Ara
İngilizce Türkçe Kelime Çevirileri Sayfa 163262
| İngilizce | Türkçe | Film Adı | Film Yılı | |
| Were there more pills in here? Yeah. | İçinde başka hap var mıydı? Evet. Başka haplar da var mıydı bunda? Evet. Başka haplar da var mıydı bunda? Evet. | The Fall-1 | 2006 | |
| What did you do with them? | Onları ne yaptın? Ne yaptın onları? Ne yaptın onları? | The Fall-1 | 2006 | |
| I throw them in toilet. | Tuvalete attım. | The Fall-1 | 2006 | |
| But I throw them away because you wrote | M o r f i üç yazdığın için... Ama attım onları çünkü sen şöyle yazmıştın: Ama attım onları çünkü sen şöyle yazmıştın: | The Fall-1 | 2006 | |
| m o r p h i n three. | ...onları attım. M o r f i n 3. M o r f i n 3. | The Fall-1 | 2006 | |
| Will they help you sleep? | Bunlar seni uyutacak mı? Uyumana yardım edecek mi bunlar? Uyumana yardım edecek mi bunlar? | The Fall-1 | 2006 | |
| A nap perhaps. | Belki biraz kestiririm. Belki kestirebilirim. Belki kestirebilirim. | The Fall-1 | 2006 | |
| Did they free the slaves? | Köleleri kurtarmışlar mı? Köleleri serbest bıraktılar mı? Köleleri serbest bıraktılar mı? | The Fall-1 | 2006 | |
| Come out, Odious. | Çık dışarı, Odious. Çık dışarı Odious! Çık dışarı Odious! | The Fall-1 | 2006 | |
| Just like a butterfly. | Tıpkı bir kelebek gibi. Sanki bir kelebek. Sanki bir kelebek. | The Fall-1 | 2006 | |
| Why the mask again? | Neden tekrar maske takmış? Maske nereden çıktı yine? Maske nereden çıktı yine? | The Fall-1 | 2006 | |
| He doesn't want to scare her. | Onu korkutmak istememiş. Onu korkutmak istemiyordu. Onu korkutmak istemiyordu. | The Fall-1 | 2006 | |
| She doesn't know anything about him, but he knew everything about her. | Kız onun hakkında hiçbir şey bilmiyormuş, ama o, kız hakkındaki her şeyi biliyormuş. Kadın onun hakkında hiçbir şey bilmezken, haydut onun hakkında her şeyi biliyordu. Kadın onun hakkında hiçbir şey bilmezken, haydut onun hakkında her şeyi biliyordu. | The Fall-1 | 2006 | |
| The color of her eyes. | Gözlerinin rengini. | The Fall-1 | 2006 | |
| Her favorite food. | En sevdiği yiyeceği. En sevdiği yemeği. En sevdiği yemeği. | The Fall-1 | 2006 | |
| Her favorite book. | En sevdiği kitabı. En sevdiği kitap. En sevdiği kitap. | The Fall-1 | 2006 | |
| Bible. | İncil. | The Fall-1 | 2006 | |
| Boys, she's mine. | Arkadaşlar, o benim. Çocuklar, o benim. Çocuklar, o benim. | The Fall-1 | 2006 | |
| What about the bomb? What? | Peki bombaya ne olmuş? Ne? Bomba ne oldu peki? Ne? Bomba ne oldu peki? Ne? | The Fall-1 | 2006 | |
| The bomb. | Bomba. Bomba! Bomba! | The Fall-1 | 2006 | |
| The bandits kidnapped the princess, leaving behind her little nephew. | Haydutlar küçük yeğenini arkada bırakarak prensesi kaçırmışlar. Haydutlar prensesi kaçırdı ve yeğenini geride bıraktılar. Haydutlar prensesi kaçırdı ve yeğenini geride bıraktılar. | The Fall-1 | 2006 | |
| They rode down from the high mountain deserts | Çöllerdeki yüksek tepeleri aşarak haydudun sevdiği... Alp bozkırlarından atlarıyla geçerek onun sevdiği bir yere indiler. Alp bozkırlarından atlarıyla geçerek onun sevdiği bir yere indiler. | The Fall-1 | 2006 | |
