Search
English Turkish Sentence Translations Page 163270
| English | Turkish | Film Name | Film Year | |
| I want you to see how pathetic he really is. | Ne kadar aciz olduğunu görmeni istiyorum. Kalkamıyorum! | The Fall-4 | 2006 | |
| For God's sake, the water's only waist high. | Tanrı aşkına, su ancak beline gelir. Kalk, baba! | The Fall-4 | 2006 | |
| And we'll have oranges inside with teeths, | Diş olan içinde, içinde diş olan portakallarımız olacak. | The Fall-4 | 2006 | |
| "Your ever Ioving father." | "Seni daima seven baban." Seni hep seven baban." | The Fall-6 | 2006 | |
| M o r p h... | M o r f i... M o r f... M o r f... | The Fall-7 | 2006 | |
| M o r p h i n three? | M o r f i üç? M o r f i n 3 mü? M o r f i n 3 mü? | The Fall-7 | 2006 | |
| M o r p h i n three. M o r p h i n... | M o r f i üç. M o r f i... M o r f i n 3. M o r f i n... M o r f i n 3. M o r f i n... | The Fall-7 | 2006 | |
| M o r p h i n... | M o r f i ... M o r f i n... M o r f i n... | The Fall-7 | 2006 | |
| m o r p h i n three. | ...onları attım. M o r f i n 3. M o r f i n 3. | The Fall-7 | 2006 | |
| My name's Roy | Benim adım Roy. | The Fall-8 | 2006 | |
| I don't. They let me go right hete. | Gitmiyorum. Tuvaletimi burada yapıyorum. Gitmiyorum. İşimi burada gördürüyorlar. Gitmiyorum. İşimi burada gördürüyorlar. | The Fall-8 | 2006 | |
| Hey, do you know you're named after Alexander thr Great, | Hey, isminin gelmiş geçmiş en büyük savaşçı... Senin isminin Alexander the Great'ten (Büyük İskender), Senin isminin Alexander the Great'ten (Büyük İskender), | The Fall-8 | 2006 | |
| Aleksandria. | Alexandria. Alexandria! Alexandria! | The Fall-8 | 2006 | |
| Did she find a message? What? | Mesajı bulmuş mu? Ne? Mesajı bulmuş muydu? Ne? Mesajı bulmuş muydu? Ne? | The Fall-8 | 2006 | |
| Did she find a message, Alexandria the Great? | Mesajı bulmuş mu? Büyük İskender. O kadın mesajı bulabildi mi? Büyük İskenderiye. O kadın mesajı bulabildi mi? Büyük İskenderiye. | The Fall-8 | 2006 | |
| Look, this is my horse, | Bak, bu benim atım... Bak, bu benim atım. Bak, bu benim atım. | The Fall-8 | 2006 | |
| and this is my father. Yeah? | ...bu da babam. Öyle mi? Bu da benim babam. Öyle mi? Bu da benim babam. Öyle mi? | The Fall-8 | 2006 | |
| He's got the same gap in his teeth. must run in the family. | Onun da dişlerinde boşluk var, sülaleden geliyor demek ki. Onun da dişlerinin arası boş. Aileden geçiyor olmalı. Onun da dişlerinin arası boş. Aileden geçiyor olmalı. | The Fall-8 | 2006 | |
| Hm? I said, I'm sorry to hear that. | Bunu duyduğuma üzüldüm dedim. Duyduğuma üzüldüğümü söyledim. Duyduğuma üzüldüğümü söyledim. | The Fall-8 | 2006 | |
| from that buildings, on his horse? | ...binaların oradan ayrılmamış? ...şu binalardan atının üzerinde? ...şu binalardan atının üzerinde? | The Fall-8 | 2006 | |
| He was lost in the middle of a vast desert, full of orange sand, | Bir avuç adamıyla turuncu renkli kumları olan uçsuz bucaksız... Kumla kaplı, uçsuz bucaksız bir çölün ortasında yolunu kaybetmiş. Kumla kaplı, uçsuz bucaksız bir çölün ortasında yolunu kaybetmiş. | The Fall-8 | 2006 | |
| with only a handful of men. | ...bir çölün ortasında kaybolmuş... Yanında bir avuç askeri varmış... Yanında bir avuç askeri varmış... | The Fall-8 | 2006 | |
| But, they didn't have any watter. | ...ve hiç suları kalmamış. ...ama hiç suları yokmuş. ...ama hiç suları yokmuş. | The Fall-8 | 2006 | |
