Search
English Turkish Sentence Translations Page 163259
| English | Turkish | Film Name | Film Year | |
| Sometimes. | Bazen. Ara sıra olur. Ara sıra olur. | The Fall-1 | 2006 | |
| Is that how he hurt his leg? | Bu yüzden mi bacağı gitmiş? Bacağını öyle mi sakatlamış? Bacağını öyle mi sakatlamış? | The Fall-1 | 2006 | |
| No, he... He does tricks for pictures. | Hayır, film... Filmlerde numaralar yapıyor. Hayır, o... Görseller için numaralar yapar. Hayır, o... Görseller için numaralar yapar. | The Fall-1 | 2006 | |
| You know, flickers. | Görüntüler. Filmler için işte. Filmler için işte. | The Fall-1 | 2006 | |
| Moving pictures. | Hareketli resimler. Hareketli görseller. Hareketli görseller. | The Fall-1 | 2006 | |
| I never seen one. You're not missing much. | Hiç görmedim. Çok şey kaçırmamışsın. Hiç izlemedim. Fazla şey kaçırmamışsın. Hiç izlemedim. Fazla şey kaçırmamışsın. | The Fall-1 | 2006 | |
| Is that what you do, like your friend? | Sende mi bu işi yapıyorsun, arkadaşın gibi? Arkadaşın gibi sen de mi o işi yapıyorsun? Arkadaşın gibi sen de mi o işi yapıyorsun? | The Fall-1 | 2006 | |
| Just once. | Bir kez yaptım. Sadece bir kez yaptım. Sadece bir kez yaptım. | The Fall-1 | 2006 | |
| Will you tell me the story now? | Hikâyeyi şimdi anlatacak mısın? Masalı şimdi anlatacak mısın? Masalı şimdi anlatacak mısın? | The Fall-1 | 2006 | |
| What story? The epic. | Ne hikâyesi? Destan. Ne masalı? Epik. Ne masalı? Epik. | The Fall-1 | 2006 | |
| All right. | Tamam. Peki. Peki. | The Fall-1 | 2006 | |
| All right, close your eyes. | Pekâlâ, gözlerini kapa. Peki, gözlerini kapa. Peki, gözlerini kapa. | The Fall-1 | 2006 | |
| Nothing. | Hiçbir şey. Hiç. Hiç. | The Fall-1 | 2006 | |
| Rub them. | Gözlerini ovuştur. Ovuştur gözlerini. Ovuştur gözlerini. | The Fall-1 | 2006 | |
| Can you see the stars? | Yıldızları görüyor musun? Yıldızları görebiliyor musun? Yıldızları görebiliyor musun? | The Fall-1 | 2006 | |
| It was a starry night. | Yıldızlı bir geceymiş. Yıldızlarla dolu bir geceydi. Yıldızlarla dolu bir geceydi. | The Fall-1 | 2006 | |
| Four men waited impatiently on a small island | Dört adam sakin bir denizin çevrelediği küçük bir adada... Dört erkek ufak bir adada sabırsızlıkla beklemekteydiler. Dört erkek ufak bir adada sabırsızlıkla beklemekteydiler. | The Fall-1 | 2006 | |
| surrounded by a calm sea. | ...sabırsız bir şekilde bekliyormuş. Durgun bir deniz etraflarını kuşatmıştı. Durgun bir deniz etraflarını kuşatmıştı. | The Fall-1 | 2006 | |
| But that calmness was deceptive. | Ama bu sükûnet geçiciymiş. Ama bu durgunluk aldatıcıydı. Ama bu durgunluk aldatıcıydı. | The Fall-1 | 2006 | |
| For at that moment | İşte tam o sırada... O anda... O anda... | The Fall-1 | 2006 | |
| an Indian with a bandaged thigh swam towards them. | ...baldırından sargılı bir Hintli onlara doğru yüzüyormuş. ...uyluk kemiği bandajlı bir Hintli onlara doğru yüzmekteydi. ...uyluk kemiği bandajlı bir Hintli onlara doğru yüzmekteydi. | The Fall-1 | 2006 | |
| Tell me, Indian. | Söyle, Hintli. Söyle bana Hintli. Söyle bana Hintli. | The Fall-1 | 2006 | |
