Ara
İngilizce Türkçe Kelime Çevirileri Sayfa 177303
| İngilizce | Türkçe | Film Adı | Film Yılı | |
| I gather that you and Mr. LeBoeuf have come to some, | Anladığım kadarıyla siz ve Bay LaBoeuf bir çeşit, Anladığım kadarıyla sen ve Bay La Boeuf aranızda bir anlaşma yapmışsınız. Anladığım kadarıyla Bay La Boeuf ile aranızda bir anlaşma yapmışsınız. Anladığım kadarıyla sen ve Bay La Boeuf aranızda bir anlaşma yapmışsınız. Anladığım kadarıyla Bay La Boeuf ile aranızda bir anlaşma yapmışsınız. Anladığım kadarıyla sen ve Bay La Boeuf aranızda bir anlaşma yapmışsınız. Anladığım kadarıyla Bay La Boeuf ile aranızda bir anlaşma yapmışsınız. Anladığım kadarıyla Bay La Boeuf ile aranızda bir anlaşma yapmışsınız. | True Grit-1 | 2010 | |
| some sort of agreement. | bir çeşit anlaşmaya varmışsınız. | True Grit-1 | 2010 | |
| And as your employer I believe I have the right to know the particulars. | Ve ben de sizin işvereniniz olarak detayları bilmeye hakkım olduğunu düşünüyorum. Patronunuz olarak anlaşmanın içeriğini bilmeye hakkım var. Patronunuz olarak anlaşmanın içeriğini bilmeye hakkım var. Patronunuz olarak anlaşmanın içeriğini bilmeye hakkım var. Patronunuz olarak anlaşmanın içeriğini bilmeye hakkım var. Patronunuz olarak anlaşmanın içeriğini bilmeye hakkım var. Patronunuz olarak anlaşmanın içeriğini bilmeye hakkım var. Patronunuz olarak anlaşmanın içeriğini bilmeye hakkım var. | True Grit-1 | 2010 | |
| The particulars, | Detaylar? İçeriğini mi? İçeriğini mi? İçeriğini mi? İçeriğini mi? İçeriğini mi? İçeriğini mi? İçeriğini mi? | True Grit-1 | 2010 | |
| is that we bring Chaney down to the magistrate | Chaney’i hâkimin karşısına çıkaracağımızdan mı bahsediyorsun? Sonuçta Chaney'yi adalete teslim edeceğimize göre... Sonuçta Chaney'yi adalete teslim edeceğimize göre... Sonuçta Chaney'yi adalete teslim edeceğimize göre... Sonuçta Chaney'yi adalete teslim edeceğimize göre... Sonuçta Chaney'yi adalete teslim edeceğimize göre... Sonuçta Chaney'yi adalete teslim edeceğimize göre... Sonuçta Chaney'yi adalete teslim edeceğimize göre... | True Grit-1 | 2010 | |
| in San Saba Texas where they have a considerable reward on offer. Which we split. | Ve onu Teksas’a götürüp onun üzerine konulan ödülü alıp aramızda paylaşacağımızdan. ...ve madem ki başına konan büyük ödül var biz de Texas'a götürüp ödülü paylaşacağız. ...Texas, San Saba'ya götürüp başına konan büyük ödülü paylaşacağız. ...ve madem ki başına konan büyük ödül var biz de Texas'a götürüp ödülü paylaşacağız. ...Texas, San Saba'ya götürüp başına konan büyük ödülü paylaşacağız. ...ve madem ki başına konan büyük ödül var biz de Texas'a götürüp ödülü paylaşacağız. ...Texas, San Saba'ya götürüp başına konan büyük ödülü paylaşacağız. ...Texas, San Saba'ya götürüp başına konan büyük ödülü paylaşacağız. | True Grit-1 | 2010 | |
| I did not want him brought to Texas, | Ben onun Teksas’a gidip, Texas'ta işlediği bir suç sebebiyle... Texas'ta işlediği bir suç sebebiyle... Texas'ta işlediği bir suç sebebiyle... Texas'ta işlediği bir suç sebebiyle... Texas'ta işlediği bir suç sebebiyle... Texas'ta işlediği bir suç sebebiyle... Texas'ta işlediği bir suç sebebiyle... | True Grit-1 | 2010 | |
| to have a Texas punishment administered for a Texas crime. | orada işlediği suçlardan yargılanmasını istemiyorum. ...yargılanması için Texas'a götürmenizi istemiyordum. ...yargılanması için Texas'a götürmenizi istemiyordum. ...yargılanması için Texas'a götürmenizi istemiyordum. ...yargılanması için Texas'a götürmenizi istemiyordum. ...yargılanması için Texas'a götürmenizi istemiyordum. ...yargılanması için Texas'a götürmenizi istemiyordum. ...yargılanması için Texas'a götürmenizi istemiyordum. | True Grit-1 | 2010 | |
| That was not our agreement. | Böyle anlaşmamıştık. Anlaşmamız böyle değildi. Anlaşmamız böyle değildi. Anlaşmamız böyle değildi. Anlaşmamız böyle değildi. Anlaşmamız böyle değildi. Anlaşmamız böyle değildi. Anlaşmamız böyle değildi. | True Grit-1 | 2010 | |
| What you want is to have him caught and punished. | İstediğin şey adamın yakalanıp cezalandırılması. İstediğin şey onu yakalayıp cezalandırmak. İstediğin şey onu yakalayıp cezalandırmak. İstediğin şey onu yakalayıp cezalandırmak. İstediğin şey onu yakalayıp cezalandırmak. İstediğin şey onu yakalayıp cezalandırmak. İstediğin şey onu yakalayıp cezalandırmak. İstediğin şey onu yakalayıp cezalandırmak. | True Grit-1 | 2010 | |