| to a place he loved. | ...bir yere gitmişler. | The Fall-1 | 2006 | |
| He had played as a child with his twin. | Çocukken ikiz kardeşiyle oynadığı bir yer. Çocukluğunda ikiz kardeşiyle oyunlar oynardı. Çocukluğunda ikiz kardeşiyle oyunlar oynardı. | The Fall-1 | 2006 | |
| A palace in the middle of a lake. | Gölün ortasında bir saray. Gölün ortasındaki bir saray. Gölün ortasındaki bir saray. | The Fall-1 | 2006 | |
| What's the matter with that poor fellow? | Bu zavallının derdi ne? Bu adamcağız niye dertli? Bu adamcağız niye dertli? | The Fall-1 | 2006 | |
| Ever since the Indian's misfortune | Başına gelen kötü olaydan sonra... Başına gelenlerden sonra, Hintli... Başına gelenlerden sonra, Hintli... | The Fall-1 | 2006 | |
| he took a vow to never look at another squaw. | ...asla güzel bir kadına bakmayacağına dair yemin etmiş. ...başka bir kadına bakmayacağına yemin etti. ...başka bir kadına bakmayacağına yemin etti. | The Fall-1 | 2006 | |
| But a man cannot show what's in his heart when he hides his face. | Ama bir insan yüzünü gizlerse gönlünde ne yattığını gösteremez. Fakat bir erkek suratını gizledikçe kalbinden geçenleri gösteremez. Fakat bir erkek suratını gizledikçe kalbinden geçenleri gösteremez. | The Fall-1 | 2006 | |
| Who, may I ask, are you? | Kim olduğunu sorabilir miyim acaba? Müsaadenizle, kim olduğunuzu sorabilir miyim? Müsaadenizle, kim olduğunuzu sorabilir miyim? | The Fall-1 | 2006 | |
| To most I am known as the Masked Bandit. | Herkes beni Maskeli Haydut diye tanır. Pek çokları beni Maskeli Haydut diye bilir. Pek çokları beni Maskeli Haydut diye bilir. | The Fall-1 | 2006 | |
| The Scourge of the Southeast? | Güneydoğu’nun Kırbacı mı? Güneydoğu Belası mı? Güneydoğu Belası mı? | The Fall-1 | 2006 | |
| That's the one. | Evet, ben oyum. Doğru bildiniz. Doğru bildiniz. | The Fall-1 | 2006 | |
| But that's only when I wear the mask. | Ama sadece maskemi taktığımda. Ama sırf bu yüzden takmıyorum maskeyi. Ama sırf bu yüzden takmıyorum maskeyi. | The Fall-1 | 2006 | |
| Who are you? | Sen kimsin? Siz kimsiniz peki? Siz kimsiniz peki? | The Fall-1 | 2006 | |
| Nurse Evelyn. | Hemşire Evelyn. | The Fall-1 | 2006 | |
| Once I was Lady Evelyn Everest Everhardt, and now I am simply called... | Eskiden Leydi Evelyn Everest Everhardt’tım, şimdiyse adım... Bir zamanlar Leydi Evelyn Everest Everhardt, diye bilinirdim ama şimdi yalnızca... Bir zamanlar Leydi Evelyn Everest Everhardt, diye bilinirdim ama şimdi yalnızca... | The Fall-1 | 2006 | |
| Sister Evelyn. She is not a sister. | Kardeş Evelyn. Kardeş değil. Evelyn Abla. Abla değil o. Evelyn Abla. Abla değil o. | The Fall-1 | 2006 | |
| Bless you. No. What? Yes, she is. | Çok yaşa. Hayır. Ne? Evet, öyle. Çok yaşa! Ne? Evet, öyle. Çok yaşa! Ne? Evet, öyle. | The Fall-1 | 2006 | |
| She doesn't have brothers and sisters. | Onun erkek ya da kız kardeşi yok ki. Onun kardeşi falan yok. Onun kardeşi falan yok. | The Fall-1 | 2006 | |