| Luigi, is what true? | Luigi, doğru olan ne? Luigi, ne doğru mu? Luigi, ne doğru mu? | The Fall-1 | 2006 | |
| Governor Odious will execute your twin brother tomorrow morning. | Vali Odious yarın sabah ikiz kardeşini idam edecek. | The Fall-1 | 2006 | |
| My poor brother. | Zavallı kardeşim. Ah, benim garip kardeşim. Ah, benim garip kardeşim. | The Fall-1 | 2006 | |
| In all, there were five of them. | Tam beş kişilermiş. Topyekûn beş kişi vardılar. Topyekûn beş kişi vardılar. | The Fall-1 | 2006 | |
| They had only one thing in common, | Ortak tek bir özellikleri varmış... Tek ortak noktaları bulunmaktaydı; Tek ortak noktaları bulunmaktaydı; | The Fall-1 | 2006 | |
| a hatred of Governor Odious. | ...Vali Odious’a olan nefretleri. ...Vali Odious'a besledikleri kin. ...Vali Odious'a besledikleri kin. | The Fall-1 | 2006 | |
| The first was an ex slave, Otta Benga. | İlki, eski bir köle, Otta Benga. Biri, eski bir köle olan Otta Benga'ydı. Biri, eski bir köle olan Otta Benga'ydı. | The Fall-1 | 2006 | |
| He and his brother were born into slavery | O ve kardeşi köle olarak doğmuşlar... O ve abisi esaret altında doğmuştu. O ve abisi esaret altında doğmuştu. | The Fall-1 | 2006 | |
| only to fill the coffers of the evil Governor Odious. | ...zalim Vali Odious’ın cebini doldurmak için çalışıyorlarmış. Yalnızca kötü kalpli Vali Odious'un kasalarını doldurmak için yaşıyorlardı. Yalnızca kötü kalpli Vali Odious'un kasalarını doldurmak için yaşıyorlardı. | The Fall-1 | 2006 | |
| One day while toiling in the fields... | Bir gün tarlalarda kan ter içinde çalışırlarken... Günlerden bir gün, tarlada güç bela ilerlerken... Günlerden bir gün, tarlada güç bela ilerlerken... | The Fall-1 | 2006 | |
| Heartbroken at his brother's death, he freed the slaves | Kardeşinin ölümü üzerine dünyası yıkılmış, ve köleleri azat etmiş... Abisinin ölümüyle yaralanan Otto köleleri serbest bıraktı... Abisinin ölümüyle yaralanan Otto köleleri serbest bıraktı... | The Fall-1 | 2006 | |
| and swore that he would be responsible for Governor Odious's death. | ...ve Vali Odious’ın ölümünün elinden olacağına dair yemin etmiş. ...ve Vali Odious'un ölümünün kendi elinden olacağına ant içti. ...ve Vali Odious'un ölümünün kendi elinden olacağına ant içti. | The Fall-1 | 2006 | |
| I like him. | Sevdim onu. Onu sevdim. Onu sevdim. | The Fall-1 | 2006 | |
| Then, there was the Indian, | Sonra, Hintli olan... Bir de Hintli vardı. Bir de Hintli vardı. | The Fall-1 | 2006 | |
| who, whenever anxious, always stroked his brow. | ...ne zaman endişeli olsa kaşını okşarmış. Ne zaman tedirgin olsa kaşını sıvazlardı. Ne zaman tedirgin olsa kaşını sıvazlardı. | The Fall-1 | 2006 | |
| The Indian was supposedly married to the most beautiful squaw in the world | Dünya üzerindeki en güzel kadınla evliymiş... Hintli, dünyanın en güzel kadınıyla evli diye biliniyordu. Hintli, dünyanın en güzel kadınıyla evli diye biliniyordu. | The Fall-1 | 2006 | |
| yet nobody had seen her. | ...ama kimse o kadını görmemiş. Lakin kadını henüz gören olmamıştı. Lakin kadını henüz gören olmamıştı. | The Fall-1 | 2006 | |
