Ara
İngilizce Türkçe Kelime Çevirileri Sayfa 177307
| İngilizce | Türkçe | Film Adı | Film Yılı | |
| Of course you don't share a bed with Grandma Turner. | Tabii büyükanne Turner’la aynı yatağı paylaşmak zorunda olan sen değilsin. Tabii siz Büyükanne Turner'la yatağını paylaşmadınız. Tabii siz Büyükanne Turner'la yatağını paylaşmadınız. Tabii siz Büyükanne Turner'la yatağını paylaşmadınız. Tabii siz Büyükanne Turner'la yatağını paylaşmadınız. Tabii siz Büyükanne Turner'la yatağını paylaşmadınız. Tabii siz Büyükanne Turner'la yatağını paylaşmadınız. Tabii siz Büyükanne Turner'la yatağını paylaşmadınız. | True Grit-2 | 2010 | |
| She's a resident of this city, it does not surprise me that she carry's disease. | Şehrin sakinlerinden biri, hastalık taşıyor olması beni şaşırtmaz. Bu şehrin yerlisi, hastalık taşıyor olmasına hiç şaşırmadım. Bu şehrin yerlisi, hastalık taşıyor olmasına hiç şaşırmadım. Bu şehrin yerlisi, hastalık taşıyor olmasına hiç şaşırmadım. Bu şehrin yerlisi, hastalık taşıyor olmasına hiç şaşırmadım. Bu şehrin yerlisi, hastalık taşıyor olmasına hiç şaşırmadım. Bu şehrin yerlisi, hastalık taşıyor olmasına hiç şaşırmadım. Bu şehrin yerlisi, hastalık taşıyor olmasına hiç şaşırmadım. | True Grit-2 | 2010 | |
| I'm paying you for a horse. | Sana, almadığım atın | True Grit-2 | 2010 | |
| And I brought back a string of useless ponies. | Ve bir dizi işe yaramaz midilliyi geri aldım. Ayrıca tekrar satamayacağım işe yaramaz midillileri de geri alıyorum. Ayrıca tekrar satamayacağım işe yaramaz midillileri de geri alıyorum. Ayrıca tekrar satamayacağım işe yaramaz midillileri de geri alıyorum. Ayrıca tekrar satamayacağım işe yaramaz midillileri de geri alıyorum. Ayrıca tekrar satamayacağım işe yaramaz midillileri de geri alıyorum. Ayrıca tekrar satamayacağım işe yaramaz midillileri de geri alıyorum. Ayrıca tekrar satamayacağım işe yaramaz midillileri de geri alıyorum. | True Grit-2 | 2010 | |
| Right. You are looking at the thing in the wrong light. | Yerin dibine girsin. Duruma yanlış ışık altında bakıyorsun. | True Grit-2 | 2010 | |
| Well I have a tentative offer for ten dollars per head. | Pazarlık payı olmakla birlikte tanesine on dolar veren oldu. Little Rock'daki sabun yapımhanesinden at başına 10 dolarlık geçici bir teklif aldım. Little Rock'taki Pfitzer sabun fabrikasından... Little Rock'daki sabun yapımhanesinden at başına 10 dolarlık geçici bir teklif aldım. Little Rock'taki Pfitzer sabun fabrikasından... Little Rock'daki sabun yapımhanesinden at başına 10 dolarlık geçici bir teklif aldım. Little Rock'taki Pfitzer sabun fabrikasından... Little Rock'taki Pfitzer sabun fabrikasından... | True Grit-2 | 2010 | |
| From the "Pfitzer Soap Works" of Little Rock | Little Rock’ta sabun taşıyıcılığı yapan biri. | True Grit-2 | 2010 | |
| It would be a shame to destroy such spirited horse flesh. | Yazık edersin. Bu, at ırkının ruhuna ve tabiatına aykırı olur. At etinin sabuna dönüştürülmesi utanç verici olurdu. At etinin sabuna dönüştürülmesi utanç verici olurdu. At etinin sabuna dönüştürülmesi utanç verici olurdu. At etinin sabuna dönüştürülmesi utanç verici olurdu. At etinin sabuna dönüştürülmesi utanç verici olurdu. At etinin sabuna dönüştürülmesi utanç verici olurdu. At etinin sabuna dönüştürülmesi utanç verici olurdu. | True Grit-2 | 2010 | |
| No that's a lot price, no, no, I. | Bir anda ucuzladı, yok, hayır. Çok düşük bir fiyat, hayır, hayır... Çok düşük bir fiyat, hayır, hayır... Çok düşük bir fiyat, hayır, hayır... Çok düşük bir fiyat, hayır, hayır... Çok düşük bir fiyat, hayır, hayır... Çok düşük bir fiyat, hayır, hayır... Çok düşük bir fiyat, hayır, hayır... | True Grit-2 | 2010 | |
| He thinks he has a horsefly on him. | Dizginleri atın doğrultusunda tut. Atını sürmek için kamçını kullan. Üzerinde at sineği olduğunu sanıyor. Atını sürmek için kamçını kullan. Üzerinde at sineği olduğunu sanıyor. Atını sürmek için kamçını kullan. Üzerinde at sineği olduğunu sanıyor. Üzerinde at sineği olduğunu sanıyor. | True Grit-2 | 2010 | |
| No ma'am, I ain't suppose to utter your name. | Olmaz hanımefendi, adınızı ağzıma almam bile yasak. | True Grit-2 | 2010 | |
| See, sleep. | Gördünüz mü, uyuyor. Bak, uyuyor. Bak, uyuyor. Bak, uyuyor. Bak, uyuyor. Bak, uyuyor. Bak, uyuyor. Bak, uyuyor. | True Grit-2 | 2010 | |
| Marshall Cogburn. | Şef Cogburn. Marşal Cogburn. Şerif Cogburn. Marşal Cogburn. Şerif Cogburn. Marşal Cogburn. Şerif Cogburn. Şerif Cogburn. | True Grit-2 | 2010 | |
| How long 'till you are ready to go? | Gitmeye hazır olmanız ne kadar sürer? Ne kadar zamanda yola çıkmaya hazır olursunuz? Ne kadar zamanda yola çıkmaya hazır olursunuz? Ne kadar zamanda yola çıkmaya hazır olursunuz? Ne kadar zamanda yola çıkmaya hazır olursunuz? Ne kadar zamanda yola çıkmaya hazır olursunuz? Ne kadar zamanda yola çıkmaya hazır olursunuz? Ne kadar zamanda yola çıkmaya hazır olursunuz? | True Grit-2 | 2010 | |
