Ara
İngilizce Türkçe Kelime Çevirileri Sayfa 163260
| İngilizce | Türkçe | Film Adı | Film Yılı | |
| What? What? | Ne? Ne? Ne dedin? Ne? Ne dedin? Ne? | The Fall-1 | 2006 | |
| All elephants? | Bütün filler mi? Bütün filleri mi? Bütün filleri mi? | The Fall-1 | 2006 | |
| I say, we... | Dinleyin, bizim... Bizim... Bizim... | The Fall-1 | 2006 | |
| Darwin! That was a great idea! | Darwin! Muhteşem bir fikir! Darwin! Hay aklınla bin yaşa! Darwin! Hay aklınla bin yaşa! | The Fall-1 | 2006 | |
| Come on, Otta Benga! | Haydi, Otta Benga! Hadi Otta Benga! Hadi Otta Benga! | The Fall-1 | 2006 | |
| Goodbye, my beautiful friend! Have a nice swim! | Elveda, güzel dostum! İyi yüzmeler! Hoşçakal güzel dostum! Sana iyi yüzmeler! Hoşçakal güzel dostum! Sana iyi yüzmeler! | The Fall-1 | 2006 | |
| Darwin, you are a genius! | Darwin, sen bir dâhisin! Darwin, sen bir dahisin! Darwin, sen bir dahisin! | The Fall-1 | 2006 | |
| Much obliged! | Minnettar oldum! Müteşekkirim! Müteşekkirim! | The Fall-1 | 2006 | |
| Where do you get these ideas? | Nereden geliyor bu fikirler aklına? Nereden gelir bunlar aklına? Nereden gelir bunlar aklına? | The Fall-1 | 2006 | |
| What is it, my friend? | Bu da ne, dostum? Ne oldu dostum? Ne oldu dostum? | The Fall-1 | 2006 | |
| How sad. The tortures of this world have driven the poor man mad. | Ne kadar üzücü. Bu dünyanın çileleri adamı deliye çevirmiş. Vah vah! Bu dünyanın acıları bu garibanı delirtmiş. Vah vah! Bu dünyanın acıları bu garibanı delirtmiş. | The Fall-1 | 2006 | |
| Not true. | Hayır. Yanlışsın. Yanlışsın. | The Fall-1 | 2006 | |
| He said he has been sent by his mystic cult | Vali Odious ve İspanyol adamlarına karşı... Kendi gizemli tarikatı tarafından... Kendi gizemli tarikatı tarafından... | The Fall-1 | 2006 | |
| to help us against Governor Odious and his Spanish henchmen. | ...bize yardımcı olması için mistik mezhebi tarafından gönderilmiş buraya. ...Vali Odious ve İspanyol yardakçılarına karşı bize yardım etmek için gönderilmiş. ...Vali Odious ve İspanyol yardakçılarına karşı bize yardım etmek için gönderilmiş. | The Fall-1 | 2006 | |
| This region was once a lush forest alive with birds and sacred trees | Burası eskiden içinde kutsal ağaçları ve cıvıl cıvıl öten kuşları olan gür bir ormanmış. Bu bölge bir zamanlar kutsal ağaçlar ve kuşlarla dolu bereketli bir ormanmış... Bu bölge bir zamanlar kutsal ağaçlar ve kuşlarla dolu bereketli bir ormanmış... | The Fall-1 | 2006 | |
| but Odious had them all burned down. | ...fakat Odious gelip ormanı yakmış. ...ama Odious onların hepsini yakıp yıkmış. ...ama Odious onların hepsini yakıp yıkmış. | The Fall-1 | 2006 | |
| He also says the birds are safe inside his belly | Ayrıca kuşların karnının içinde güvende olduğunu ama dikkat etmemiz... Kuşların karnında güvende olduklarını ekliyor... Kuşların karnında güvende olduklarını ekliyor... | The Fall-1 | 2006 | |
| but we must take care for only the fittest shall survive. | ...gerektiğini çünkü sadece en güçlülerin hayatta kalacağını söylüyor. ...ama kurtulmaya en layık olanı dikkatle korumamız gerekiyormuş. ...ama kurtulmaya en layık olanı dikkatle korumamız gerekiyormuş. | The Fall-1 | 2006 | |
