliyordum. Neyi biliyordun? Biliyordum. Neyi biliyordun? | True Grit-2 | 2010 | |
| I asked that injun to signal me a shot if someone was on our trail. | O Kızılderili adamdan, peşimizden gelen biri olursa havaya ateş edip sinyal göndermesini istemiştim. O Kızılderili'ye, birisi peşimizden gelirse ateş ederek uyar dedim. O Kızılderili'ye, birisi peşimizden gelirse ateş ederek uyar dedim. O Kızılderili'ye, birisi peşimizden gelirse ateş ederek uyar dedim. O Kızılderili'ye, birisi peşimizden gelirse ateş ederek uyar dedim. O Kızılderili'ye, birisi peşimizden gelirse ateş ederek uyar dedim. O Kızılderili'ye, birisi peşimizden gelirse ateş ederek uyar dedim. O Kızılderili'ye, birisi peşimizden gelirse ateş ederek uyar dedim. | True Grit-2 | 2010 | |
| Should we be concerned, Marshall? | Endişelenmemiz gerekir mi Şef? Endişelenmeli miyiz, Marşal? Endişelenmeli miyiz, Şerif? Endişelenmeli miyiz, Marşal? Endişelenmeli miyiz, Şerif? Endişelenmeli miyiz, Marşal? Endişelenmeli miyiz, Şerif? Endişelenmeli miyiz, Şerif? | True Grit-2 | 2010 | |
| Naw, Mr. La Boeuf is using us as bird dogs. | Yok, Bay LaBoeuf bize misafirliğe geliyor. Hayır, Bay La Boeuf bizi av köpeği niyetine kullanıyor. Hayır, Bay La Boeuf bizi av köpeği niyetine kullanıyor. Hayır, Bay La Boeuf bizi av köpeği niyetine kullanıyor. Hayır, Bay La Boeuf bizi av köpeği niyetine kullanıyor. Hayır, Bay La Boeuf bizi av köpeği niyetine kullanıyor. Hayır, Bay La Boeuf bizi av köpeği niyetine kullanıyor. Hayır, Bay La Boeuf bizi av köpeği niyetine kullanıyor. | True Grit-2 | 2010 | |
| In hopes of cutting in once we've flushed the prey. | Avını ürküttüğünü anladı, şimdi bizden medet umuyor. Avını elinden bir kez kaçırınca başka şeyden medet umuyor. Avını elinden bir kez kaçırınca başka şeyden medet umuyor. Avını elinden bir kez kaçırınca başka şeyden medet umuyor. Avını elinden bir kez kaçırınca başka şeyden medet umuyor. Avını elinden bir kez kaçırınca başka şeyden medet umuyor. Avını elinden bir kez kaçırınca başka şeyden medet umuyor. Avını elinden bir kez kaçırınca başka şeyden medet umuyor. | True Grit-2 | 2010 | |
| You are not La Boeuf. | Sen LaBoeuf değilsin. Sen La Boeuf değilsin. Sen La Boeuf değilsin. Sen La Boeuf değilsin. Sen La Boeuf değilsin. Sen La Boeuf değilsin. Sen La Boeuf değilsin. Sen La Boeuf değilsin. | True Grit-2 | 2010 | |
| My name is, Forster. | Ben Forrester. Benim adım Forrester. Benim adım Forrester. Benim adım Forrester. Benim adım Forrester. Benim adım Forrester. Benim adım Forrester. Benim adım Forrester. | True Grit-2 | 2010 | |
| No. Say, it is fixing to get cold. | Hayır kalsın. Bizi oyalamazsan üşütmeyiz. Bir şikayetimiz yok. İyice soğudu. Bir şikayetimiz yok. İyice soğudu. Bir şikayetimiz yok. İyice soğudu. Bir şikayetimiz yok. İyice soğudu. Bir şikayetimiz yok. İyice soğudu. İkinizden birinin... Bir şikayetimiz yok. İyice soğudu. Bir şikayetimiz yok. İyice soğudu. | True Grit-2 | 2010 | |