| Go where? To the Indian Territory to pursue Tom Chaney. | Nereye gitmeye? Kızılderili bölgesine, Tom Chaney’i bulmaya. Nereye? Tom Chaney'nin izini sürmek için Kızılderili Bölgesi'ne. Nereye? Tom Chaney'nin izini sürmek için Kızılderili Bölgesi'ne. Nereye? Tom Chaney'nin izini sürmek için Kızılderili Bölgesi'ne. Nereye? Tom Chaney'nin izini sürmek için Kızılderili Bölgesi'ne. Nereye? Tom Chaney'nin izini sürmek için Kızılderili Bölgesi'ne. Nereye? Tom Chaney'nin izini sürmek için Kızılderili Bölgesi'ne. Nereye? Tom Chaney'nin izini sürmek için Kızılderili Bölgesi'ne. | True Grit-2 | 2010 | |
| Oh, you're the grieved girl with the stories of El Dorado. | Aa, sen şu El Dorado hikayeleri anlatan müteessir kızsın. Sen şu El Dorado masallarıyla kederlenen kızsın. Sen şu El Dorado masallarıyla kederlenen kızsın. Sen şu El Dorado masallarıyla kederlenen kızsın. Sen şu El Dorado masallarıyla kederlenen kızsın. Sen şu El Dorado masallarıyla kederlenen kızsın. Sen şu El Dorado masallarıyla kederlenen kızsın. Sen şu El Dorado masallarıyla kederlenen kızsın. | True Grit-2 | 2010 | |
| I did say fifty dollars to retrieve Chaney, you did not believe me? | Chaney’in izini sürmek için elli dolar demiştim, bana inanmadınız mı? Chaney'nin izini sürmek için 50 dolar veririm demiştim ama bana inanmamıştınız. Chaney'nin izini sürmek için 50 dolar veririm demiştim ama bana inanmamış mıydınız? Chaney'nin izini sürmek için 50 dolar veririm demiştim ama bana inanmamıştınız. Chaney'nin izini sürmek için 50 dolar veririm demiştim ama bana inanmamış mıydınız? Chaney'nin izini sürmek için 50 dolar veririm demiştim ama bana inanmamıştınız. Chaney'nin izini sürmek için 50 dolar veririm demiştim ama bana inanmamış mıydınız? Chaney'nin izini sürmek için 50 dolar veririm demiştim ama bana inanmamış mıydınız? | True Grit-2 | 2010 | |
| I did not know. | Nerden bileyim. Bilmiyordum. Bilmiyordum. Bilmiyordum. Bilmiyordum. Bilmiyordum. Bilmiyordum. Bilmiyordum. | True Grit-2 | 2010 | |
| You are one to figure. | Bunu ispatlayacak olan sensin. Rakamı söyleyen sensin. Rakamı söyleyen sensin. Rakamı söyleyen sensin. Rakamı söyleyen sensin. Rakamı söyleyen sensin. Rakamı söyleyen sensin. Rakamı söyleyen sensin. | True Grit-2 | 2010 | |
| I remember your offer, I do not remember agreeing to it. | Teklifini hatırlıyorum da kabul ettiğimi hatırlamıyorum. Teklifini hatırlıyorum ama anlaştığımızı hatırlamıyorum. Teklifini hatırlıyorum ama anlaştığımızı hatırlamıyorum. Teklifini hatırlıyorum ama anlaştığımızı hatırlamıyorum. Teklifini hatırlıyorum ama anlaştığımızı hatırlamıyorum. Teklifini hatırlıyorum ama anlaştığımızı hatırlamıyorum. Teklifini hatırlıyorum ama anlaştığımızı hatırlamıyorum. Teklifini hatırlıyorum ama anlaştığımızı hatırlamıyorum. | True Grit-2 | 2010 | |
| Will take a fifty dollar advance. It'll be for expenses. | Elli dolarını da peşin alırım, harcamalar için. Masraflar için peşin 50 dolarını alırım. Masraflar için peşin 50 dolarını alırım. Masraflar için peşin 50 dolarını alırım. Masraflar için peşin 50 dolarını alırım. Masraflar için peşin 50 dolarını alırım. Masraflar için peşin 50 dolarını alırım. Masraflar için peşin 50 dolarını alırım. | True Grit-2 | 2010 | |
| I'm giving you the children's rate. | Sana çocuk fiyatı veriyorum. Sana çocuk tarifesi yaptım. Sana çocuk tarifesi yaptım. Sana çocuk tarifesi yaptım. Sana çocuk tarifesi yaptım. Sana çocuk tarifesi yaptım. Sana çocuk tarifesi yaptım. Sana çocuk tarifesi yaptım. | True Grit-2 | 2010 | |
| I'm not a sharper. An old man sleeping in a rope bed. In a room behind the Chinese grocery. | Ben esnaf değilim. İp yatakta yatan, bir Çinli dükkânının arkasında yaşayan yaşlı bir adamım. Müşteri değilim ki. Çin bakkalının arkasında ipten yapılma yatakta yatan yaşlı bir adamım. Üçkâğıtçı değilim ki. Çin bakkalının arkasında ipten yapılma yatakta yatan yaşlı bir adamım. Müşteri değilim ki. Çin bakkalının arkasında ipten yapılma yatakta yatan yaşlı bir adamım. Üçkâğıtçı değilim ki. Çin bakkalının arkasında ipten yapılma yatakta yatan yaşlı bir adamım. Müşteri değilim ki. Çin bakkalının arkasında ipten yapılma yatakta yatan yaşlı bir adamım. Üçkâğıtçı değilim ki. Çin bakkalının arkasında ipten yapılma yatakta yatan yaşlı bir adamım. Üçkâğıtçı değilim ki. Çin bakkalının arkasında ipten yapılma yatakta yatan yaşlı bir adamım. | True Grit-2 | 2010 | |
| I have nothing. You want to be kept in whiskey. | Hiçbir şeyim yok. Viski şişesinin içinde yaşamak daha çok hoşuna giderdi. Hiçbir şeyim yok. Viski almak için istiyorsun. Hiçbir şeyim yok. Viski almak için istiyorsunuz. Hiçbir şeyim yok. Viski almak için istiyorsun. Hiçbir şeyim yok. Viski almak için istiyorsunuz. Hiçbir şeyim yok. Viski almak için istiyorsun. Hiçbir şeyim yok. Viski almak için istiyorsunuz. Hiçbir şeyim yok. Viski almak için istiyorsunuz. | True Grit-2 | 2010 | |
| I don't have to buy that. | Yine de o viskiyi satın almazdım. Para vermem ki. El koyarım. Para vermem ki. El koyarım. Para vermem ki. El koyarım. Para vermem ki. El koyarım. Para vermem ki. El koyarım. Para vermem ki. El koyarım. Para vermem ki. El koyarım. | True Grit-2 | 2010 | |
| I'd confiscate it. | Birilerininkine al koyardım. | True Grit-2 | 2010 | |