| "My Lord, all hope is lost." | "Efendim, tüm umudumuzu yitirdik. "Hükümdarım, umutlarımızı yitirdik. "Hükümdarım, umutlarımızı yitirdik. | The Fall-8 | 2006 | |
| "It seems your mighty army shall finally be conquered." | "Galiba sonunda güçlü ordunuz bozguna uğratılacak. Gidişat; aziz ordunuzun nihayete ereceği yönündedir. Gidişat; aziz ordunuzun nihayete ereceği yönündedir. | The Fall-8 | 2006 | |
| "Not by the Persians, but by our own greed and gluttony for watter." | "Persliler tarafından değil, sizin hırsınız ve susuzluk yüzünden. Persler'in değil, sizin hırsınız ve suya karşı doyumsuzluğunuz yüzünden. Persler'in değil, sizin hırsınız ve suya karşı doyumsuzluğunuz yüzünden. | The Fall-8 | 2006 | |
| "This helmet contains our last supply." | "Bu miğferin içindeki kalan son suyumuz. Bu miğferde son stoğumuz mevcut. Bu miğferde son stoğumuz mevcut. | The Fall-8 | 2006 | |
| Well, because there wasn't enough water for all of them, | Çünkü hepsine yetecek kadar su yokmuş... Çünkü hepsine yetecek kadar suları yoktu... Çünkü hepsine yetecek kadar suları yoktu... | The Fall-8 | 2006 | |
| and it was Alexander the Great's way, | ...ayrıca Büyük İskender, bu şekilde... ...ve Büyük İskender de böyle yaparak... ...ve Büyük İskender de böyle yaparak... | The Fall-8 | 2006 | |
| of showing his army that they were all equal. | ...ordusuna hepsinin eşit olduğunu göstermiş... ...eşit olduklarını hepsine gösterdi. ...eşit olduklarını hepsine gösterdi. | The Fall-8 | 2006 | |
| Was Alexander throw the watter | İskender suyu dökeceğine... İskender suyu atmıştı yerine her askere azıcık verseymişti. İskender suyu atmıştı yerine her askere azıcık verseymişti. | The Fall-8 | 2006 | |
| It means a realy long story, and it's set in India. | Çok uzun bir hikâye, Hindistan’da geçiyor. Çok uzun bir masal demektir ve Hindistan'da başlar. Çok uzun bir masal demektir ve Hindistan'da başlar. | The Fall-8 | 2006 | |
| ... the elephant sitting on my chest. | ...sanki göğsümde bir fil oturuyor. ...filin teki çökmüş göğsüme. ...filin teki çökmüş göğsüme. | The Fall-8 | 2006 | |
| You personally. I'm not very well | Bizzat sizin. Hiç iyi değilim. | The Fall-8 | 2006 | |
| I want you to go play, go. | Git oyun oyna, yürü! Gidip oyun oyna. Hadi bakayım! Gidip oyun oyna. Hadi bakayım! | The Fall-8 | 2006 | |
| You know, the actor... | Biliyorsun, şu aktör. Aktörü diyorum. Aktörü diyorum. | The Fall-8 | 2006 | |
| ...the leading man. I know who he is. | ...başroldeki. Kim olduğunu biliyorum. Başroldeki adam. Kimi kastettiğini anladım. Başroldeki adam. Kimi kastettiğini anladım. | The Fall-8 | 2006 | |
| "Every cloud has a silver lining." That's for sure. | Her işte bir hayır vardır, orası kesin. Her işte bir hayır vardır şüphesiz. Her işte bir hayır vardır şüphesiz. | The Fall-8 | 2006 | |
| Four men waited impaitently on a small island | Dört adam sakin bir denizin çevrelediği küçük bir adada... Dört erkek ufak bir adada sabırsızlıkla beklemekteydiler. Dört erkek ufak bir adada sabırsızlıkla beklemekteydiler. | The Fall-8 | 2006 | |
| They had only one thing in common. | Ortak tek bir özellikleri varmış... Tek ortak noktaları bulunmaktaydı; Tek ortak noktaları bulunmaktaydı; | The Fall-8 | 2006 | |
| He and his brother were born into slavery... | O ve kardeşi köle olarak doğmuşlar... O ve abisi esaret altında doğmuştu. O ve abisi esaret altında doğmuştu. | The Fall-8 | 2006 | |