| Tell him we have no use of a mystic. | Bir mistiğin işimize yaramayacağını söyle. Söyle ona, bizim gizemle işimiz olmaz. Söyle ona, bizim gizemle işimiz olmaz. | The Fall-1 | 2006 | |
| We are on a dangerous mission. | Tehlikeli bir görev üzerindeyiz. Tehlikeli bir görevimiz var. Tehlikeli bir görevimiz var. | The Fall-1 | 2006 | |
| We need to hurry to the fort to save my twin brother. | Bir an önce kaleye gidip ikiz kardeşimi kurtarmalıyız. İkiz kardeşimi kurtarmak için bir an evvel hisara ulaşmalıyız. İkiz kardeşimi kurtarmak için bir an evvel hisara ulaşmalıyız. | The Fall-1 | 2006 | |
| He will only slow us down. | Bizi yavaşlatır. Bu adam bizi sadece yavaşlatır. Bu adam bizi sadece yavaşlatır. | The Fall-1 | 2006 | |
| Fish, se�or! | Balık, efendim! Balık, señor! Balık, señor! | The Fall-1 | 2006 | |
| Stand aside, my friend. | Geri çekil, dostum. Kenara çekil dostum. Kenara çekil dostum. | The Fall-1 | 2006 | |
| Before you say kaboom, I have this door open. | Sen güm demeden bu kapıyı açacağım. Sana "Bom!" sesi gelmeden ben bu kapıyı açmış olurum. Sana "Bom!" sesi gelmeden ben bu kapıyı açmış olurum. | The Fall-1 | 2006 | |
| Forgive me, wise mystic, for my disrespect. | Sana güvenmediğim için beni bağışla bilge mistik. Saygısızlığım için beni bağışla gizemli bilge. Saygısızlığım için beni bağışla gizemli bilge. | The Fall-1 | 2006 | |
| Undoubtedly, you have a flair for war mongering. | Şüphesiz, mükemmel bir savaşma yeteneğin var. Hiç şüphe yok ki savaşmaya yatkınsın. Hiç şüphe yok ki savaşmaya yatkınsın. | The Fall-1 | 2006 | |
| It would be my honor if you consider joining us | Bu davamızda bize katılman... Görevimizde bize katılmak istersen beni onurlandırmış olursun. Görevimizde bize katılmak istersen beni onurlandırmış olursun. | The Fall-1 | 2006 | |
| on our quest. | ...bana onur verir. | The Fall-1 | 2006 | |
| We must save your brother! | Kardeşini kurtarmalıyız! Kardeşini kurtarmak zorundayız. Kardeşini kurtarmak zorundayız. | The Fall-1 | 2006 | |
| First, | Önce... Ama önce... Ama önce... | The Fall-1 | 2006 | |
| a little test. | ...küçük bir test. ...ufak bir sınav. ...ufak bir sınav. | The Fall-1 | 2006 | |
| You can't stop there. | Burada duramazsın. Şimdi duramazsın. Şimdi duramazsın. | The Fall-1 | 2006 | |
| I just wanna play a little game. I want you to go outside and touch one of my toes. | Küçük bir oyun oynamak istiyorum. Ayak parmaklarımdan bir tanesine dokunmanı istiyorum. Ufak bir oyun oynayalım. Buradan çıkıp ayak parmaklarımdan birine dokunmanı istiyorum. Ufak bir oyun oynayalım. Buradan çıkıp ayak parmaklarımdan birine dokunmanı istiyorum. | The Fall-1 | 2006 | |
| No, tell me the story. What happened with the Blue Bandit? | Hayır, hikâyeyi anlat. Mavi Çete’ye ne olmuş? Hayır, bana masalı anlat. Mavi Haydut'a ne oldu? Hayır, bana masalı anlat. Mavi Haydut'a ne oldu? | The Fall-1 | 2006 | |
| It won't take long. | Uzun sürmez. Çok şey istemiyorum. Çok şey istemiyorum. | The Fall-1 | 2006 | |
| Just go outside and touch one of my toes. Okay. | Sadece gidip parmaklarımdan bir tanesine dokun. Tamam. Çıkıp ayak parmaklarımdan birine dokunacaksın. Peki. Çıkıp ayak parmaklarımdan birine dokunacaksın. Peki. | The Fall-1 | 2006 | |