| Enough for a quart. | Litrelik bile yeterdi. Bir çeyrek yeter. Sağ ol. Kanun adamıyım. Sağ ol. Bir çeyrek yeter. Sağ ol. Kanun adamıyım. Sağ ol. Bir çeyrek yeter. Sağ ol. Kanun adamıyım. Sağ ol. Kanun adamıyım. Sağ ol. | True Grit-2 | 2010 | |
| Then I shall not niggle. | O zaman pazarlık etmeyeyim. | True Grit-2 | 2010 | |
| You are not going, that ain't no part of it. | Sen gitmiyorsun, bu işte yoksun. Sen gelmiyorsun, bu işe karışamazsın. Sen gelmiyorsun, bu işe karışamazsın. Sen gelmiyorsun, bu işe karışamazsın. Sen gelmiyorsun, bu işe karışamazsın. Sen gelmiyorsun, bu işe karışamazsın. Sen gelmiyorsun, bu işe karışamazsın. Sen gelmiyorsun, bu işe karışamazsın. | True Grit-2 | 2010 | |
| You have misjudged me if you think I'm silly enough to give you fifty dollars and watch you simply ride off. | Sana elli dolar verdikten sonra sen atına binip giderken arkandan el sallayacak kadar aptal olduğumu düşünüyorsan beni hiç tanımamışsın. Sana 50 doları verip atına binip gidişini izleyecek kadar... Sİze 50 doları verip atınıza binip gidişinizi izleyecek kadar... Sana 50 doları verip atına binip gidişini izleyecek kadar... Sİze 50 doları verip atınıza binip gidişinizi izleyecek kadar... Sana 50 doları verip atına binip gidişini izleyecek kadar... Sİze 50 doları verip atınıza binip gidişinizi izleyecek kadar... Sİze 50 doları verip atınıza binip gidişinizi izleyecek kadar... | True Grit-2 | 2010 | |
| I'm a bonded U.S. Marshall. | Teminatım rütbem. Amerikan Marşal'ına bağlıyım. Federal Şerifler'e bağlıyım. Amerikan Marşal'ına bağlıyım. Yardımcı Şerifler'e bağlıyım. Amerikan Marşal'ına bağlıyım. Yardımcı Şerifler'e bağlıyım. Yardımcı Şerifler'e bağlıyım. | True Grit-2 | 2010 | |
| Damn ducks, can't go after Ned Pepper, | Lanet ördekler. Ned Pepper’ın peşine bu şekilde düşülmez. Lanet olası ördekler, bir yandan bebek bakıcılığı yaparak... Lanet olası ördekler, hem bebek bakıcılığı yaparak... Lanet olası ördekler, bir yandan bebek bakıcılığı yaparak... Lanet olası ördekler, hem bebek bakıcılığı yaparak... Lanet olası ördekler, bir yandan bebek bakıcılığı yaparak... Lanet olası ördekler, hem bebek bakıcılığı yaparak... Lanet olası ördekler, hem bebek bakıcılığı yaparak... | True Grit-2 | 2010 | |
| Won't be stopping at boarding houses, where there's warm bed and hot grub on the table. | Tek kişilik yatakları olan, sıcak yemeklerin önümüze servis edileceği pansiyonlarda kalmayacağız. Bir yatak ve masada sıcak yemek bulabileceğin bir pansiyonda kalmayacaksın. Bir yatak ve masada sıcak yemek bulabileceğin bir pansiyonda kalmayacaksın. Bir yatak ve masada sıcak yemek bulabileceğin bir pansiyonda kalmayacaksın. Bir yatak ve masada sıcak yemek bulabileceğin bir pansiyonda kalmayacaksın. Bir yatak ve masada sıcak yemek bulabileceğin bir pansiyonda kalmayacaksın. Bir yatak ve masada sıcak yemek bulabileceğin bir pansiyonda kalmayacaksın. Bir yatak ve masada sıcak yemek bulabileceğin bir pansiyonda kalmayacaksın. | True Grit-2 | 2010 | |
| I'd be grabbing the saddle, eating light. | Eyeri tutup kumanyamızı yiyeceğiz. Kumda seyahat edip az yiyeceksin. Devamlı at üstünde olup az yiyeceksin. Kumda seyahat edip az yiyeceksin. Devamlı at üstünde olup az yiyeceksin. Kumda seyahat edip az yiyeceksin. Devamlı at üstünde olup az yiyeceksin. Devamlı at üstünde olup az yiyeceksin. | True Grit-2 | 2010 | |
| Where the sleeping would only take place on the ground. | Yatacağımız tek mekânsa yer olacak. Yerlerde yatıp uyuyacaksın. Yerlerde yatıp uyuyacaksın. Yerlerde yatıp uyuyacaksın. Yerlerde yatıp uyuyacaksın. Yerlerde yatıp uyuyacaksın. Yerlerde yatıp uyuyacaksın. Yerlerde yatıp uyuyacaksın. | True Grit-2 | 2010 | |
| Papa took me on a fine coon hunt last summer on the Petit Jean. | Babam geçen yaz beni rakun avına götürmüştü, Petty G.’de. Babam geçen yaz Petty G.'nin rakun avına götürmüştü. Babam geçen yaz beni Petit Jean'e rakun avına götürmüştü. Babam geçen yaz Petty G.'nin rakun avına götürmüştü. Babam geçen yaz beni Petit Jean'e rakun avına götürmüştü. Babam geçen yaz Petty G.'nin rakun avına götürmüştü. Babam geçen yaz beni Petit Jean'e rakun avına götürmüştü. Babam geçen yaz beni Petit Jean'e rakun avına götürmüştü. | True Grit-2 | 2010 | |
| Coon hunt? | Rakun avı? Rakun avı mı? Rakun avı mı? Rakun avı mı? Rakun avı mı? Rakun avı mı? Rakun avı mı? Rakun avı mı? | True Grit-2 | 2010 | |
| This ain't no coon hunt. | Bu işi rakun avıyla karıştırma. Bu rakun avı falan değil. Bu rakun avı falan değil. Bu rakun avı falan değil. Bu rakun avı falan değil. Bu rakun avı falan değil. Bu rakun avı falan değil. Bu rakun avı falan değil. | True Grit-2 | 2010 | |
| Don't come within forty miles of being a coon hunt. | Doyurulması gereken çok fazla mide var. Alakası bile yok. Rakun avı için 65 km yol gelme. Alakası bile yok. Rakun avı için 65 km yol gelme. Alakası bile yok. Rakun avı için 65 km yol gelme. Rakun avı için 65 km yol gelme. | True Grit-2 | 2010 | |
| Here's the money. | Para burada. İşte paran. Tom Chaney'i yakalama niyetindeyim... İşte para. Tom Chaney'i yakalama niyetindeyim... İşte paran. Tom Chaney'i yakalama niyetindeyim... İşte para. Tom Chaney'i yakalama niyetindeyim... İşte paran. Tom Chaney'i yakalama niyetindeyim... İşte para. Tom Chaney'i yakalama niyetindeyim... İşte para. Tom Chaney'i yakalama niyetindeyim... | True Grit-2 | 2010 | |