| I want him to know he's being punished for killing my father. | Onun babamı öldürdüğü için cezalandırılacağını bilmesini istiyorum. Babamı öldürdüğü için cezalandırıldığını bilmesini istiyorum. Babamı öldürdüğü için cezalandırıldığını bilmesini istiyorum. Babamı öldürdüğü için cezalandırıldığını bilmesini istiyorum. Babamı öldürdüğü için cezalandırıldığını bilmesini istiyorum. Babamı öldürdüğü için cezalandırıldığını bilmesini istiyorum. Babamı öldürdüğü için cezalandırıldığını bilmesini istiyorum. Babamı öldürdüğü için cezalandırıldığını bilmesini istiyorum. | True Grit-1 | 2010 | |
| Well, you can let him know that. You can tell him to his face. | Bunu bilmesini sağlayabilirsin. Yüzüne söylersin olur biter. Öğrenmesini sağlayabilirsin. Yüzüne karşı söyleyebilirsin. Öğrenmesini sağlayabilirsin. Yüzüne karşı söyleyebilirsin. Öğrenmesini sağlayabilirsin. Yüzüne karşı söyleyebilirsin. Öğrenmesini sağlayabilirsin. Yüzüne karşı söyleyebilirsin. Öğrenmesini sağlayabilirsin. Yüzüne karşı söyleyebilirsin. Öğrenmesini sağlayabilirsin. Yüzüne karşı söyleyebilirsin. Öğrenmesini sağlayabilirsin. Yüzüne karşı söyleyebilirsin. | True Grit-1 | 2010 | |
| You can spit on him. | Suratına tükürebilirsin. Yüzüne tükürebilirsin... Yüzüne tükürebilirsin... Yüzüne tükürebilirsin... Yüzüne tükürebilirsin... Yüzüne tükürebilirsin... Yüzüne tükürebilirsin... Yüzüne tükürebilirsin... | True Grit-1 | 2010 | |
| Make him eat sand out of the road. I will hold him down. | Ya da onu yere yatırırım, semer olur, sen de üzerine binersin. ...ya da sırtına semer vurabilirim, onu yere indirebilirim. ...ya da ben tutarım sen de yoldaki kumu yedirirsin. ...ya da sırtına semer vurabilirim, onu yere indirebilirim. ...ya da ben tutarım sen de yoldaki kumu yedirirsin. ...ya da sırtına semer vurabilirim, onu yere indirebilirim. ...ya da ben tutarım sen de yoldaki kumu yedirirsin. ...ya da ben tutarım sen de yoldaki kumu yedirirsin. | True Grit-1 | 2010 | |
| If you want, | Bak ne diyeceğim. Bak ne diyorum. Bak ne diyorum. Bak ne diyorum. Bak ne diyorum. Bak ne diyorum. Bak ne diyorum. Bak ne diyorum. | True Grit-1 | 2010 | |
| I will flay the flesh off the soles of his feet. | Onun ayaklarının derisini yüzerim. Ayaklarındaki derisini yüzerim. Ayaklarındaki derisini yüzerim. Ayaklarındaki derisini yüzerim. Ayaklarındaki derisini yüzerim. Ayaklarındaki derisini yüzerim. Ayaklarındaki derisini yüzerim. Ayaklarındaki derisini yüzerim. | True Grit-1 | 2010 | |
| Find you an Indian pepper to rub into the wound. | Sana Kızılderili biberi bulurum, sen de yarasına basarsın. Yarasına Kızılderili biberi basabilirsin. Yarasına Kızılderili biberi sürersin. Yarasına Kızılderili biberi basabilirsin. Yarasına Kızılderili biberi sürersin. Yarasına Kızılderili biberi basabilirsin. Yarasına Kızılderili biberi sürersin. Yarasına Kızılderili biberi sürersin. | True Grit-1 | 2010 | |
| Isn't that a hundred dollar value? | Bu yüz dolar değmez mi? Bu 100 dolar etmez mi? Hayır, etmez. Bu 100 dolar etmez mi? Hayır, etmez. Bu 100 dolar etmez mi? Hayır, etmez. Bu 100 dolar etmez mi? Hayır, etmez. Bu 100 dolar etmez mi? Hayır, etmez. Bu 100 dolar etmez mi? Hayır, etmez. Bu 100 dolar etmez mi? Hayır, etmez. | True Grit-1 | 2010 | |
| No, it is not. | Hayır, değmez. | True Grit-1 | 2010 | |
| When I have brought and paid for something, I will have my way. | Bir şey satın aldığımda ve parasını ödediğimde ne istersem onu yaparım. Bir şey için ücret ödersem benim yöntemimle yapılmasını isterim. Bir şey için ücret ödersem benim yöntemimle yapılmasını isterim. Bir şey için ücret ödersem benim yöntemimle yapılmasını isterim. Bir şey için ücret ödersem benim yöntemimle yapılmasını isterim. Bir şey için ücret ödersem benim yöntemimle yapılmasını isterim. Bir şey için ücret ödersem benim yöntemimle yapılmasını isterim. Bir şey için ücret ödersem benim yöntemimle yapılmasını isterim. | True Grit-1 | 2010 | |