| I'm touching your little toe. No! | Küçük parmağına dokunuyorum. Hayır! Serçe parmağına dokunuyorum. Hayır! Serçe parmağına dokunuyorum. Hayır! | The Fall-1 | 2006 | |
| Please don't tell me which toe you're touching. I gotta guess. | Lütfen, hangisine dokunduğunu söyleme. Ben bileceğim. Lütfen, hangi parmağıma dokunduğunu bana söyleme. Ben bileceğim. Lütfen, hangi parmağıma dokunduğunu bana söyleme. Ben bileceğim. | The Fall-1 | 2006 | |
| That's the whole point of the game. All right. | Oyunun amacı bu. Pekâlâ. Oyunun manası orada. Tamam. Oyunun manası orada. Tamam. | The Fall-1 | 2006 | |
| I'm touching one. | Dokunuyorum. Şu anda dokunuyorum. Şu anda dokunuyorum. | The Fall-1 | 2006 | |
| You're touching my big toe? | Başparmağıma mı dokunuyorsun? Baş parmağım mı? Baş parmağım mı? | The Fall-1 | 2006 | |
| Are you telling the truth? | Doğru mu söylüyorsun? Doğruyu mu söylüyorsun? Doğruyu mu söylüyorsun? | The Fall-1 | 2006 | |
| Look. | Bak. Baksana. Baksana. | The Fall-1 | 2006 | |
| Oh, I got that? | Ah, bildim mi? Bildim mi yani? Bildim mi yani? | The Fall-1 | 2006 | |
| What happened? | Ne olmuş? Ne olmuştu? Ne olmuştu? | The Fall-1 | 2006 | |
| What happened with his brother? Did he save him? | Kardeşine ne olmuş? Kurtarmış mı? Haydutun kardeşine ne oldu? Onu kurtardı mı? Haydutun kardeşine ne oldu? Onu kurtardı mı? | The Fall-1 | 2006 | |
| No, no, no, no. Were you telling a story? | Hayır, hayır, hayır, hayır. Bana hikâye okumuyorsun ya? Hayır, hayır, hayır. Bana masal mı anlatıyordun? Hayır, hayır, hayır. Bana masal mı anlatıyordun? | The Fall-1 | 2006 | |
| No, no, no. Were you telling the truth just now? | Hayır, hayır, hayır. Az önce doğruyu mu söyledin? Hayır, hayır, hayır. Bana doğruyu mu söylüyordun az önce? Hayır, hayır, hayır. Bana doğruyu mu söylüyordun az önce? | The Fall-1 | 2006 | |
| No. I was telling the truth. | Hayır. Doğruyu söyledim. Ev... Hayır. Sana doğruyu söylüyordum. Ev... Hayır. Sana doğruyu söylüyordum. | The Fall-1 | 2006 | |
| No. You just said no, you weren't telling the truth. | Hayır. Hayır dedin, yani doğruyu söylemedin. Hayır. Daha şimdi hayır dedin. Doğruyu söylemiyordun. Hayır. Daha şimdi hayır dedin. Doğruyu söylemiyordun. | The Fall-1 | 2006 | |
| No, I tell you it. | Hayır, söyledim. Hayır, söylüyorum. Hayır, söylüyorum. | The Fall-1 | 2006 | |
| Were you telling the truth? Yeah. | Doğruyu mu söyledin? Evet. Doğruyu mu söylüyordun? Evet. Doğruyu mu söylüyordun? Evet. | The Fall-1 | 2006 | |
| When you just touched my toe? | Parmağıma dokunduğunda? Parmağıma dokunurken? Parmağıma dokunurken? | The Fall-1 | 2006 | |
| You little liar. No. | Küçük yalancı. Hayır. Seni pis yalancı. Hayır. Seni pis yalancı. Hayır. | The Fall-1 | 2006 | |
| Alexandria, were you lying to me? | Alexandria, bana yalan mı söyledin? Alexandria, bana yalan mı söylüyordun? Alexandria, bana yalan mı söylüyordun? | The Fall-1 | 2006 | |
| I touch your big toe. | Başparmağına dokundum. Baş parmağına dokundum. Baş parmağına dokundum. | The Fall-1 | 2006 | |
| We need to hurry! | Acele etmeliyiz! Elimizi çabuk tutmalıyız. Elimizi çabuk tutmalıyız. | The Fall-1 | 2006 | |
| Do you want me to finish the story? | Hikâyeyi bitirmemi istiyor musun? Masalı bitirmemi istiyor musun? Masalı bitirmemi istiyor musun? | The Fall-1 | 2006 | |