| and if you are not gamed, I will find somebody who is gamed. | Partiye katılmak istemiyorsan, katılacak birilerini bulurum. ...sen bu işi yapmayacaksan yapacak başkasını bulurum. ...siz bu işi yapmayacaksanız yapacak başkasını bulurum. ...sen bu işi yapmayacaksan yapacak başkasını bulurum. ...siz bu işi yapmayacaksanız yapacak başkasını bulurum. ...sen bu işi yapmayacaksan yapacak başkasını bulurum. ...siz bu işi yapmayacaksanız yapacak başkasını bulurum. ...siz bu işi yapmayacaksanız yapacak başkasını bulurum. | True Grit-2 | 2010 | |
| All I've heard out of you so far is talk. | Şu ana kadar senden duyduğum tek şey konuşmak. Şimdiye kadar tek yaptığın konuşmak. Şimdiye kadar tek yaptığınız konuşmak. Şimdiye kadar tek yaptığın konuşmak. Şimdiye kadar tek yaptığınız konuşmak. Şimdiye kadar tek yaptığın konuşmak. Şimdiye kadar tek yaptığınız konuşmak. Şimdiye kadar tek yaptığınız konuşmak. | True Grit-2 | 2010 | |
| I know you can drink whiskey, and snore and spit and wallow in filth and bemoan your station. | Viski içebildiğini biliyorum, ve horlayabildiğini, tükürebildiğini ve pislik içinde yüzdüğünü ve hâlinden sızlandığını. Viski içip horladığını, tükürüp çamurda yuvarlandığını... Viski içip horladığınızı, tükürüp çamurda yuvarlandığınızı... Viski içip horladığını, tükürüp çamurda yuvarlandığını... Viski içip horladığınızı, tükürüp çamurda yuvarlandığınızı... Viski içip horladığını, tükürüp çamurda yuvarlandığını... Viski içip horladığınızı, tükürüp çamurda yuvarlandığınızı... Viski içip horladığınızı, tükürüp çamurda yuvarlandığınızı... | True Grit-2 | 2010 | |
| They told me you had grit, and that is why I came to you. | Cesur yürek olduğunu söylemişlerdi, bu yüzden sana geldim. Senin cesur olduğunu söylediler o yüzden sana geldim. Sizin cesur biri olduğunuzu söylediler, o yüzden size geldim. Senin cesur olduğunu söylediler o yüzden sana geldim. Sizin cesur biri olduğunuzu söylediler, o yüzden size geldim. Senin cesur olduğunu söylediler o yüzden sana geldim. Sizin cesur biri olduğunuzu söylediler, o yüzden size geldim. Sizin cesur biri olduğunuzu söylediler, o yüzden size geldim. | True Grit-2 | 2010 | |
| I'm not paying for talk. I can get all the talk I need and more at the Monarch boarding house. | Sana konuşman için para ödemiyorum. İhtiyacım olan dırdırın tamamını pansiyonda dinleyebilirim. Konuşman için para ödemiyorum, ihtiyacım olan konuşmayı pansiyonda da yapabilirim. Konuşmak için para ödemiyorum, ihtiyacım olan konuşmayı pansiyonda da yapabilirim. Konuşman için para ödemiyorum, ihtiyacım olan konuşmayı pansiyonda da yapabilirim. Konuşmak için para ödemiyorum, ihtiyacım olan konuşmayı pansiyonda da yapabilirim. Konuşman için para ödemiyorum, ihtiyacım olan konuşmayı pansiyonda da yapabilirim. Konuşmak için para ödemiyorum, ihtiyacım olan konuşmayı pansiyonda da yapabilirim. Konuşmak için para ödemiyorum, ihtiyacım olan konuşmayı pansiyonda da yapabilirim. | True Grit-2 | 2010 | |
| Meet me here at seven o'clock tomorrow morning and we can begin our 'coon hunt'. | Yarın sabah saat yedide burada buluşup “rakun avı”mıza başlayalım. Yarın sabah yedide buraya gel ve birlikte rakun avına çıkalım. Yarın sabah yedide buraya gel ve birlikte rakun avına çıkalım. Yarın sabah yedide buraya gel ve birlikte rakun avına çıkalım. Yarın sabah yedide buraya gel ve birlikte rakun avına çıkalım. Yarın sabah yedide buraya gel ve birlikte rakun avına çıkalım. Yarın sabah yedide buraya gel ve birlikte rakun avına çıkalım. Yarın sabah yedide buraya gel ve birlikte rakun avına çıkalım. | True Grit-2 | 2010 | |
| Mattie: Dearest mother, | (Mattie) Canım annem, Sevgili anneciğim. Sevgili anneciğim. Sevgili anneciğim. Sevgili anneciğim. Sevgili anneciğim. Sevgili anneciğim. Sevgili anneciğim. | True Grit-2 | 2010 | |
| So do not fail on my account. | Yani bana dair bir endişen olmasın. Bu yüzden benim için endişelenme. Yani benim için endişelenme. Bu yüzden benim için endişelenme. Yani benim için endişelenme. Bu yüzden benim için endişelenme. Yani benim için endişelenme. Yani benim için endişelenme. | True Grit-2 | 2010 | |
| Though I walk through the valley, of the shadow of death. | Ölüm vadisinden yürüyerek geçmem gerekirse bunu yaparım. Ölüm Gölgesi Vadisi'nde yürüyorum. Ölüm Gölgesi Vadisi'nde yürüyor olsam bile... Ölüm Gölgesi Vadisi'nde yürüyorum. Ölüm Gölgesi Vadisi'nde yürüyor olsam bile... Ölüm Gölgesi Vadisi'nde yürüyorum. Ölüm Gölgesi Vadisi'nde yürüyor olsam bile... Ölüm Gölgesi Vadisi'nde yürüyor olsam bile... | True Grit-2 | 2010 | |
| Kiss little Frankie for me, and pinch Violet's cheek. | Küçük Frankie’yi yerime öp, ve Violet’in yanağını mıncıkla. Benim için küçük Frankie'yi öp ve Violet'in yanağından makas al. Benim için küçük Frankie'yi öp ve Violet'in yanağından makas al. Benim için küçük Frankie'yi öp ve Violet'in yanağından makas al. Benim için küçük Frankie'yi öp ve Violet'in yanağından makas al. Benim için küçük Frankie'yi öp ve Violet'in yanağından makas al. Benim için küçük Frankie'yi öp ve Violet'in yanağından makas al. Benim için küçük Frankie'yi öp ve Violet'in yanağından makas al. | True Grit-2 | 2010 | |