| One day while toilling in the fields... | Bir gün tarlalarda kan ter içinde çalışırlarken... Günlerden bir gün, tarlada güç bela ilerlerken... Günlerden bir gün, tarlada güç bela ilerlerken... | The Fall-8 | 2006 | |
| Hartbroken at his brother's death, he freed the slaves | Kardeşinin ölümü üzerine dünyası yıkılmış, ve köleleri azat etmiş... Abisinin ölümüyle yaralanan Otto köleleri serbest bıraktı... Abisinin ölümüyle yaralanan Otto köleleri serbest bıraktı... | The Fall-8 | 2006 | |
| The Indian was supposedly married to the most beautiful squaw in the world, | Dünya üzerindeki en güzel kadınla evliymiş... Hintli, dünyanın en güzel kadınıyla evli diye biliniyordu. Hintli, dünyanın en güzel kadınıyla evli diye biliniyordu. | The Fall-8 | 2006 | |
| To verify this, Odious disquised himself as a leper. | Odious, bunu öğrenmek için cüzamlı kılığına girmiş... Güzelliğini tasdik etmek için Odious kendini cüzzamlı gibi göstermiş... Güzelliğini tasdik etmek için Odious kendini cüzzamlı gibi göstermiş... | The Fall-8 | 2006 | |
| Little did he know, he was quarding an empty home, | Bomboş bir evin bekçiliğini yaptığından haberi yokmuş... Tasavvur edemediği şey, içi boş bir evi beklediğiydi. Tasavvur edemediği şey, içi boş bir evi beklediğiydi. | The Fall-8 | 2006 | |
| But the squaw rwfused to show herself to him. | Ama güzel kadın kendini göstermeyi reddetmiş. Ama kendini Odious'a göstermeyi reddetmişti. Ama kendini Odious'a göstermeyi reddetmişti. | The Fall-8 | 2006 | |
| So, Odios had her thrown into the Labyrinth of Despair. | Bu yüzden, Odious kadını Istırap Labirenti’ne kapatmış. Odious da bunun üzerine onu Biçare Labirenti'ne kapatmıştı. Odious da bunun üzerine onu Biçare Labirenti'ne kapatmıştı. | The Fall-8 | 2006 | |
| Eventualy she realized there was only one way out. | Güzel kadın da sonunda tek çıkış yolu olduğunu anlamış. Nihayetinde, tek bir çıkış yolu olduğunun farkına vardı. Nihayetinde, tek bir çıkış yolu olduğunun farkına vardı. | The Fall-8 | 2006 | |
| While mourning his wife's death, | Karısının ölümüne yas tutan Hintli... Karısının yasını tutarken... Karısının yasını tutarken... | The Fall-8 | 2006 | |
| I like him too. | Onu da sevdim. | The Fall-8 | 2006 | |
| On his return, Luogo discovered that everybody hid from him, | Dönüşünde, Luigi herkesin kendisinden saklandığını görmüş... Geri döndüğünde, Luigi herkesin ondan sakındığını anladı... Geri döndüğünde, Luigi herkesin ondan sakındığını anladı... | The Fall-8 | 2006 | |
| What is that, Wallace | Ne var, Wallace? Ne dedin, Wallace? Ne dedin, Wallace? | The Fall-8 | 2006 | |
| Even though they had developed many theories together, | Birlikte birçok teori geliştirmiş olsalar da... Nice teoriler geliştirmiş olmalarına rağmen... Nice teoriler geliştirmiş olmalarına rağmen... | The Fall-8 | 2006 | |
| What? Butterfly. | Ne? Kelebek. Ne dedin? Kelebek. Ne dedin? Kelebek. | The Fall-8 | 2006 | |
| That's good guess. | Doğru tahmin. Tutturdun. Tutturdun. | The Fall-8 | 2006 | |
| In fact, a very specific butterfly. | Aslında çok özel bir kelebek... Aslında, çok özel bir tür arıyorlardı; Aslında, çok özel bir tür arıyorlardı; | The Fall-8 | 2006 | |
| This Odious... it's bad man? | Bu Odious, kötü birisi mi? Bu Odious, fena bir adam mı? Bu Odious, fena bir adam mı? | The Fall-8 | 2006 | |
| In fact, our masked hero couldn't ever swim. | Aslında maskeli kahramanımız yüzmesini bile bilmiyormuş. İşin aslı, maskeli kahramanımız yüzme bile bilmiyordu. İşin aslı, maskeli kahramanımız yüzme bile bilmiyordu. | The Fall-8 | 2006 | |