| Why do you think I'm paying you, if not to have my way. | Sence neden sana para ödüyorum, eğer benim istediğimi yapmayacaksan? Benim yöntemimle olmayacaksa size neden para ödeyeyim ki? Benim yöntemimle olmayacaksa size neden para ödeyeyim ki? Benim yöntemimle olmayacaksa size neden para ödeyeyim ki? Benim yöntemimle olmayacaksa size neden para ödeyeyim ki? Benim yöntemimle olmayacaksa size neden para ödeyeyim ki? Benim yöntemimle olmayacaksa size neden para ödeyeyim ki? Benim yöntemimle olmayacaksa size neden para ödeyeyim ki? | True Grit-1 | 2010 | |
| It is time for you to learn | Öğreneceksin. Öğrenmeye başla. Senin yönteminle olmaz hem de hiçbir detayı. Öğrenmeye başla. Senin yönteminle olmaz hem de hiçbir detayı. Öğrenmeye başla. Senin yönteminle olmaz hem de hiçbir detayı. Öğrenmeye başla. Senin yönteminle olmaz hem de hiçbir detayı. Öğrenmeye başla. Senin yönteminle olmaz hem de hiçbir detayı. Öğrenmeye başla. Senin yönteminle olmaz hem de hiçbir detayı. Öğrenmeye başla. Senin yönteminle olmaz hem de hiçbir detayı. | True Grit-1 | 2010 | |
| You cannot have your way | Her şey tüm ayrıntılarıyla, Benim yöntemimle olmayacaksa size neden para ödeyeyim ki? | True Grit-1 | 2010 | |
| in every little particular. | tam senin istediğin gibi olmayabilir. | True Grit-1 | 2010 | |
| If you find I fail to satisfy your terms | Anlaşma koşullarına uymadığımı tespit edersen, Şartlarını yerine getirmeyeceğimi anladın. Şartlarını yerine getiremediğimi düşünürsen... Şartlarını yerine getirmeyeceğimi anladın. Şartlarını yerine getiremediğimi düşünürsen... Şartlarını yerine getirmeyeceğimi anladın. Şartlarını yerine getiremediğimi düşünürsen... Şartlarını yerine getiremediğimi düşünürsen... | True Grit-1 | 2010 | |
| I'll return your money at the end of this expedition. | Bu sefer sona erince paranı iade ederim. Bu yolculuğun sonunda paranı geri vereceğim. ...bu yolculuğun sonunda paranı geri vereceğim. Bu yolculuğun sonunda paranı geri vereceğim. ...bu yolculuğun sonunda paranı geri vereceğim. Bu yolculuğun sonunda paranı geri vereceğim. ...bu yolculuğun sonunda paranı geri vereceğim. ...bu yolculuğun sonunda paranı geri vereceğim. | True Grit-1 | 2010 | |
| Little Blackie and I are ridding back to the U.S. Marshal's office, this is fraud. | “Küçük Siyahî” ve ben ABD polis şefliğine dönüyoruz. Bu sahtekârlık. Little Blackie ile Amerikan Marşal Bürosuna gidiyoruz, bu yaptığınız dolandırıcılık. Little Blackie ile Federal Şerifler Bürosuna gidiyoruz, bu yaptığınız dolandırıcılık. Little Blackie ile Amerikan Marşal Bürosuna gidiyoruz, bu yaptığınız dolandırıcılık. Little Blackie ile Yardımcı Şerfiler Bürosuna gidiyoruz, bu yaptığınız dolandırıcılık. Little Blackie ile Amerikan Marşal Bürosuna gidiyoruz, bu yaptığınız dolandırıcılık. Little Blackie ile Yardımcı Şerfiler Bürosuna gidiyoruz, bu yaptığınız dolandırıcılık. Little Blackie ile Yardımcı Şerfiler Bürosuna gidiyoruz, bu yaptığınız dolandırıcılık. | True Grit-1 | 2010 | |
| Oh, God damn it! | Sen bilirsin. Aman be. Aman be. Aman be. | True Grit-1 | 2010 | |
| What's going on? | Ne oluyor? Neler oluyor? Neler oluyor? Neler oluyor? | True Grit-1 | 2010 | |
| This is a business conversation. | Bu bir iş görüşmesi. İş konuşuyoruz. İş konuşuyoruz. İş konuşuyoruz. | True Grit-1 | 2010 | |
| Is that what you call it? | Öyle mi diyorsun? Öyle mi diyorsun? Küçük bir kız tarafından yönlendiriliyorsun gibime geliyor. Öyle mi diyorsun? Öyle mi diyorsun? Küçük bir kız tarafından yönlendiriliyorsun gibime geliyor. Öyle mi diyorsun? Öyle mi diyorsun? Küçük bir kız tarafından yönlendiriliyorsun gibime geliyor. Öyle mi diyorsun? Küçük bir kız tarafından yönlendiriliyorsun gibime geliyor. | True Grit-1 | 2010 | |
| It sounds to me like you are still being hoorawed by a little girl. | Bana öyle geliyor ki küçük bir kız sana şebek muamelesi yapıyor. Küçük bir kız tarafından yönlendiriliyorsun gibime geliyor. Küçük bir kız tarafından yönlendiriliyorsun gibime geliyor. Küçük bir kız tarafından yönlendiriliyorsun gibime geliyor. | True Grit-1 | 2010 | |
| Did you say hoorawed? That was the word. | Şebek mi dedin? Aynen öyle dedim. Yönlendiriliyor muyum? Aynen öyle. Yönlendiriliyor muyum? Aynen öyle. Yönlendiriliyor muyum? Aynen öyle. Yönlendiriliyor muyum? Aynen öyle. Yönlendiriliyor muyum? Aynen öyle. Yönlendiriliyor muyum? Aynen öyle. Yönlendiriliyor muyum? Aynen öyle. | True Grit-1 | 2010 | |