| I'm off for the Choctaw nation, | Choctaw’lara doğru yola çıktım. Choctaw Nation'a gidiyorum. Choctaw topraklarına gidiyorum. Choctaw Nation'a gidiyorum. Choctaw topraklarına gidiyorum. Choctaw Nation'a gidiyorum. Choctaw topraklarına gidiyorum. Choctaw topraklarına gidiyorum. | True Grit-2 | 2010 | |
| Where's Marshall Cogburn? | Şef Cogburn nerde? Marşal Cogburn nerede? Şerif Cogburn nerede? Marşal Cogburn nerede? Şerif Cogburn nerede? Marşal Cogburn nerede? Şerif Cogburn nerede? Şerif Cogburn nerede? | True Grit-2 | 2010 | |
| Is that Rooster Cogburn? | Şuradaki Şef Cogburn mü? Oradaki Şerif Cogburn mü? Ta kendisi. Oradaki Şerif Cogburn mü? Ta kendisi. Oradaki Şerif Cogburn mü? Ta kendisi. Oradaki Şerif Cogburn mü? Ta kendisi. Oradaki Şerif Cogburn mü? Ta kendisi. Oradaki Şerif Cogburn mü? Ta kendisi. Oradaki Şerif Cogburn mü? Ta kendisi. | True Grit-2 | 2010 | |
| Mattie: Who's he with? | Kiminle birlikte? Yanındaki kim? Tanımıyorum. Yanındaki kim? Tanımıyorum. Yanındaki kim? Tanımıyorum. Yanındaki kim? Tanımıyorum. Yanındaki kim? Tanımıyorum. Yanındaki kim? Tanımıyorum. Yanındaki kim? Tanımıyorum. | True Grit-2 | 2010 | |
| Marshall told me you'd show up. I'm to present you to the Sheriff. | Şef senin geleceğini söylemişti. Seni şerife götürmeye gidiyorum. Marşal geleceğini söylemişti. Seni Şerif'e götüreceğim. Federal Şerif geleceğini söylemişti. Seni Şerif'e götüreceğim. Marşal geleceğini söylemişti. Seni Şerif'e götüreceğim. Yardımcı Şerif geleceğini söylemişti. Seni Şerif'e götüreceğim. Marşal geleceğini söylemişti. Seni Şerif'e götüreceğim. Yardımcı Şerif geleceğini söylemişti. Seni Şerif'e götüreceğim. Yardımcı Şerif geleceğini söylemişti. Seni Şerif'e götüreceğim. | True Grit-2 | 2010 | |
| If you don't turn around and take me across, | Geri dönüp beni karşıya geçirmezsen, kendini hapsi boylamış halde bulabilirsin. Beni geri çevirip nehri geçirtmezsen, kendini istemediğin bir yerde bulursun. Beni geri çevirip nehri geçirtmezsen, kendini mahkemenin istemediğin tarafında bulursun. Beni geri çevirip nehri geçirtmezsen, kendini istemediğin bir yerde bulursun. Beni geri çevirip nehri geçirtmezsen, kendini mahkemenin istemediğin tarafında bulursun. Beni geri çevirip nehri geçirtmezsen, kendini istemediğin bir yerde bulursun. Beni geri çevirip nehri geçirtmezsen, kendini mahkemenin istemediğin tarafında bulursun. Beni geri çevirip nehri geçirtmezsen, kendini mahkemenin istemediğin tarafında bulursun. | True Grit-2 | 2010 | |
| Rooster: I would give you ten dollars for him. | Onun için on dolar veririm. | True Grit-2 | 2010 | |
| That was not stolen, I'm after your man. | Çalmadım, adamının peşindeyim. | True Grit-2 | 2010 | |
| If I do not there is no agreement and my money was stolen. | Etmezsem ortada bir anlaşma yok demektir ve param da çalınmış olur. | True Grit-2 | 2010 | |
| Let's put this child back on the ferry | Şu çocuğu sandalla geri gönderelim. Şu çocuğu tekrar karşıya gönderelim. Yolumuz uzun ve zamanımız boşa geçiyor. Şu çocuğu tekrar karşıya gönderelim. Yolumuz uzun ve zamanımız boşa geçiyor. Şu çocuğu tekrar karşıya gönderelim. Yolumuz uzun ve zamanımız boşa geçiyor. Şu çocuğu tekrar karşıya gönderelim. Yolumuz uzun ve zamanımız boşa geçiyor. Şu çocuğu tekrar karşıya gönderelim. Yolumuz uzun ve zamanımız boşa geçiyor. Şu çocuğu tekrar karşıya gönderelim. Yolumuz uzun ve zamanımız boşa geçiyor. Şu çocuğu tekrar karşıya gönderelim. Yolumuz uzun ve zamanımız boşa geçiyor. | True Grit-2 | 2010 | |
| If I go back it's to the U.S. Marshals office to report the theft of my money. | Geri dönersem direk ABD polis şefliği bürosuna gidip çalınan elli dolarımı rapor edeceğim. Marşal Bürosuna gidip paramı çaldığınızı bildireceğim. Federal Şerifler Bürosuna gidip paramı çaldığınızı bildireceğim. Marşal Bürosuna gidip paramı çaldığınızı bildireceğim. Yardımcı Şerifler Bürosuna gidip paramı çaldığınızı bildireceğim. Marşal Bürosuna gidip paramı çaldığınızı bildireceğim. Yardımcı Şerifler Bürosuna gidip paramı çaldığınızı bildireceğim. Yardımcı Şerifler Bürosuna gidip paramı çaldığınızı bildireceğim. | True Grit-2 | 2010 | |
| And futile Marshall Cogburn? "Pursuit would be futile"? | Ve beyude mi şef Cogburn? Peşimden gelmen beyude mi olur? Ve bosa mı Marşal Cogburn? Peşinizden gelmem bosa mı olur? Ve bosa mı Şerif Cogburn? Peşinizden gelmem bosa mı olur? Ve bosa mı Marşal Cogburn? Peşinizden gelmem bosa mı olur? Ve bosa mı Şerif Cogburn? Peşinizden gelmem bosa mı olur? Ve bosa mı Marşal Cogburn? Peşinizden gelmem bosa mı olur? Ve bosa mı Şerif Cogburn? Peşinizden gelmem bosa mı olur? Ve bosa mı Şerif Cogburn? Peşinizden gelmem bosa mı olur? | True Grit-2 | 2010 | |
| It's not spelled, F U D E L. | B E Y H U D E diye yazılır o. O kelime B O S A diye yazılmaz. O kelime B O S A diye yazılmaz. O kelime B O S A diye yazılmaz. O kelime B O S A diye yazılmaz. O kelime B O S A diye yazılmaz. O kelime B O S A diye yazılmaz. O kelime B O S A diye yazılmaz. | True Grit-2 | 2010 | |