| The Masked Bandit arrived at the Chandelier Hall too late. | Maskeli Haydut, Şamdanlı Salon’a çok geç kalmış. Maskeli Haydut Avizeli Salon'a çok geç varmıştı. Maskeli Haydut Avizeli Salon'a çok geç varmıştı. | The Fall-1 | 2006 | |
| Odious had already tortured his brother and crew | Odious çoktan kardeşi ve arkadaşlarına işkence edip... Odious onun kardeşi ve ekibine çoktan işkence etmiş... Odious onun kardeşi ve ekibine çoktan işkence etmiş... | The Fall-1 | 2006 | |
| and hung them. | ...onları asmış. ...ve onları sallandırmıştı. ...ve onları sallandırmıştı. | The Fall-1 | 2006 | |
| All right, that's it! It's not a circus. It's not a playground for all your... | Pekâlâ, yeter! Burası sirk değil. Burası çocuk parkı değil... Yeter, buraya kadar! Sirkte değilsiniz. Sizin oyunlarınız için değil... Yeter, buraya kadar! Sirkte değilsiniz. Sizin oyunlarınız için değil... | The Fall-1 | 2006 | |
| Please! Are you listening to me? | Lütfen! Beni dinliyor musun? Beni dinliyor musun sen? Beni dinliyor musun sen? | The Fall-1 | 2006 | |
| Get out of here! | Defol git buradan! Çık git buradan! Çık git buradan! | The Fall-1 | 2006 | |
| You leave her alone. Come here, baby. | Kızı rahat bırak. Gel buraya, yavrum. Onu rahat bırak! Gel buraya tatlım. Onu rahat bırak! Gel buraya tatlım. | The Fall-1 | 2006 | |
| Get off! Goddamn! | Bırak beni! Kahretsin! Bırak beni! Hay lanet! Bırak beni! Hay lanet! | The Fall-1 | 2006 | |
| No, no, no, sweetheart, come here, come here. Come on. | Hayır, hayır, hayır, tatlım, gel buraya, gel buraya. Haydi ama. Yok, hayır canım. Gel bu tarafa, gel hadi. Yok, hayır canım. Gel bu tarafa, gel hadi. | The Fall-1 | 2006 | |
| Dad? | Babası? Baba? Baba? | The Fall-1 | 2006 | |
| Dad? Dad? I'm not feeling real well. | Babası? Babası? Gerçekten iyi hissetmiyorum. Baba? Baba? Hiç iyi değilim ben. Baba? Baba? Hiç iyi değilim ben. | The Fall-1 | 2006 | |
| What do you want? He's doing it again. | Ne istiyorsun? Yine yapıyor. Ne var, ne istiyorsun? Yine aynı şeyi yapıyor. Ne var, ne istiyorsun? Yine aynı şeyi yapıyor. | The Fall-1 | 2006 | |
| Will you stop that? Leave him alone! | Şunu keser misin? Rahat bırak çocuğu! Keser misin şunu! Onunla uğraşma! Keser misin şunu! Onunla uğraşma! | The Fall-1 | 2006 | |
| What's that? Food. | O ne? Yiyecek. O ne? Yemek. O ne? Yemek. | The Fall-1 | 2006 | |
| Where'd you get it? The chapel. | Nereden buldun? Kiliseden. Nereden aldın? Şapelden. Nereden aldın? Şapelden. | The Fall-1 | 2006 | |
| I'm sorry I shouted at you. | Sana bağırdım, özür dilerim. Sana bağırdığım için özür dilerim. Sana bağırdığım için özür dilerim. | The Fall-1 | 2006 | |
| No problem. | Önemli değil. Boşver. Boşver. | The Fall-1 | 2006 | |
| Are you trying to save my soul? Are you trying to save my soul? | Ruhumu kurtarmaya mı çalışıyorsun? Ruhumu kurtarmaya mı çalışıyorsun? | The Fall-1 | 2006 | |
| Do you understand me? What? | Beni anlıyor musun? Ne? | The Fall-1 | 2006 | |
| Did you understand what I meant? What you said? | Ne demek istediğimi anladın mı? Ne dedin? Ne demek istediğimi anladın mı? Ne söylediğini? Ne demek istediğimi anladın mı? Ne söylediğini? | The Fall-1 | 2006 | |