| There is no hoorawing in it. In my agreement with the Marshal, | Şebek muamelesi yaptığım yok. Şefle yaptığım anlaşma, Yönlendirme falan yok. Marşal ile olan anlaşmam kanun hükmünde senin aleyhine. Yönlendirme falan yok. Şerif ile olan anlaşmam senden önce. Kanun hükmü var. Yönlendirme falan yok. Marşal ile olan anlaşmam kanun hükmünde senin aleyhine. Yönlendirme falan yok. Şerif ile olan anlaşmam senden önce. Kanun hükmü var. Yönlendirme falan yok. Marşal ile olan anlaşmam kanun hükmünde senin aleyhine. Yönlendirme falan yok. Şerif ile olan anlaşmam senden önce. Kanun hükmü var. Yönlendirme falan yok. Şerif ile olan anlaşmam senden önce. Kanun hükmü var. | True Grit-1 | 2010 | |
| antedates yours. It has the force of law. | seninkinden önce gelir. Onda kanun gücü var. | True Grit-1 | 2010 | |
| The force of law? | Kanun gücü mü? Kanun güçleri mi? Kanun hükmü mü? Kanun güçleri mi? Kanun hükmü mü? Kanun güçleri mi? Kanun hükmü mü? Kanun hükmü mü? | True Grit-1 | 2010 | |
| This man is a notorious thumper. | Bu adam azılı katil olarak nam salmış. Bu adam adı çıkmış bir katil. Bu adam adı çıkmış bir katil. Bu adam adı çıkmış bir katil. Bu adam adı çıkmış bir katil. Bu adam adı çıkmış bir katil. Bu adam adı çıkmış bir katil. Bu adam adı çıkmış bir katil. | True Grit-1 | 2010 | |
| He rode by the light of the moon with Quantrill | Quantrill’le ay ışığı eşliğinde at binmiş. Quantrill ay ışığından at sürmüş. Quantrill ile birlikte ay ışığında at sürmüş. Quantrill ay ışığından at sürmüş. Quantrill ile birlikte ay ışığında at sürmüş. Quantrill ay ışığından at sürmüş. Quantrill ile birlikte ay ışığında at sürmüş. Quantrill ile birlikte ay ışığında at sürmüş. | True Grit-1 | 2010 | |
| and Bloody Bill Anderson! Them men was patriots, Texas trash. | Lanet olasıca Phil Amers. O adamlar vatanseverdi, Teksas çöplüğü. Kanlı Phil Amers. Onlar vatanseverdi, Texas kazması. Kanlı Bill Anderson. Onlar vatanseverdi, Texas kazması. Kanlı Phil Amers. Onlar vatanseverdi, Texas kazması. Kanlı Bill Anderson. Onlar vatanseverdi, Texas kazması. Kanlı Phil Amers. Onlar vatanseverdi, Texas kazması. Kanlı Bill Anderson. Onlar vatanseverdi, Texas kazması. Kanlı Bill Anderson. Onlar vatanseverdi, Texas kazması. | True Grit-1 | 2010 | |
| They murdered women and children in Lawrence, Kansas. | Lawrence Kansas’ta kadınları ve çocukları katlettiler. Lawrence Kansas'ta kadınları ve çocukları katlettiler. Lawrence Kansas'ta kadınları ve çocukları katlettiler. Lawrence Kansas'ta kadınları ve çocukları katlettiler. Lawrence Kansas'ta kadınları ve çocukları katlettiler. Lawrence Kansas'ta kadınları ve çocukları katlettiler. Lawrence Kansas'ta kadınları ve çocukları katlettiler. Lawrence Kansas'ta kadınları ve çocukları katlettiler. | True Grit-1 | 2010 | |
| That's a God damn lie! | Bu lanet bir yalan! Bu kahrolası bir yalan! Hangi birlikteydiniz siz bayım? Bu kahrolası bir yalan! Hangi birlikteydiniz siz bayım? Bu kahrolası bir yalan! Hangi birlikteydiniz siz bayım? Bu kahrolası bir yalan! Hangi birlikteydiniz siz bayım? Bu kahrolası bir yalan! Hangi birlikteydiniz siz bayım? Bu kahrolası bir yalan! Hangi birlikteydiniz siz bayım? Bu kahrolası bir yalan! Hangi birlikteydiniz siz bayım? | True Grit-1 | 2010 | |
| What army was you in, Mister? | Sen hangi ordudaydın, Bayım? | True Grit-1 | 2010 | |
| I was at Shreveport | Treeport’taydım. Treeport'daydım. Önce Kirby Smith ile, sonra... Shreveport'daydım. Önce Kirby Smith ile, sonra... Treeport'daydım. Önce Kirby Smith ile, sonra... Shreveport'daydım. Önce Kirby Smith ile, sonra... Treeport'daydım. Önce Kirby Smith ile, sonra... Shreveport'daydım. Önce Kirby Smith ile, sonra... Shreveport'daydım. Önce Kirby Smith ile, sonra... | True Grit-1 | 2010 | |
| first with Kirby Smith, then with... | Önce Kirby Smith’leydim, sonra... | True Grit-1 | 2010 | |
| Yeah? What side was you on? | Hangi taraftaydın? Hangi taraftaydınız? Hangi taraftaydınız? Hangi taraftaydınız? Hangi taraftaydınız? Hangi taraftaydınız? Hangi taraftaydınız? Hangi taraftaydınız? | True Grit-1 | 2010 | |
| I was in the army of Northern Virginia, Cogburn, | Kuzey Virginia ordusundaydım, Cogburn. | True Grit-1 | 2010 | |
| And I don't have to hang my head when I say it. | Ve bunu söylerken başımı öne eğmiyorum. Hem söylediğimde asılmam da gerekmiyor. Ayrıca bunu söylediğimde utanmam da gerekmiyor. Hem söylediğimde asılmam da gerekmiyor. Ayrıca bunu söylediğimde utanmam da gerekmiyor. Hem söylediğimde asılmam da gerekmiyor. Ayrıca bunu söylediğimde utanmam da gerekmiyor. Ayrıca bunu söylediğimde utanmam da gerekmiyor. | True Grit-1 | 2010 | |