| You know of anywhere to take shelter? | Sığınacak bir yer biliyor musun? | True Grit-2 | 2010 | |
| You might want to head over to the Original Greaser Bob's. | Has Çılgın Bob’a uğramak isteyebilirsiniz. Orijinal Çılgın Bob'a gitmek isteyebilirsiniz. Orijinal Yağcı Bob'a gitmek isteyebilirsiniz. Orijinal Çılgın Bob'a gitmek isteyebilirsiniz. Orijinal Yağcı Bob'a gitmek isteyebilirsiniz. Orijinal Çılgın Bob'a gitmek isteyebilirsiniz. Orijinal Yağcı Bob'a gitmek isteyebilirsiniz. Orijinal Yağcı Bob'a gitmek isteyebilirsiniz. | True Grit-2 | 2010 | |
| He launched a dugout into a hollow along the Carrillon river. | Carolina Nehri kıyısında barınak gibi bir çukur kazmış. Carolina nehri boynunda bir mekanı var. Carrillon nehri boyunda bir mekanı var. Carolina nehri boynunda bir mekanı var. Carrillon nehri boyunda bir mekanı var. Carolina nehri boynunda bir mekanı var. Carrillon nehri boyunda bir mekanı var. Carrillon nehri boyunda bir mekanı var. | True Grit-2 | 2010 | |
| Greaser Bob, the original. | Çılgın Bob, has. Çılgın Bob, orijinal. Yağcı Bob, orijinal. Çılgın Bob, orijinal. Yağcı Bob, orijinal. Çılgın Bob, orijinal. Yağcı Bob, orijinal. Yağcı Bob, orijinal. | True Grit-2 | 2010 | |
| Greaser Bob, | Çılgın Bob. Yağcı Bob. Çılgın Bob. Yağcı Bob. Çılgın Bob. Yağcı Bob. Yağcı Bob. | True Grit-2 | 2010 | |
| is hunting north of the picket wire. | Kablo hattının kuzeyinde bir şey yok. Picket Wire'ın kuzeyinde hiçbir şey yok. Picket Wire'ın kuzeyinde avlanır. Picket Wire'ın kuzeyinde hiçbir şey yok. Picket Wire'ın kuzeyinde avlanır. Picket Wire'ın kuzeyinde hiçbir şey yok. Picket Wire'ın kuzeyinde avlanır. Picket Wire'ın kuzeyinde avlanır. | True Grit-2 | 2010 | |
| Much obliged. Now, I have taken his teeth. | Sağ ol. Dişlerini aldım. Çok teşekkürler. Onun dişlerini söktüm. Çok teşekkürler. Adamın dişlerini söktüm. Çok teşekkürler. Onun dişlerini söktüm. Çok teşekkürler. Adamın dişlerini söktüm. Çok teşekkürler. Onun dişlerini söktüm. Çok teşekkürler. Adamın dişlerini söktüm. Çok teşekkürler. Adamın dişlerini söktüm. | True Grit-2 | 2010 | |
| Creep up on the roof. | Çatıya çık. Hissettirmeden çatıya yaklaş. Hissettirmeden çatıya yaklaş. Hissettirmeden çatıya yaklaş. Hissettirmeden çatıya yaklaş. Hissettirmeden çatıya yaklaş. Hissettirmeden çatıya yaklaş. Hissettirmeden çatıya yaklaş. | True Grit-2 | 2010 | |
| No room for you here, ride on. | Burada bir şey yok, yoluna git. Yerimiz yok, yoluna git. Yerimiz yok, yoluna git. Yerimiz yok, yoluna git. Yerimiz yok, yoluna git. Yerimiz yok, yoluna git. Yerimiz yok, yoluna git. Yerimiz yok, yoluna git. | True Grit-2 | 2010 | |
| Who�s in there? 2nd Man: Ride on. | Kimsiniz? İçeride kim var? Geliyorum. İçeride kim var? Geliyorum. İçeride kim var? Geliyorum. İçeride kim var? Geliyorum. İçeride kim var? Geliyorum. İçeride kim var? Geliyorum. İçeride kim var? Geliyorum. | True Grit-2 | 2010 |