| Now you would DO as the grown ups say. | Şimdi konuş da görelim. Bir daha böyle yaparsan şaplak yerine... Bundan sonra büyüklerin ne derse onu yapacaksın... Bir daha böyle yaparsan şaplak yerine... Bundan sonra büyüklerin ne derse onu yapacaksın... Bir daha böyle yaparsan şaplak yerine... Bundan sonra büyüklerin ne derse onu yapacaksın... Bundan sonra büyüklerin ne derse onu yapacaksın... | True Grit-2 | 2010 | |
| Or I will get myself a burr switch and strap your leg. | Yoksa ayaklarını bağlayıp bir güzel sopa çekeceğim. ...seni kendi ellerimle bağlar falakaya yatırırım. ...yoksa seni kendi ellerimle bağlar falakaya yatırırım. ...seni kendi ellerimle bağlar falakaya yatırırım. ...yoksa seni kendi ellerimle bağlar falakaya yatırırım. ...seni kendi ellerimle bağlar falakaya yatırırım. ...yoksa seni kendi ellerimle bağlar falakaya yatırırım. ...yoksa seni kendi ellerimle bağlar falakaya yatırırım. | True Grit-2 | 2010 | |
| Mattie cries: Are you going to let him do this, Marshall. | Bunu yapmasına izin mi vereceksiniz Şef? Bunu yapmasına izin mi vereceksin, Marşal? Bunu yapmasına izin mi vereceksiniz, Şerif? Bunu yapmasına izin mi vereceksin, Marşal? Bunu yapmasına izin mi vereceksiniz, Şerif? Bunu yapmasına izin mi vereceksin, Marşal? Bunu yapmasına izin mi vereceksiniz, Şerif? Bunu yapmasına izin mi vereceksiniz, Şerif? | True Grit-2 | 2010 | |
| No, I don't believe I will. Put your switch away, La Boeuf. | Hayır, pek sanmıyorum. Sopanı kenara at, LaBoeuf. Hayır, sanırım izin vermeyeceğim. Kızı bırak, La Boeuf. Hayır, sanırım izin vermeyeceğim. Kızı bırak, La Boeuf. Hayır, sanırım izin vermeyeceğim. Kızı bırak, La Boeuf. Hayır, sanırım izin vermeyeceğim. Kızı bırak, La Boeuf. Hayır, sanırım izin vermeyeceğim. Kızı bırak, La Boeuf. Hayır, sanırım izin vermeyeceğim. Kızı bırak, La Boeuf. Hayır, sanırım izin vermeyeceğim. Kızı bırak, La Boeuf. | True Grit-2 | 2010 | |
| That'll be the biggest mistake you ever made. | Bu yaptığın en büyük hata olur. Yaptığın en büyük hata olur. Yaptığın en büyük hata olur. Yaptığın en büyük hata olur. Yaptığın en büyük hata olur. Yaptığın en büyük hata olur. Yaptığın en büyük hata olur. Yaptığın en büyük hata olur. | True Grit-2 | 2010 | |
| Let's check this brass popper. | Şu mısır patlatma makinesine bir bakalım. Altı patlarımın tadına bak bakalım. Altı patlarımın tadına bak bakalım. Altı patlarımın tadına bak bakalım. Altı patlarımın tadına bak bakalım. Altı patlarımın tadına bak bakalım. Altı patlarımın tadına bak bakalım. Altı patlarımın tadına bak bakalım. | True Grit-2 | 2010 | |
| In Texas we make due with a fire little more than twigs. | Biz Teksas’ta çıradan biraz daha büyük ateşler yakarız. Texas'ta ince dallardan biraz daha büyük ateş yakarız. Texas'ta ince dallarla bundan biraz daha büyük bir ateş yakarız. Texas'ta ince dallardan biraz daha büyük ateş yakarız. Texas'ta ince dallarla bundan biraz daha büyük bir ateş yakarız. Texas'ta ince dallardan biraz daha büyük ateş yakarız. Texas'ta ince dallarla bundan biraz daha büyük bir ateş yakarız. Texas'ta ince dallarla bundan biraz daha büyük bir ateş yakarız. | True Grit-2 | 2010 | |
| Buffalo chips. | Bizon cipsi. Bufalo tezekleri kullanırız. Bufalo tezekleri kullanırız. Bufalo tezekleri kullanırız. Bufalo tezekleri kullanırız. Bufalo tezekleri kullanırız. Bufalo tezekleri kullanırız. Bufalo tezekleri kullanırız. | True Grit-2 | 2010 | |
| policy never to make the camp in the same place as your cook fire. | Kurallara göre asla yiyecek ateşiyle aynı yerde kamp yapmaz. | True Grit-2 | 2010 | |
| How do you know Bagby will have intelligence? | Bagget’in istihbarat aldığını nerden biliyorsun? Bagbee'ın bilgi sahibi olduğunu nereden biliyorsun? Bagby'nin bilgi sahibi olduğunu nereden biliyorsun? Bagbee'ın bilgi sahibi olduğunu nereden biliyorsun? Bagby'nin bilgi sahibi olduğunu nereden biliyorsun? Bagbee'ın bilgi sahibi olduğunu nereden biliyorsun? Bagby'nin bilgi sahibi olduğunu nereden biliyorsun? Bagby'nin bilgi sahibi olduğunu nereden biliyorsun? | True Grit-2 | 2010 | |
| And anyone coming in, | Gelen adamlar, Bir adam geldiğinde... Bir adam geldiğinde... Bir adam geldiğinde... Bir adam geldiğinde... Bir adam geldiğinde... Bir adam geldiğinde... Bir adam geldiğinde... | True Grit-2 | 2010 | |
| wanting any kind of supply. | tedarikçi falan değillerdi. ...erzağa ihtiyacı varsa... ...erzağa ihtiyacı varsa... ...erzağa ihtiyacı varsa... ...erzağa ihtiyacı varsa... ...erzağa ihtiyacı varsa... ...erzağa ihtiyacı varsa... ...erzağa ihtiyacı varsa... | True Grit-2 | 2010 | |
| Likely not bother you. | Sana dadanacaklarını sanmam. Muhtemelen seni rahatsız etmez. Çok küçük ve zayıfsın. Muhtemelen seni rahatsız etmez. Çok küçük ve zayıfsın. Muhtemelen seni rahatsız etmez. Çok küçük ve zayıfsın. Muhtemelen seni rahatsız etmez. Çok küçük ve zayıfsın. Muhtemelen seni rahatsız etmez. Çok küçük ve zayıfsın. Muhtemelen seni rahatsız etmez. Çok küçük ve zayıfsın. Muhtemelen seni rahatsız etmez. Çok küçük ve zayıfsın. | True Grit-2 | 2010 | |
| You are to little and boney. | Çok küçüksün ve bir deri bir kemiksin. | True Grit-2 | 2010 | |