| If you had served with Captain Quantrill | Komutan Quantrill’le görev yaptıysan… Yüzbaşı Quantrill'e hizmet ettiysen... Yüzbaşı Quantrill'e hizmet ettiysen... Yüzbaşı Quantrill'e hizmet ettiysen... Yüzbaşı Quantrill'e hizmet ettiysen... Yüzbaşı Quantrill'e hizmet ettiysen... Yüzbaşı Quantrill'e hizmet ettiysen... Yüzbaşı Quantrill'e hizmet ettiysen... | True Grit-1 | 2010 | |
| Captain! Captain Quantrill. | Komutan! Komutan Quantrill. Yüzbaşı! Yüzbaşı Quantrill! Yüzbaşı! Yüzbaşı Quantrill! Yüzbaşı! Yüzbaşı Quantrill! Yüzbaşı! Yüzbaşı Quantrill! Yüzbaşı! Yüzbaşı Quantrill! Yüzbaşı! Yüzbaşı Quantrill! Yüzbaşı! Yüzbaşı Quantrill! | True Grit-1 | 2010 | |
| That... indeed. | O… Tabii. Daha neler... Daha neler... Daha neler... Daha neler... Daha neler... Daha neler... Daha neler... | True Grit-1 | 2010 | |
| Just let this go, LeBoeuf. Captain of what? | Kabul et, LaBoeuf. Neyin komutanı? Bu konuyu kapat La Boeuf. Yüzbaşı ne? Bu konuyu kapat La Boeuf. Yüzbaşı ne? Bu konuyu kapat La Boeuf. Yüzbaşı ne? Bu konuyu kapat La Boeuf. Yüzbaşı ne? Bu konuyu kapat La Boeuf. Yüzbaşı ne? Bu konuyu kapat La Boeuf. Yüzbaşı ne? Bu konuyu kapat La Boeuf. Yüzbaşı ne? | True Grit-1 | 2010 | |
| Good then! | Buraya kadar. | True Grit-1 | 2010 | |
| There are not sufficient dollars in the state of Texas | Teksas’ta senin saçma sapan fikirlerini Texas eyaletinde senin saçmalıklarını dinlememe değecek kadar para yok. Texas eyaletinde senin saçmalıklarını dinlememe değecek kadar para yok. Texas eyaletinde senin saçmalıklarını dinlememe değecek kadar para yok. Texas eyaletinde senin saçmalıklarını dinlememe değecek kadar para yok. Texas eyaletinde senin saçmalıklarını dinlememe değecek kadar para yok. Texas eyaletinde senin saçmalıklarını dinlememe değecek kadar para yok. Texas eyaletinde senin saçmalıklarını dinlememe değecek kadar para yok. | True Grit-1 | 2010 | |
| to make it worth my while to listen to your opinions. | düşünmeme yetecek kadar para yok. | True Grit-1 | 2010 | |
| Our agreement is nullified. | Anlaşmamızı feshedilmiştir. Anlaşmamız bitmiştir. Bana uyar. Anlaşmamız bitmiştir. Bana uyar. Anlaşmamız bitmiştir. Bana uyar. Anlaşmamız bitmiştir. Bana uyar. Anlaşmamız bitmiştir. Bana uyar. Anlaşmamız bitmiştir. Bana uyar. Anlaşmamız bitmiştir. Bana uyar. | True Grit-1 | 2010 | |
| It�s each man for himself! | Tek başına bulursun artık. Kendi başının çaresine bak. Herkes kendi başının çaresine baksın. Kendi başının çaresine bak. Herkes kendi başının çaresine baksın. Kendi başının çaresine bak. Herkes kendi başının çaresine baksın. Herkes kendi başının çaresine baksın. | True Grit-1 | 2010 | |
| Congratulations, Cogburn. | Tebrikler, Cogburn. | True Grit-1 | 2010 | |
| You have graduated from marauder to wetnurse. | Serserilikten sütnineliğe terfi ettin. Ciğeri beş para etmez bir adamdan bir süt anneye döndün. Ciğeri beş para etmez bir adamdan bir süt anneye döndün. Ciğeri beş para etmez bir adamdan bir süt anneye döndün. Ciğeri beş para etmez bir adamdan bir süt anneye döndün. Ciğeri beş para etmez bir adamdan bir süt anneye döndün. Ciğeri beş para etmez bir adamdan bir süt anneye döndün. Ciğeri beş para etmez bir adamdan bir süt anneye döndün. | True Grit-1 | 2010 | |
| Adios. | Hoşça kalın. Elveda. Elveda. Elveda. Elveda. Elveda. Elveda. Elveda. | True Grit-1 | 2010 | |
| We don't need him, do we Marshal? | Ona ihtiyacımız yok, değil mi Şef? Ona ihtiyacımız yok değil mi Marşal? Ona ihtiyacımız yok değil mi Şerif? Ona ihtiyacımız yok değil mi Marşal? Ona ihtiyacımız yok değil mi Şerif? Ona ihtiyacımız yok değil mi Marşal? Ona ihtiyacımız yok değil mi Şerif? Ona ihtiyacımız yok değil mi Şerif? | True Grit-1 | 2010 | |
| We�ll miss his Sharp�s carbine. | Sharps Carbine(tüfek markası)’ini özleyeceğim. Sharps Karabina tüfeğini özleyeceğiz. Sharps Karabina tüfeğini özleyeceğiz. Sharps Karabina tüfeğini özleyeceğiz. Sharps Karabina tüfeğini özleyeceğiz. Sharps Karabina tüfeğini özleyeceğiz. Sharps Karabina tüfeğini özleyeceğiz. Sharps Karabina tüfeğini özleyeceğiz. | True Grit-1 | 2010 | |