| Like my father? Yes, your father. | Babam gibi miymiş? Evet, baban gibi. Babam gibi mi? Evet, baban gibi. Babam gibi mi? Evet, baban gibi. | The Fall-8 | 2006 | |
| Knowing that their chances of survival were better apart, | Birbirlerinden ayrıyken kurtulma şansları daha yüksek... Yalnız başlarına kurtulma şanslarının daha fazla olduğunu bildiklerinden... Yalnız başlarına kurtulma şanslarının daha fazla olduğunu bildiklerinden... | The Fall-8 | 2006 | |
| the two brothers separated, | ...olduğundan Vali Odious’ı... ...iki kardeş birbirlerinden ayrılmışlardı. ...iki kardeş birbirlerinden ayrılmışlardı. | The Fall-8 | 2006 | |
| Darwin, you are a enious! | Darwin, sen bir dâhisin! Darwin, sen bir dahisin! Darwin, sen bir dahisin! | The Fall-8 | 2006 | |
| Where do you get this ideas? | Nereden geliyor bu fikirler aklına? Nereden gelir bunlar aklına? Nereden gelir bunlar aklına? | The Fall-8 | 2006 | |
| He said he has been sent by his mystic cult, | Vali Odious ve İspanyol adamlarına karşı... Kendi gizemli tarikatı tarafından... Kendi gizemli tarikatı tarafından... | The Fall-8 | 2006 | |
| This region was once a lush forest alive with birds and sacret trees, | Burası eskiden içinde kutsal ağaçları ve cıvıl cıvıl öten kuşları olan gür bir ormanmış. Bu bölge bir zamanlar kutsal ağaçlar ve kuşlarla dolu bereketli bir ormanmış... Bu bölge bir zamanlar kutsal ağaçlar ve kuşlarla dolu bereketli bir ormanmış... | The Fall-8 | 2006 | |
| But Odious had them all burded down. | ...fakat Odious gelip ormanı yakmış. ...ama Odious onların hepsini yakıp yıkmış. ...ama Odious onların hepsini yakıp yıkmış. | The Fall-8 | 2006 | |
| He also says the birds are safe inside his belly, | Ayrıca kuşların karnının içinde güvende olduğunu ama dikkat etmemiz... Kuşların karnında güvende olduklarını ekliyor... Kuşların karnında güvende olduklarını ekliyor... | The Fall-8 | 2006 | |
| Fish, senor! | Balık, efendim! Balık, señor! Balık, señor! | The Fall-8 | 2006 | |
| It would be my honor if you consider joining us, | Bu davamızda bize katılman... Görevimizde bize katılmak istersen beni onurlandırmış olursun. Görevimizde bize katılmak istersen beni onurlandırmış olursun. | The Fall-8 | 2006 | |
| But first, | Önce... Ama önce... Ama önce... | The Fall-8 | 2006 | |
| I just wanna play a little game. I want you to go outside and toush one of my toes. | Küçük bir oyun oynamak istiyorum. Ayak parmaklarımdan bir tanesine dokunmanı istiyorum. Ufak bir oyun oynayalım. Buradan çıkıp ayak parmaklarımdan birine dokunmanı istiyorum. Ufak bir oyun oynayalım. Buradan çıkıp ayak parmaklarımdan birine dokunmanı istiyorum. | The Fall-8 | 2006 | |
| That's the whole point of the game. All right. | Oyunun amacı bu. Pekâlâ. Oyunun manası orada. Tamam. Oyunun manası orada. Tamam. | The Fall-8 | 2006 | |
| Realy. | Gerçekten. | The Fall-8 | 2006 | |
| What happened with his brother? Did he saved him? | Kardeşine ne olmuş? Kurtarmış mı? Haydutun kardeşine ne oldu? Onu kurtardı mı? Haydutun kardeşine ne oldu? Onu kurtardı mı? | The Fall-8 | 2006 | |
| You little liar. No | Küçük yalancı. Hayır. Seni pis yalancı. Hayır. Seni pis yalancı. Hayır. | The Fall-8 | 2006 | |
| Odious has already tortured his brother and crew | Odious çoktan kardeşi ve arkadaşlarına işkence edip... Odious onun kardeşi ve ekibine çoktan işkence etmiş... Odious onun kardeşi ve ekibine çoktan işkence etmiş... | The Fall-8 | 2006 | |