| You should fetch the water, for the morning, put it by the fire. | Sen git su getir. Ateşin üzerine koy. Su getirip ateşin üzerine dökmelisin. Sabah için su getirip ateşin üzerine dökmelisin. Su getirip ateşin üzerine dökmelisin. Sabah için su getirip ateşin üzerine dökmelisin. Su getirip ateşin üzerine dökmelisin. Sabah için su getirip ateşin üzerine dökmelisin. Sabah için su getirip ateşin üzerine dökmelisin. | True Grit-2 | 2010 | |
| The creek will ice over, tonight. I'm not going down there again. | İlk çıkan ilk girer. Oraya bir daha gitmiyorum. Gece boyunca yanmamalı. Tekrar oraya gitmem. Dere sabaha kadar buz tutar. Tekrar oraya gitmem. Gece boyunca yanmamalı. Tekrar oraya gitmem. Dere sabaha kadar buz tutar. Tekrar oraya gitmem. Gece boyunca yanmamalı. Tekrar oraya gitmem. Dere sabaha kadar buz tutar. Tekrar oraya gitmem. Dere sabaha kadar buz tutar. Tekrar oraya gitmem. | True Grit-2 | 2010 | |
| If you want anymore water, you can go fetch it yourself. | Suyu sen istiyorsun, gidip kendin alabilirsin. Daha fazla su istiyorsan gidip kendin getirmelisin. Daha fazla su istiyorsan gidip kendin getirmelisin. Daha fazla su istiyorsan gidip kendin getirmelisin. Daha fazla su istiyorsan gidip kendin getirmelisin. Daha fazla su istiyorsan gidip kendin getirmelisin. Daha fazla su istiyorsan gidip kendin getirmelisin. Daha fazla su istiyorsan gidip kendin getirmelisin. | True Grit-2 | 2010 | |
| You're lucky to be traveling in a place where a spring is so handy. | Su kaynağının el altında olduğu bir güzergahta yolculuk yapıyor olduğun için şanslısın. Bu kadar kolay bulunan bir kaynağın olduğu bir yerde seyahat ettiğin için şanslısın. Bu kadar kolay bulunan bir kaynağın olduğu bir yerde seyahat ettiğiniz için şanslısınız. Bu kadar kolay bulunan bir kaynağın olduğu bir yerde seyahat ettiğin için şanslısın. Bu kadar kolay bulunan bir kaynağın olduğu bir yerde seyahat ettiğiniz için şanslısınız. Bu kadar kolay bulunan bir kaynağın olduğu bir yerde seyahat ettiğin için şanslısın. Bu kadar kolay bulunan bir kaynağın olduğu bir yerde seyahat ettiğiniz için şanslısınız. Bu kadar kolay bulunan bir kaynağın olduğu bir yerde seyahat ettiğiniz için şanslısınız. | True Grit-2 | 2010 | |
| I have lapped filthily water from a hoof print. | Bir seferinde topraktaki toynak izinde biriken pis suyu içtim. Toynak izlerinin içinde biriken kirli suyu şapur şupur içmiştim. Toynak izlerinin içinde biriken kirli suyu şapur şupur içmiştim. Toynak izlerinin içinde biriken kirli suyu şapur şupur içmiştim. Toynak izlerinin içinde biriken kirli suyu şapur şupur içmiştim. Toynak izlerinin içinde biriken kirli suyu şapur şupur içmiştim. Toynak izlerinin içinde biriken kirli suyu şapur şupur içmiştim. Toynak izlerinin içinde biriken kirli suyu şapur şupur içmiştim. | True Grit-2 | 2010 | |
| If I ever meet one of you Texas waddies. | Siz Teksas oğlanlarından birinden, Senin gibi Texas çocuklarından biri... Hayatında toynak izinden hiç su içmediğini söyleyen... Senin gibi Texas çocuklarından biri... Hayatında toynak izinden hiç su içmediğini söyleyen... Senin gibi Texas çocuklarından biri... Hayatında toynak izinden hiç su içmediğini söyleyen... Hayatında toynak izinden hiç su içmediğini söyleyen... | True Grit-2 | 2010 | |
| Who says he had never drank water out of a horse track. | hayatında hiç at izinden su içmediğini söyleyen birine rastlarsam ...hayatında nal izinden hiç su içmediğini söylerse... ...Texas çocuklarından biriyle tanışırsam... ...hayatında nal izinden hiç su içmediğini söylerse... ...Texas çocuklarından biriyle tanışırsam... ...hayatında nal izinden hiç su içmediğini söylerse... ...Texas çocuklarından biriyle tanışırsam... ...Texas çocuklarından biriyle tanışırsam... | True Grit-2 | 2010 | |
| I think I'd shake his hand and give him a Daniel Webster cigar. | elini sıkıp ona allı ballı bir şeker vereceğim. ...ya ellerini sıkarım yada Daniel Webster purosu ikram ederim! ...ellerini sıkarım ve ona Daniel Webster purosu ikram ederim! ...ya ellerini sıkarım yada Daniel Webster purosu ikram ederim! ...ellerini sıkarım ve ona Daniel Webster purosu ikram ederim! ...ya ellerini sıkarım yada Daniel Webster purosu ikram ederim! ...ellerini sıkarım ve ona Daniel Webster purosu ikram ederim! ...ellerini sıkarım ve ona Daniel Webster purosu ikram ederim! | True Grit-2 | 2010 | |
| Oh, I believe it, the first twenty five times I heard it. | Oh, inanmaz olur muyum, ilk yirmi bin kez duyduğumda inandım. İlk yirmi bin defa duyduğumda inanmıştım. İlk yirmi bin defa duyduğumda inanmıştım. İlk yirmi bin defa duyduğumda inanmıştım. | True Grit-2 | 2010 | |
| Maybe, maybe just true. | Olabilir, gerçektir belki. Belki de doğrudur. Belki de doğrudur. Belki de doğrudur. Belki de doğrudur. Belki de doğrudur. Belki de doğrudur. Belki de doğrudur. | True Grit-2 | 2010 | |
| You are only trying to put on a show for this girl, Mattie. | Bu kıza, Mattie’ye gösteriş yapmaya çalışıyorsun. Bu kız Mattie için şovunu yapmak istiyorsun. Bu kız Mattie için şovunu yapmak istiyorsun. Bu kız Mattie için şovunu yapmak istiyorsun. Bu kız Mattie için şovunu yapmak istiyorsun. Bu kız Mattie için şovunu yapmak istiyorsun. Bu kız Mattie için şovunu yapmak istiyorsun. Bu kız Mattie için şovunu yapmak istiyorsun. | True Grit-2 | 2010 | |