| To verify this, Odious disguised himself as a leper | Odious, bunu öğrenmek için cüzamlı kılığına girmiş... Güzelliğini tasdik etmek için Odious kendini cüzzamlı gibi göstermiş... Güzelliğini tasdik etmek için Odious kendini cüzzamlı gibi göstermiş... | The Fall-1 | 2006 | |
| but when he saw her reflection, he was smitten. | ...ve kadının yansımasını görür görmez çarpılmış. ...ama kadının yansımasını gördüğünde ona abayı yakmıştı. ...ama kadının yansımasını gördüğünde ona abayı yakmıştı. | The Fall-1 | 2006 | |
| Locking the doors to his wigwam, the Indian stood guard. | Hintli, köşkünün kapılarını kilitleyip nöbet tutmaya koyulmuş. Çadırının kapılarını kilitleyen Hintli nöbet tutuyordu. Çadırının kapılarını kilitleyen Hintli nöbet tutuyordu. | The Fall-1 | 2006 | |
| Little did he know, he was guarding an empty home | Bomboş bir evin bekçiliğini yaptığından haberi yokmuş... Tasavvur edemediği şey, içi boş bir evi beklediğiydi. Tasavvur edemediği şey, içi boş bir evi beklediğiydi. | The Fall-1 | 2006 | |
| for his wife had already been kidnapped by the evil Governor Odious. | ...zalim Vali Odious karısını çoktan kaçırıp götürmüş. Karısı, kötü kalpli Vali Odious tarafından çoktan kaçırılmıştı. Karısı, kötü kalpli Vali Odious tarafından çoktan kaçırılmıştı. | The Fall-1 | 2006 | |
| But the squaw refused to show herself to him. | Ama güzel kadın kendini göstermeyi reddetmiş. Ama kendini Odious'a göstermeyi reddetmişti. Ama kendini Odious'a göstermeyi reddetmişti. | The Fall-1 | 2006 | |
| So, Odious had her thrown into the Labyrinth of Despair. | Bu yüzden, Odious kadını Istırap Labirenti’ne kapatmış. Odious da bunun üzerine onu Biçare Labirenti'ne kapatmıştı. Odious da bunun üzerine onu Biçare Labirenti'ne kapatmıştı. | The Fall-1 | 2006 | |
| Eventually she realized there was only one way out. | Güzel kadın da sonunda tek çıkış yolu olduğunu anlamış. Nihayetinde, tek bir çıkış yolu olduğunun farkına vardı. Nihayetinde, tek bir çıkış yolu olduğunun farkına vardı. | The Fall-1 | 2006 | |
| While mourning his wife's death | Karısının ölümüne yas tutan Hintli... Karısının yasını tutarken... Karısının yasını tutarken... | The Fall-1 | 2006 | |
| the Indian took a blood oath never to look at another squaw | ...bir daha asla güzel bir kadına bakmayacağına... ...Hintli, başka bir kadına asla bakmayacağına yemin etti... ...Hintli, başka bir kadına asla bakmayacağına yemin etti... | The Fall-1 | 2006 | |
| and that he would be responsible for Governor Odious's death. | ...ve Vali Odious’ın ölümünün elinden olacağına dair yemin etmiş. ...ve Vali Odious'un ölümünün kendi elinden olacağına ant içti. ...ve Vali Odious'un ölümünün kendi elinden olacağına ant içti. | The Fall-1 | 2006 | |
| I like him, too. | Onu da sevdim. | The Fall-1 | 2006 | |
| Luigi was an explosive expert. | Luigi, patlayıcı uzmanıymış. Luigi, patlayıcı uzmanıydı. Luigi, patlayıcı uzmanıydı. | The Fall-1 | 2006 | |