| Get off! Goddamn. | Bırak beni! Kahretsin! Bırak beni! Hay lanet! Bırak beni! Hay lanet! | The Fall-8 | 2006 | |
| Will you stop that? Leave him alone. | Şunu keser misin? Rahat bırak çocuğu! Keser misin şunu! Onunla uğraşma! Keser misin şunu! Onunla uğraşma! | The Fall-8 | 2006 | |
| Are you trying to save my soul? | Ruhumu kurtarmaya mı çalışıyorsun? Ruhumu kurtarmaya mı çalışıyorsun? | The Fall-8 | 2006 | |
| The Eucharist. The thing you gave me... | Evharist. Bana verdiğin şey. Bir tür... Komünyon. Verdiğin şey. Bu... Komünyon. Verdiğin şey. Bu... | The Fall-8 | 2006 | |
| Are you worried about me? What? What? What? | Ne? Ne? Ne? Benim için endişeleniyor musun? Benim için endişeleniyor musun? Ne? Ne? Ne? Benim için endişeleniyor musun? Ne? Ne? Ne? | The Fall-8 | 2006 | |
| Yes. What happened with the Black Bandir? | Evet. Kara Çete’ye ne olmuş? | The Fall-8 | 2006 | |
| Why he speaks like this? Because he's your father. | Neden böyle konuşuyor? Çünkü o senin baban. Niçin böyle konuşuyor? Çünkü o senin baban. Niçin böyle konuşuyor? Çünkü o senin baban. | The Fall-8 | 2006 | |
| I'v stronger now. | Şimdi daha güçlüyüm. Şimdi daha kuvvetliyim. Şimdi daha kuvvetliyim. | The Fall-8 | 2006 | |
| Ask the head nurse. I'v asking you as a friend. | Başhemşireden istesene. Dostum olarak senden istiyorum. Başhemşireden istesene. Dostun olarak senden istiyorum. Başhemşireden istesene. Dostun olarak senden istiyorum. | The Fall-8 | 2006 | |
| I'v so sorry. | Çok üzgünüm. | The Fall-8 | 2006 | |
| But I throw thev away because you wrote | M o r f i üç yazdığın için... Ama attım onları çünkü sen şöyle yazmıştın: Ama attım onları çünkü sen şöyle yazmıştın: | The Fall-8 | 2006 | |
| Cove out, Odious. | Çık dışarı, Odious. Çık dışarı Odious! Çık dışarı Odious! | The Fall-8 | 2006 | |
| Boys, she's vine. | Arkadaşlar, o benim. Çocuklar, o benim. Çocuklar, o benim. | The Fall-8 | 2006 | |
| What about the bomb? What? | Peki bombaya ne olmuş? Ne? Bomba ne oldu peki? Ne? Bomba ne oldu peki? Ne? | The Fall-8 | 2006 | |
| But that's only when I wear the vask. | Ama sadece maskemi taktığımda. Ama sırf bu yüzden takmıyorum maskeyi. Ama sırf bu yüzden takmıyorum maskeyi. | The Fall-8 | 2006 | |
| Once I was Lady Evelyn Everest Everhardt, and now I am sivply called... | Eskiden Leydi Evelyn Everest Everhardt’tım, şimdiyse adım... Bir zamanlar Leydi Evelyn Everest Everhardt, diye bilinirdim ama şimdi yalnızca... Bir zamanlar Leydi Evelyn Everest Everhardt, diye bilinirdim ama şimdi yalnızca... | The Fall-8 | 2006 | |
| She wants to say that we are spend here too much tives | Burada çok vakit kaybettiğimizi... Fazla zaman geçirdiğimizi ve bu şehirden ayrılmamız gerektiğini söylüyor. Fazla zaman geçirdiğimizi ve bu şehirden ayrılmamız gerektiğini söylüyor. | The Fall-8 | 2006 | |
| I have a message for you. In English! | Size bir mesajım var. İngilizce! | The Fall-9 | 2006 | |
| And here we go. | İşte burada. | The Fall-9 | 2006 | |
| You're Alexandria? Yes. | Sen Alexandria mısın? Evet. | The Fall-9 | 2006 | |
| Your note came in, and landed on my lap. | Notun buraya geldi ve kucağıma düştü. | The Fall-9 | 2006 | |
| Couldn't even understand it. It's written in gibberish or something. | Anlayamadım bir türlü. Gevelemece dilinde yazılmış gibi. | The Fall-9 | 2006 | |
| You didn't understand it, didn't you, didn't understand it, it's not for you. | Anlamamışsın, anlamamış, anlamamışsın, sana değil zaten. | The Fall-9 | 2006 |