| Go on. | Hadi git. Git! Git! Git! Git! Git! Git! Git! | True Grit-1 | 2010 | |
| You stay here, sister. | Sen burada kal, küçük abla. Burada bekle, bacım. Burada bekle, bacım. Burada bekle, bacım. Burada bekle, bacım. Burada bekle, bacım. Burada bekle, bacım. Burada bekle, bacım. | True Grit-1 | 2010 | |
| I will see Bagby. | Ben hemen dönerim. Bagbee'yi görmeye gidiyorum. Bagby'i görmeye gidiyorum. Bagbee'yi görmeye gidiyorum. Bagby'i görmeye gidiyorum. Bagbee'yi görmeye gidiyorum. Bagby'i görmeye gidiyorum. Bagby'i görmeye gidiyorum. | True Grit-1 | 2010 | |
| Has Chaney been here? | Chaney buraya hiç gelmiş mi? Chaney buraya gelmiş mi? Hayır. Chaney buraya gelmiş mi? Hayır. Chaney buraya gelmiş mi? Hayır. Chaney buraya gelmiş mi? Hayır. Chaney buraya gelmiş mi? Hayır. Chaney buraya gelmiş mi? Hayır. Chaney buraya gelmiş mi? Hayır. | True Grit-1 | 2010 | |
| Coke Hayes was, two days ago. | Cole Cade gelmiş, iki gün önce. İki gün önce Cole Cade buradaymış. İki gün önce Cole Cade buradaymış. İki gün önce Cole Cade buradaymış. İki gün önce Cole Cade buradaymış. İki gün önce Cole Cade buradaymış. İki gün önce Cole Cade buradaymış. İki gün önce Cole Cade buradaymış. | True Grit-1 | 2010 | |
| Coke runs with Lucky Ned. | Cole Şanslı Ned’le takılır. Cole, Şanslı Ned'le birlikte takılır. Cole, Şanslı Ned'le birlikte takılır. Cole, Şanslı Ned'le birlikte takılır. Cole, Şanslı Ned'le birlikte takılır. Cole, Şanslı Ned'le birlikte takılır. Cole, Şanslı Ned'le birlikte takılır. Cole, Şanslı Ned'le birlikte takılır. | True Grit-1 | 2010 | |
| He bought supplies, with this. | Erzak satın almış, bununla. Bununla malzeme almış. Bununla malzeme almış. Bununla malzeme almış. Bununla malzeme almış. Bununla malzeme almış. Bununla malzeme almış. Bununla malzeme almış. | True Grit-1 | 2010 | |
| Well this is Papa's gold piece. | Bu babamın altın sikkesi. Babamın altını. Babamın altını. Babamın altını. Babamın altını. Babamın altını. Babamın altını. Babamın altını. | True Grit-1 | 2010 | |
| Tom Chaney here we come. | Tom Chaney biz geliyoruz. Biz geliyoruz Tom Chaney. Biz geliyoruz Tom Chaney. Biz geliyoruz Tom Chaney. Biz geliyoruz Tom Chaney. Biz geliyoruz Tom Chaney. Biz geliyoruz Tom Chaney. Biz geliyoruz Tom Chaney. | True Grit-1 | 2010 | |
| It is not the world�s only California gold piece. | Çok az bulunan bir şey değil, Kaliforniya altın sikkesi. California altınından ne olur ki? Dünyadaki tek California altını bu değil ya. California altınından ne olur ki? Dünyadaki tek California altını bu değil ya. California altınından ne olur ki? Dünyadaki tek California altını bu değil ya. Dünyadaki tek California altını bu değil ya. | True Grit-1 | 2010 | |
| They are rare here. | Burada az bulunur. Burada az bulunurlar. Burada az bulunurlar. Az bulunurlar. Burada az bulunurlar. Burada az bulunurlar. Az bulunurlar. Burada az bulunurlar. Burada az bulunurlar. Az bulunurlar. Burada az bulunurlar. Az bulunurlar. | True Grit-1 | 2010 | |
| They are rare. | Ne kadar az? | True Grit-1 | 2010 | |
| But if it is Chaney�s, | Chaney’ninse ne değişir ki? Ama bu Chaney'ninse... Ama bu Chaney'ninse... Ama bu Chaney'ninse... Ama bu Chaney'ninse... Ama bu Chaney'ninse... Ama bu Chaney'ninse... Ama bu Chaney'ninse... | True Grit-1 | 2010 | |
| it could just as easily mean that Lucky Ned | Şanslı Ned’in bunlardan bulma ihtimali yüksek. ...o daha geldiklerini anlamadan Şanslı Ned'in çetesiyle karşılaşmıştır. ...daha geldiklerini anlamadan Şanslı Ned'in çetesi ona saldırmıştır. ...o daha geldiklerini anlamadan Şanslı Ned'in çetesiyle karşılaşmıştır. ...daha geldiklerini anlamadan Şanslı Ned'in çetesi ona saldırmıştır. ...o daha geldiklerini anlamadan Şanslı Ned'in çetesiyle karşılaşmıştır. ...daha geldiklerini anlamadan Şanslı Ned'in çetesi ona saldırmıştır. ...daha geldiklerini anlamadan Şanslı Ned'in çetesi ona saldırmıştır. | True Grit-1 | 2010 | |
| and his gang fell upon him as that he fell in with them. | Çeteden bir kişi bunları bulduğunda o da bulmuş demektir. | True Grit-1 | 2010 | |
| Chaney could be a corpse. | Chaney bir ceset olmuş olabilir. Chaney şimdiye ölmüştür. Chaney şimdiye ölmüştür. Chaney şimdiye ölmüştür. Chaney şimdiye ölmüştür. Chaney şimdiye ölmüştür. Chaney şimdiye ölmüştür. Chaney şimdiye ölmüştür. | True Grit-1 | 2010 | |