| Yes, that is the way. | Evet, işte tam da böyle. Evet, yöntemi bu. Bu kızın gözünde beni aptal durumuna düşür. Evet, senin tarzın bu. Kızın gözünde beni aptal durumuna düşür. Evet, yöntemi bu. Bu kızın gözünde beni aptal durumuna düşür. Evet, senin tarzın bu. Kızın gözünde beni aptal durumuna düşür. Evet, yöntemi bu. Bu kızın gözünde beni aptal durumuna düşür. Evet, senin tarzın bu. Kızın gözünde beni aptal durumuna düşür. Evet, senin tarzın bu. Kızın gözünde beni aptal durumuna düşür. | True Grit-2 | 2010 | |
| I think she has you pretty well figured. | En azından seni doğru tanımış olur. Bence seni çok iyi çözmüş durumda. Bence seni çok iyi çözmüş durumda. Bence seni çok iyi çözmüş durumda. Bence seni çok iyi çözmüş durumda. Bence seni çok iyi çözmüş durumda. Bence seni çok iyi çözmüş durumda. Bence seni çok iyi çözmüş durumda. | True Grit-2 | 2010 | |
| Would you two like to hear the story of the 'Midnight caller'? | “Gece yarısı Misafiri” hikayesini dinlemek ister misiniz? "Geceyarısı Misafiri" hikayesini dinlemek ister miydiniz? "Geceyarısı Misafiri" hikayesini dinlemek ister miydiniz? "Geceyarısı Misafiri" hikayesini dinlemek ister miydiniz? "Geceyarısı Misafiri" hikayesini dinlemek ister miydiniz? "Geceyarısı Misafiri" hikayesini dinlemek ister miydiniz? "Geceyarısı Misafiri" hikayesini dinlemek ister miydiniz? "Geceyarısı Misafiri" hikayesini dinlemek ister miydiniz? | True Grit-2 | 2010 | |
| One of you is gonna have to be the caller. | Birinizin misafir olması gerekecek. İkinizden biri "Misafir" olmalı. İkinizden biri "Misafir" olmalı. İkinizden biri "Misafir" olmalı. İkinizden biri "Misafir" olmalı. İkinizden biri "Misafir" olmalı. İkinizden biri "Misafir" olmalı. İkinizden biri "Misafir" olmalı. | True Grit-2 | 2010 | |
| And I will tell you what to say. | Şimdi size repliklerinizi söyleyeyim. Söyleyeceklerini sana anlatacağım. Söyleyeceklerini sana anlatacağım. Söyleyeceklerini sana anlatacağım. Söyleyeceklerini sana anlatacağım. Söyleyeceklerini sana anlatacağım. Söyleyeceklerini sana anlatacağım. Söyleyeceklerini sana anlatacağım. | True Grit-2 | 2010 | |
| And I will do all the other parts myself. | Diğer tüm bölümleri de ben yapacağım. Diğer bölümleri de ben konuşacağım. Diğer bölümleri de ben konuşacağım. Diğer bölümleri de ben konuşacağım. Diğer bölümleri de ben konuşacağım. Diğer bölümleri de ben konuşacağım. Diğer bölümleri de ben konuşacağım. Diğer bölümleri de ben konuşacağım. | True Grit-2 | 2010 | |
| Good morning, Marshall. Morning. | Günaydın Şef. Günaydın. Günaydın Marşal. Günaydın. Günaydın Şerif. Günaydın. Günaydın Marşal. Günaydın. Günaydın Şerif. Günaydın. Günaydın Marşal. Günaydın. Günaydın Şerif. Günaydın. Günaydın Şerif. Günaydın. | True Grit-2 | 2010 | |
| Where's Mr. La Boeuf? | Bay LaBoeuf nerede? Bay La Boeuf nerede? Bay La Boeuf nerede? Bay La Boeuf nerede? Bay La Boeuf nerede? Bay La Boeuf nerede? Bay La Boeuf nerede? Bay La Boeuf nerede? | True Grit-2 | 2010 | |
| Marshall Cogburn, I welcome the chance for a private parley. | Şef Cogburn, özel bir görüşme yapabilirsek çok sevinirim. Marşal Cogburn, özel bir barış görüşmesi ayarlamak istiyorum. Şerif Cogburn, özel bir anlaşmayı hoş karşılarım. Marşal Cogburn, özel bir barış görüşmesi ayarlamak istiyorum. Şerif Cogburn, özel bir anlaşmayı hoş karşılarım. Marşal Cogburn, özel bir barış görüşmesi ayarlamak istiyorum. Şerif Cogburn, özel bir anlaşmayı hoş karşılarım. Şerif Cogburn, özel bir anlaşmayı hoş karşılarım. | True Grit-2 | 2010 | |
| I gather that you and Mr. La Boeuf have come to some, | Anladığım kadarıyla siz ve Bay LaBoeuf bir çeşit, Anladığım kadarıyla sen ve Bay La Boeuf aranızda bir anlaşma yapmışsınız. Anladığım kadarıyla Bay La Boeuf ile aranızda bir anlaşma yapmışsınız. Anladığım kadarıyla sen ve Bay La Boeuf aranızda bir anlaşma yapmışsınız. Anladığım kadarıyla Bay La Boeuf ile aranızda bir anlaşma yapmışsınız. Anladığım kadarıyla sen ve Bay La Boeuf aranızda bir anlaşma yapmışsınız. Anladığım kadarıyla Bay La Boeuf ile aranızda bir anlaşma yapmışsınız. Anladığım kadarıyla Bay La Boeuf ile aranızda bir anlaşma yapmışsınız. | True Grit-2 | 2010 | |
| And as your employer I believe I have a right to know the particulars. | Ve ben de sizin işvereniniz olarak detayları bilmeye hakkım olduğunu düşünüyorum. Patronunuz olarak anlaşmanın içeriğini bilmeye hakkım var. Patronunuz olarak anlaşmanın içeriğini bilmeye hakkım var. Patronunuz olarak anlaşmanın içeriğini bilmeye hakkım var. Patronunuz olarak anlaşmanın içeriğini bilmeye hakkım var. Patronunuz olarak anlaşmanın içeriğini bilmeye hakkım var. Patronunuz olarak anlaşmanın içeriğini bilmeye hakkım var. Patronunuz olarak anlaşmanın içeriğini bilmeye hakkım var. | True Grit-2 | 2010 | |
| The particulars? | Detaylar? İçeriğini mi? İçeriğini mi? İçeriğini mi? İçeriğini mi? İçeriğini mi? İçeriğini mi? İçeriğini mi? | True Grit-2 | 2010 |