| No, she's a nun, like these nuns out here. | Hayır, o bir rahibe, aynı buradaki rahibeler gibi. Hayır, diğerleri gibi o da bir rahibe. Hayır, diğerleri gibi o da bir rahibe. | The Fall-1 | 2006 | |
| And she turned from the Masked Bandit, and she said... | Maskeli Haydut’a dönmüş ve şöyle demiş... Maskeli Haydut'tan korkuyordu ve şöyle söyledi: Maskeli Haydut'tan korkuyordu ve şöyle söyledi: | The Fall-1 | 2006 | |
| May I be frank with you? Of course. | Sana karşı dürüst olabilir miyim? Elbette. Sizinle açık konuşabilir miyim? Pek tabii. Sizinle açık konuşabilir miyim? Pek tabii. | The Fall-1 | 2006 | |
| Although I've dedicated my life to God and goodness | Her ne kadar hayatımı Tanrı’ya ve iyiliğe adamış olsam da... Ömrümü Tanrı'ya ve iyiliğe adamış olsam da... Ömrümü Tanrı'ya ve iyiliğe adamış olsam da... | The Fall-1 | 2006 | |
| I secretly love throwing oranges at our priest. | ...içten içe papaza portakal atmayı çok seviyorum. ...Papaz'a gizliden gizliye portakal atmaya bayılıyorum. ...Papaz'a gizliden gizliye portakal atmaya bayılıyorum. | The Fall-1 | 2006 | |
| Take two turns to the left and go to the bathroom. | İki kere sola dön, tuvalete git. İki kere sola dönüp tuvalete git. İki kere sola dönüp tuvalete git. | The Fall-1 | 2006 | |
| No, you read my note. | Hayır, notumu okumuşsun. Olmaz, notumu okumuşsun. Olmaz, notumu okumuşsun. | The Fall-1 | 2006 | |
| What are you talking about? Go to the bathroom. | Neyden bahsediyorsun? Tuvalete git. Ne saçmalıyorsun? Git tuvalete işte. Ne saçmalıyorsun? Git tuvalete işte. | The Fall-1 | 2006 | |
| How do you know about the priest and the orange? | Papazla portakalı nereden biliyorsun? Papaz ve portakalları nereden biliyorsun? Papaz ve portakalları nereden biliyorsun? | The Fall-1 | 2006 | |
| Everybody knows you like throwing oranges at the priest. | Papaza portakal atmayı sevdiğini herkes biliyor. Papaz'a portakal atmayı sevdiğini bilmeyen mi var. Papaz'a portakal atmayı sevdiğini bilmeyen mi var. | The Fall-1 | 2006 | |
| Even the priest knows, but I didn't find that out from your gibberish message. | Papaz bile biliyor, saçma mektubundan öğrenmedim. Papaz bile biliyor ama ben bunu manasızca mesajından öğrenmedim. Papaz bile biliyor ama ben bunu manasızca mesajından öğrenmedim. | The Fall-1 | 2006 | |
| It's not gibberish. | Saçma değil. Manasızca değildi o. Manasızca değildi o. | The Fall-1 | 2006 | |
| She wants to ask you how much days I have to stay here. | Burada kaç gün kalmam gerektiğini sormamı istiyor. Burada kaç gün kalmam gerektiğini size sormamı istiyor. Burada kaç gün kalmam gerektiğini size sormamı istiyor. | The Fall-1 | 2006 | |
| Well, I want you to stay here until you get better. | İyileşene kadar burada kalmanı istiyorum. İyileşene kadar kalmanı istiyorum. İyileşene kadar kalmanı istiyorum. | The Fall-1 | 2006 | |
| Her cast will come off in a few days | Birkaç gün sonra alçısını çıkaracağız... Alçısı birkaç güne çıkmış olacak... Alçısı birkaç güne çıkmış olacak... | The Fall-1 | 2006 | |