| That would be a bitter disappointment Marshal, what would we do? | Bu büyük bir hayal kırıklığı olur Şef, öyleyse ne yaparız? Çok büyük bir hayal kırıklığı olur Marşal, ne yapıyoruz? Çok büyük bir hayal kırıklığı olur Şerif, ne yapıyoruz? Çok büyük bir hayal kırıklığı olur Marşal, ne yapıyoruz? Çok büyük bir hayal kırıklığı olur Şerif, ne yapıyoruz? Çok büyük bir hayal kırıklığı olur Marşal, ne yapıyoruz? Çok büyük bir hayal kırıklığı olur Şerif, ne yapıyoruz? Çok büyük bir hayal kırıklığı olur Şerif, ne yapıyoruz? | True Grit-1 | 2010 | |
| Um, pursue them. | Aa, izlerini süreriz. Peşlerinden gideceğiz. Peşlerinden gideceğiz. Peşlerinden gideceğiz. Peşlerinden gideceğiz. Peşlerinden gideceğiz. Peşlerinden gideceğiz. Peşlerinden gideceğiz. | True Grit-1 | 2010 | |
| Ned's unfinished business for the marshals anyhow, and when we have him we will also have Chaney | Ned'le yarım kalmış bir işimiz var nasılsa. Onu bulduk mu, Chaney’i de bulduk demektir. Nasıl olsa Marşal'ların Ned'le işi bitmemiş. Onu bulursak, Chaney'yi de buluruz. Nasıl olsa Şerfiler'in Ned'le işi bitmemiş. Onu bulursak, Chaney'yi de buluruz. Nasıl olsa Marşal'ların Ned'le işi bitmemiş. Onu bulursak, Chaney'yi de buluruz. Nasıl olsa Şerfiler'in Ned'le işi bitmemiş. Onu bulursak, Chaney'yi de buluruz. Nasıl olsa Marşal'ların Ned'le işi bitmemiş. Onu bulursak, Chaney'yi de buluruz. Nasıl olsa Şerfiler'in Ned'le işi bitmemiş. Onu bulursak, Chaney'yi de buluruz. Nasıl olsa Şerfiler'in Ned'le işi bitmemiş. Onu bulursak, Chaney'yi de buluruz. | True Grit-1 | 2010 | |
| or we can learn the whereabouts of his body. | Nerede olabileceği hakkında bir bilgim yok. Cesedinin yerini öğreniriz. Cesedinin yerini öğreniriz. Cesedinin yerini öğreniriz. Cesedinin yerini öğreniriz. Cesedinin yerini öğreniriz. Cesedinin yerini öğreniriz. Cesedinin yerini öğreniriz. | True Grit-1 | 2010 | |
| Bagby didn�t know which way they went, | Bagget hangi yöne doğru gittiklerini bilmiyormuş. Bagbee hangi yöne gittiklerini bilmiyormuş ama buraya geldiklerini biliyoruz. Bagby hangi yöne gittiklerini bilmiyormuş ama buraya geldiklerini biliyoruz. Bagbee hangi yöne gittiklerini bilmiyormuş ama buraya geldiklerini biliyoruz. Bagby hangi yöne gittiklerini bilmiyormuş ama buraya geldiklerini biliyoruz. Bagbee hangi yöne gittiklerini bilmiyormuş ama buraya geldiklerini biliyoruz. Bagby hangi yöne gittiklerini bilmiyormuş ama buraya geldiklerini biliyoruz. Bagby hangi yöne gittiklerini bilmiyormuş ama buraya geldiklerini biliyoruz. | True Grit-1 | 2010 | |
| but now we know they come through here, | Buradan geçtiklerini biliyoruz. | True Grit-1 | 2010 | |
| hey couldn�t be going but one of two ways: | Gitmiş olabilecekleri iki yön var. Gidebilecekleri bir veya iki yol var. Gidebilecekleri bir veya iki yol var. Gidebilecekleri bir veya iki yol var. Gidebilecekleri bir veya iki yol var. Gidebilecekleri bir veya iki yol var. Gidebilecekleri bir veya iki yol var. Gidebilecekleri bir veya iki yol var. | True Grit-1 | 2010 | |
| Heading north toward the Winding Stair Mountains, | Kuzeye, taraçalı dağlara doğru. Ya kuzeye doğru Winding Stair dağlarına... Ya kuzeye doğru Winding Stair dağlarına... Ya kuzeye doğru Winding Stair dağlarına... Ya kuzeye doğru Winding Stair dağlarına... Ya kuzeye doğru Winding Stair dağlarına... Ya kuzeye doğru Winding Stair dağlarına... Ya kuzeye doğru Winding Stair dağlarına... | True Grit-1 | 2010 | |
| or pushing on further west. | Batının derinliklerine doğru. ...ya da batıya yöneldiler. ...ya da batıya yöneldiler. ...ya da batıya yöneldiler. ...ya da batıya yöneldiler. ...ya da batıya yöneldiler. ...ya da batıya yöneldiler. ...ya da batıya yöneldiler. | True Grit-1 | 2010 | |
| I suspect north. More to rob. | Bence kuzeye gitmişlerdir. Bence kuzeye gittiler. Bence kuzeye gittiler, soyulacak daha fazla yer var. Bence kuzeye gittiler. Bence kuzeye gittiler, soyulacak daha fazla yer var. Bence kuzeye gittiler. Bence kuzeye gittiler, soyulacak daha fazla yer var. Bence kuzeye gittiler, soyulacak daha fazla yer var. | True Grit-1 | 2010 | |
| I bought an eating place | Yemek yiyecek bir yer buldum. Bir lokanta buldum. Bir lokanta buldum. Bir lokanta buldum. Bir lokanta buldum. Bir lokanta buldum. Bir lokanta buldum. Bir lokanta buldum. | True Grit-1 | 2010 | |