| When Odious heard about the power of his new bombs, | Odious yeni bombalarının gücünü duyunca... Yeni bombalarının kuvveti Odious'un kulağına gidince... Yeni bombalarının kuvveti Odious'un kulağına gidince... | The Fall-1 | 2006 | |
| he had him publicly banished. | ...onu toplumdan dışlamış. ...onu alenen sürgüne gönderdi. ...onu alenen sürgüne gönderdi. | The Fall-1 | 2006 | |
| On his return, Luigi discovered that everybody hid from him | Dönüşünde, Luigi herkesin kendisinden saklandığını görmüş... Geri döndüğünde, Luigi herkesin ondan sakındığını anladı... Geri döndüğünde, Luigi herkesin ondan sakındığını anladı... | The Fall-1 | 2006 | |
| because even speaking to him was punishable by death. | ...çünkü onunla konuşmanın bile cezası ölümmüş. ...zira onunla konuşmak bile ölümle cezalandırılıyordu. ...zira onunla konuşmak bile ölümle cezalandırılıyordu. | The Fall-1 | 2006 | |
| But when his own priest refused to hear his confession, | Kendi rahibi bile günah çıkarmasını dinlemek istemeyince... Fakat papaz bile onun günahlarını dinlemeyi reddedince... Fakat papaz bile onun günahlarını dinlemeyi reddedince... | The Fall-1 | 2006 | |
| Luigi swore that he would be responsible for Governor Odious's death! | ...Luigi, Vali Odious’ın ölümünün elinden olacağına dair yemin etmiş! ...Luigi, Vali Odious'un ölümünün kendi elinden olacağına ant içti. ...Luigi, Vali Odious'un ölümünün kendi elinden olacağına ant içti. | The Fall-1 | 2006 | |
| Next was the English naturalist | Sıradaki ise İngiliz doğa bilimci... Bir sonraki, İngiliz natüralist... Bir sonraki, İngiliz natüralist... | The Fall-1 | 2006 | |
| Charles Darwin. | ...Charles Darwin. ...Charles Darwin'di. ...Charles Darwin'di. | The Fall-1 | 2006 | |
| He loved all living things, | Yaşayan her şeyi seviyormuş... Yaşayan her şeyi severdi. Yaşayan her şeyi severdi. | The Fall-1 | 2006 | |
| creatures, plants, everything alive. | ...hayvanlar, bitkiler, yaşayan her şey. Mahluklar, bitkiler, canı olan her şey. Mahluklar, bitkiler, canı olan her şey. | The Fall-1 | 2006 | |
| Darwin was always accompanied by his shy, brilliant colleague, | Darwin, utangaç ve akıllı meslektaşını yanından hiç ayırmazmış... Darwin her gittiği yere utangaç, zeki meslektaşıyla giderdi; Darwin her gittiği yere utangaç, zeki meslektaşıyla giderdi; | The Fall-1 | 2006 | |
| Wallace the monkey. | Maymun Wallace. | The Fall-1 | 2006 | |
| What is that, Wallace? | Ne var, Wallace? Ne dedin, Wallace? Ne dedin, Wallace? | The Fall-1 | 2006 | |
| I don't know why flamingos are pink. | Flamingoların neden pembe olduğunu bilmiyorum. Flamingoların niye pembe olduklarını bilmiyorum. Flamingoların niye pembe olduklarını bilmiyorum. | The Fall-1 | 2006 | |
| Even though they had developed many theories together | Birlikte birçok teori geliştirmiş olsalar da... Nice teoriler geliştirmiş olmalarına rağmen... Nice teoriler geliştirmiş olmalarına rağmen... | The Fall-1 | 2006 | |
| they were still looking for something. | ...hâlâ bir şeyin peşindelermiş. ...yine de başka bir şeyin arayışındaydılar. ...yine de başka bir şeyin arayışındaydılar. | The Fall-1 | 2006 | |