| but I'd like her to stay here until she's completely recovered. | ...ama tamamen iyileşene kadar burada kalmasını istiyorum. ...ama tamamen iyileşene kadar onu burada tutmak istiyorum. ...ama tamamen iyileşene kadar onu burada tutmak istiyorum. | The Fall-1 | 2006 | |
| She wants to say that we are spend here too much times | Burada çok vakit kaybettiğimizi... Fazla zaman geçirdiğimizi ve bu şehirden ayrılmamız gerektiğini söylüyor. Fazla zaman geçirdiğimizi ve bu şehirden ayrılmamız gerektiğini söylüyor. | The Fall-1 | 2006 | |
| and we have to leave the city. | ...şehirden gitmemiz gerektiğini söylüyor. | The Fall-1 | 2006 | |
| No, well, you just tell her that you shouldn't be working in the groves. | Hayır, ona bahçede çalışmaman gerektiğini söyle. Korulukta çalışmaman gerektiğini ona söyle. Korulukta çalışmaman gerektiğini ona söyle. | The Fall-1 | 2006 | |
| That at your age it's dangerous | Senin yaşında bu çok tehlikeli... Sizin yaşınızda bu tehlikeli... Sizin yaşınızda bu tehlikeli... | The Fall-1 | 2006 | |
| and you'll spend the rest of your days picking fruit. | ...bundan sonra hep meyve toplayacaksın. ...günlerinizin geri kalanını meyve toplayarak geçireceksiniz. ...günlerinizin geri kalanını meyve toplayarak geçireceksiniz. | The Fall-1 | 2006 | |
| And then she'll fall. She surely will fall. | Sonra yine düşecek. Kesin düşecek. Ve sonra düşecek. Emin olun, düşecek. Ve sonra düşecek. Emin olun, düşecek. | The Fall-1 | 2006 | |
| Thank you. | Teşekkür ederim. Sağolun. Sağolun. | The Fall-1 | 2006 | |
| What did she say? She says okay. | Ne dedi? Tamam dedi. Ne söyledi? Tamam, diyor. Ne söyledi? Tamam, diyor. | The Fall-1 | 2006 | |
| Alexandria, she asked me something, didn't she? | Alexandria, bana bir şey sordu, değil mi? | The Fall-1 | 2006 | |
| No, that how we speak. | Hayır, bizim konuşmamız böyle. Hayır, biz öyle konuşuruz. Hayır, biz öyle konuşuruz. | The Fall-1 | 2006 | |
| Beautiful machina. Beautiful machina. | Güzel makina. Güzel makina. Güzel araba. Güzel araba. | The Fall-2 | 2006 | |
| It's a very generous offer. | Çok cömert bir teklif. | The Fall-2 | 2006 | |
| If you look over here at the number, it's more money than I actually make a year. | Burada yazılı rakama baksana, benim bir yılda kazandığımdan daha fazla. Şuradaki miktara bakacak olursan bir senede kazandığından da fazlası. | The Fall-2 | 2006 | |
| I want to add something to it. | Bir şey eklemek istiyorum. Ekleme yapmak istiyorum. | The Fall-2 | 2006 | |
| Don't start adding stuff to this. | Bir şeyler eklemek yok. Bir şeyler eklemeye başlama şimdi. | The Fall-2 | 2006 | |
| You know, the studio's got a building full of lawyers. | Biliyorsun, stüdyonun bin tane avukatı var. Sen de biliyorsun ki stüdyonun bir dolu avukatı var. | The Fall-2 | 2006 | |
| Jumping, falling, crashing. | Atlama, düşme, çarpma. | The Fall-2 | 2006 | |
| I mean, cowhands are getting all the glory. | Baksana işin kaymağını kovboylar yiyor. Bütün takdiri kovboylar topluyor. | The Fall-2 | 2006 | |