| called "The Green Frog." | “Yeşil Kurbağa” diye bir yer. Green Frog deniyordu. Green Frog deniyordu. Green Frog deniyordu. Green Frog deniyordu. Green Frog deniyordu. Green Frog deniyordu. Green Frog deniyordu. | True Grit-1 | 2010 | |
| Started calling myself Burroughs. | Kendime “merkep” demeye başladım. Kendime eşek demeye başladım. İsmimi Burroughs olarak değiştirdim. Kendime eşek demeye başladım. İsmimi Burroughs olarak değiştirdim. Kendime eşek demeye başladım. İsmimi Burroughs olarak değiştirdim. İsmimi Burroughs olarak değiştirdim. | True Grit-1 | 2010 | |
| But my drinking picked up | Ama foyam meydana çıktı. Ama daha fazla içmeye başladım. Ama daha fazla içmeye başladım. Ama daha fazla içmeye başladım. Ama daha fazla içmeye başladım. Ama daha fazla içmeye başladım. Ama daha fazla içmeye başladım. Ama daha fazla içmeye başladım. | True Grit-1 | 2010 | |
| and my wife did not care for the company of my river friends. | Karım bana eşlik eden likit arkadaşlarımdan hoşlanmadı. Karım nehir arkadaşlarımın misafirliğinden kaygılanmıyordu. Karım, arkadaşlarımla takılmamı önemsemiyordu. Karım nehir arkadaşlarımın misafirliğinden kaygılanmıyordu. Karım, arkadaşlarımla takılmamı önemsemiyordu. Karım nehir arkadaşlarımın misafirliğinden kaygılanmıyordu. Karım, arkadaşlarımla takılmamı önemsemiyordu. Karım, arkadaşlarımla takılmamı önemsemiyordu. | True Grit-1 | 2010 | |
| She decided to go back to her fist husband. | İlk kocasına dönmeye karar verdi. | True Grit-1 | 2010 | |
| He was a clerk in a hardware store. | Hırdavatçıda tezgahtardım. Hırdavatçıdaki Clerk. Hırdavatçıdaki bir tezgâhtardı. Hırdavatçıdaki Clerk. Hırdavatçıdaki bir tezgâhtardı. Hırdavatçıdaki Clerk. Hırdavatçıdaki bir tezgâhtardı. Hırdavatçıdaki bir tezgâhtardı. | True Grit-1 | 2010 | |
| Well she said, "Goodbye Ruben," | Bu, “hoşça kal Rueben” dediği zamandı. Sonra da elveda Ruben dedi. Sonra da "Elveda Rueben." Sonra da elveda Ruben dedi. Sonra da "Elveda Rueben." Sonra da elveda Ruben dedi. Sonra da "Elveda Rueben." Sonra da "Elveda Rueben." | True Grit-1 | 2010 | |
| "Love of decency does not abide in you.� | “Dırdır etmeyi severim ama, burada tahammülüm yok.” Aşkın nezaketi bir yıl bile sürmedi. "Aşkın nezaketi sena göre değil." dedi. Aşkın nezaketi bir yıl bile sürmedi. "Aşkın nezaketi sena göre değil." dedi. Aşkın nezaketi bir yıl bile sürmedi. "Aşkın nezaketi sena göre değil." dedi. "Aşkın nezaketi sena göre değil." dedi. | True Grit-1 | 2010 | |
| There is a divorced woman talking about decency. | Dırdırdan yakınıp boşanan ilk kadın. Böylece nezaketten bahseden ilk karımdan boşandım. Nezaketten bahseden dul bir kadın. Böylece nezaketten bahseden ilk karımdan boşandım. Nezaketten bahseden dul bir kadın. Böylece nezaketten bahseden ilk karımdan boşandım. Nezaketten bahseden dul bir kadın. Nezaketten bahseden dul bir kadın. | True Grit-1 | 2010 | |
| I told her, �Goodbye, Nola," | Ben de “güle güle Molo” dedim. Ben de ona elveda Molo demiştim. Ben de ona "Elveda Nola." demiştim. Ben de ona elveda Molo demiştim. Ben de ona "Elveda Nola." demiştim. Ben de ona elveda Molo demiştim. Ben de ona "Elveda Nola." demiştim. Ben de ona "Elveda Nola." demiştim. | True Grit-1 | 2010 | |
| "I hope that little nail selling bastard will make you happy this time.� | “Umarım o piç kurusu postacı seni bu sefer mutlu eder”. Umarım o küçük hergele bu sefer seni mutlu eder dedim. Umarım o çivi satan küçük hergele bu sefer seni mutlu eder dedim. Umarım o küçük hergele bu sefer seni mutlu eder dedim. Umarım o çivi satan küçük hergele bu sefer seni mutlu eder dedim. Umarım o küçük hergele bu sefer seni mutlu eder dedim. Umarım o çivi satan küçük hergele bu sefer seni mutlu eder dedim. Umarım o çivi satan küçük hergele bu sefer seni mutlu eder dedim. | True Grit-1 | 2010 | |
| She took my boy with her too. | Oğlumu da aldı götürdü. Oğlumu da yanında götürdü. Oğlumu da yanında götürdü. Oğlumu da yanında götürdü. Oğlumu da yanında götürdü. Oğlumu da yanında götürdü. "Umarım o dallama çivi satıcısı bu defa seni mutlu eder." "Umarım o dallama çivi satıcısı bu defa seni mutlu eder." "Umarım o dallama çivi satıcısı bu defa seni mutlu eder." Oğlumu da yanında götürdü. Oğlumu da yanında götürdü. | True Grit-1 | 2010 |