| I said, are you trying to save my soul? | Dedim ki, ruhumu kurtarmaya mı çalışıyorsun? Ruhumu kurtarmaya mı çalışıyorsun, diye sordum. Ruhumu kurtarmaya mı çalışıyorsun, diye sordum. | The Fall-1 | 2006 | |
| Giving me that. What mean that? | Şunu veriyorsun ya. Şu dediğin ne? Bana bunu vererek. Bu demek ne? Bana bunu vererek. Bu demek ne? | The Fall-1 | 2006 | |
| The Eucharist. It's a... | Evharist. Bu... Komünyon. Bu... Komünyon. Bu... | The Fall-1 | 2006 | |
| The Eucharist. The thing you gave me. It's a... | Evharist. Bana verdiğin şey. Bir tür... Komünyon. Verdiğin şey. Bu... Komünyon. Verdiğin şey. Bu... | The Fall-1 | 2006 | |
| It saves your soul. | Ruhunu kurtarıyor. Ruhunu kurtarır. Ruhunu kurtarır. | The Fall-1 | 2006 | |
| The thing I gave to you, what? | Sana verdiğim şey, ne? Sana verdiğim şey... Ne? Sana verdiğim şey... Ne? | The Fall-1 | 2006 | |
| The little piece of bread that you just gave me. | Az önce bana verdiğin küçük ekmek parçası. Bana şimdi verdiğin ufak ekmek parçası. Bana şimdi verdiğin ufak ekmek parçası. | The Fall-1 | 2006 | |
| What? What? What? Are you worried about me? | Ne? Ne? Ne? Benim için endişeleniyor musun? Benim için endişeleniyor musun? Ne? Ne? Ne? Benim için endişeleniyor musun? Ne? Ne? Ne? | The Fall-1 | 2006 | |
| Saves your soul. Do you know what "soul" means? | Ruhunu kurtarır. "Ruh" ne demek, biliyor musun? Ruhunu kurtarır. Ruh nedir, biliyor musun? Ruhunu kurtarır. Ruh nedir, biliyor musun? | The Fall-1 | 2006 | |
| No. It's like strength. | Hayır. Güç gibi bir şey. Hayır. Güce benzer. Hayır. Güce benzer. | The Fall-1 | 2006 | |
| Why does the old man keep his teeth in a glass at night? | Neden yaşlı amca dişlerini geceleri bardakta tutuyor? Yaşlı adam niye geceleri dişlerini bardağa koyuyor? Yaşlı adam niye geceleri dişlerini bardağa koyuyor? | The Fall-1 | 2006 | |
| It's where he keeps his strength, his spirit. | Gücünü, ruhunu orada saklıyor. Gücünü, canını oradan alıyor. Gücünü, canını oradan alıyor. | The Fall-1 | 2006 | |
| His spirit is in those teeth. | Ruhu o dişlerin içinde. Adamın canı o dişlerde saklı. Adamın canı o dişlerde saklı. | The Fall-1 | 2006 | |
| Yeah. | Evet. Böyle. Böyle. | The Fall-1 | 2006 | |
| Oh, you're missing a little strength | Ah, ağzının hemen ön tarafında... Senin de biraz gücün azalmış... Senin de biraz gücün azalmış... | The Fall-1 | 2006 | |
| right in the front of your mouth. | ...biraz güç kaybı yaşıyorsun. ...ağzının tam ön tarafında. ...ağzının tam ön tarafında. | The Fall-1 | 2006 | |
| The chapel's in the main block, isn't it? | Kilise ana binada, değil mi? Şapel ana binada, değil mi? Evet. Kara Haydut'a ne oldu? Şapel ana binada, değil mi? Evet. Kara Haydut'a ne oldu? | The Fall-1 | 2006 | |
| Yes. What happened with the Black Bandit? | Evet. Kara Çete’ye ne olmuş? | The Fall-1 | 2006 | |
| They keep the medicine in the main block, don't they? | İlaçları ana binada tutuyorlar, değil mi? | The Fall-1 | 2006 | |
| That which has been taken from me can never be replaced. | Benden kopartılan şeyin yeri asla doldurulamaz. Benden alınanın yeri doldurulamaz. Benden alınanın yeri doldurulamaz. | The Fall-1 | 2006 | |
| My brother... | Kardeşim... Kardeşim! Kardeşim! | The Fall-1 | 2006 |