| Whose idea was it anyway? | Kimin fikriydi bu? Bu kimin fikriydi ki? | The Fall-2 | 2006 | |
| Jumping onto a horse from a train bridge? | Tren köprüsünden atın üstüne atlamak? Bir köprüden atın üstüne atlamakmış. | The Fall-2 | 2006 | |
| Add the screening to the contract and I'll sign it. | Film gösterimini de kontrata ekle, imzalayayım. Kontratıma gösterimi de ekleyin ben de imzalayayım. | The Fall-2 | 2006 | |
| What happens to the money if I die? | Ölürsem paraya ne olacak? Ölecek olursam para nereye gidecek? | The Fall-2 | 2006 | |
| Roy, you need to get off this suicide thing. | Roy, bu intihar saçmalığını aklından çıkar. Roy, şu intihar fikrini kafandan atmalısın. | The Fall-2 | 2006 | |
| Let the doctors finish what they started. | Bırak da doktorlar başladığı işi bitirsin. Bırak da doktorlar başladıkları işi bitirsinler. | The Fall-2 | 2006 | |
| Problem is not his back. | Sırtında bir sorun yok. Mesele bel kemiğiyle ilgili değil. | The Fall-2 | 2006 | |
| It's a broken heart. | Kalbi kırılmış. Kırılan kalbiyle ilgili. | The Fall-2 | 2006 | |
| He needs to get over her. | Kızı unutması gerekiyor. Onu unutması gerek. | The Fall-2 | 2006 | |
| I mean, he's not the first guy to lose a girl. | Sevgilisini başkasına kaptıran tek insan o değil. Bir kızı başkasına kaptıran ilk erkek o değil. | The Fall-2 | 2006 | |
| I'm sorry. | Özür dilerim. Pardon. | The Fall-2 | 2006 | |
| You are someone famous. | Sen ünlü birisisin. Siz ünlü birisiniz. | The Fall-2 | 2006 | |
| So they tell me. | Öyle diyorlar. | The Fall-2 | 2006 | |
| Hey, kid! | Hey, ufaklık! Baksana çocuk! | The Fall-2 | 2006 | |
| Who's in the mask? | Maskeli adam kim? Maskeli olan kim? | The Fall-2 | 2006 | |
| You in the wheelchair. | Sensin, tekerlekli sandalyede. | The Fall-2 | 2006 | |
| It's beautiful. | Güzel. Çok güzel olmuş. | The Fall-2 | 2006 | |
| I'll keep it forever. | Ölene dek saklayacağım. Sonsuza dek saklayacağım. | The Fall-2 | 2006 | |
| I hope I never get better. | Umarım hiç iyileşmem. İnşallah hiç iyileşmem. | The Fall-2 | 2006 | |
| Why? Because I want to stay here with you. | Neden? Çünkü burada seninle kalmak istiyorum. Niye? Çünkü burada seninle kalmak istiyorum. | The Fall-2 | 2006 | |
| Hey, this came for you today. Really? | Hey, bu sana geldi. Gerçekten mi? Bu bugün sana geldi. Gerçekten mi? | The Fall-2 | 2006 | |
| You like chocolate? I like it. | Çikolata sever misin? Severim. | The Fall-2 | 2006 | |
| Do you want me to finish the story? Yes. | Hikâyeyi bitirmemi istiyor musun? Evet. Masalı bitirmemi istiyor musun? Evet. | The Fall-2 | 2006 | |
| I need a favor. What kind of favor? | Senden bir şey isteyeceğim. Ne isteyeceksin? Senden bir ricam var. Nasıl bir rica? | The Fall-2 | 2006 | |
| You know our friend Walt? | Arkadaşımız Walt’u biliyor musun? Dostumuz Walt'u tanıyor musun? | The Fall-2 | 2006 | |
| He's not my friend. He's not my friend either. | O benim arkadaşım değil. Benim de değil. Benim dostum değil. Benim de değil. | The Fall-2 | 2006 |