| What? Butterfly. | Ne? Kelebek. Ne dedin? Kelebek. Ne dedin? Kelebek. | The Fall-1 | 2006 | |
| That's a good guess. | Doğru tahmin. Tutturdun. Tutturdun. | The Fall-1 | 2006 | |
| In fact, a very specific butterfly | Aslında çok özel bir kelebek... Aslında, çok özel bir tür arıyorlardı; Aslında, çok özel bir tür arıyorlardı; | The Fall-1 | 2006 | |
| called Americana Exotica. | ...Americana Exotica. Americana Exotica. Americana Exotica. | The Fall-1 | 2006 | |
| One day, Odious sent them a dead one. | Bir gün, Odious onlara ölüsünü göndermiş. Günlerden bir gün, Odious onlara ölü bir tane gönderdi. Günlerden bir gün, Odious onlara ölü bir tane gönderdi. | The Fall-1 | 2006 | |
| Butterfly Reef. | Kelebek Adası. Kelebek Resifi. Kelebek Resifi. | The Fall-1 | 2006 | |
| This Odious, it's bad man? | Bu Odious, kötü birisi mi? Bu Odious, fena bir adam mı? Bu Odious, fena bir adam mı? | The Fall-1 | 2006 | |
| Oh, yeah. | Ah, evet. Hem de nasıl. Hem de nasıl. | The Fall-1 | 2006 | |
| That's where Governor Odious chose to banish our heroes, | Vali Odious’ın, yaşama mücadelesi verirken... Kahramanlarımızı sürgüne göndermek için Vali Odious orayı seçmişti. Kahramanlarımızı sürgüne göndermek için Vali Odious orayı seçmişti. | The Fall-1 | 2006 | |
| to mock them, | ...birbirlerini... Onlarla dalga geçmek için. Onlarla dalga geçmek için. | The Fall-1 | 2006 | |
| hoping that in their fight for survival they would devour each other. | ...yok etmelerini umarak kahramanlarımızı parmağında oynatmak için sürdüğü yer. Hayatta kalma mücadelelerinde birbirlerinin kuyusunu kazmalarını umuyordu. Hayatta kalma mücadelelerinde birbirlerinin kuyusunu kazmalarını umuyordu. | The Fall-1 | 2006 | |
| So, the buccaneers were trapped on this island. | Deniz eşkıyaları buraya hapsolmuş. Eşkıyalar bu adada mahsur kalmışlardı. Eşkıyalar bu adada mahsur kalmışlardı. | The Fall-1 | 2006 | |
| What means a buccaneer? | Deniz eşkıyası ne demek? Eşkıya ne demek? Eşkıya ne demek? | The Fall-1 | 2006 | |
| Well, it's like a pirate. Pirate and buccaneer, it's like the same thing. | Korsan gibi bir şey. Korsan ve deniz eşkıyası, aynı şeyler. Korsan gibi yani. Korsan ve eşkıya aynı şeydir. Korsan gibi yani. Korsan ve eşkıya aynı şeydir. | The Fall-1 | 2006 | |
| But I don't like pirate stories. | Ama ben korsan hikâyelerini sevmem ki. Ama ben korsan masallarını sevmem ki. Ama ben korsan masallarını sevmem ki. | The Fall-1 | 2006 | |
| You're the one who asked for a pirate story. | Korsan hikâyesi isteyen sendin. Korsan masalı anlat, diyen sendin. Korsan masalı anlat, diyen sendin. | The Fall-1 | 2006 | |
| No. Yes, you did. | Hayır. Evet, istedin. Demedim. Evet, dedin. Demedim. Evet, dedin. | The Fall-1 | 2006 | |
| I just wanted to know if your friend was a pirate. | Ben sadece arkadaşın korsan mı diye merak ettim. Arkadaşın korsan mı diye merak etmiştim sadece. Arkadaşın korsan mı diye merak etmiştim sadece. | The Fall-1 | 2006 | |
| Why? Because he has just one leg. | Neden? Çünkü tek bacağı vardı. Niçin? Çünkü tek bacağı vardı ya. Niçin? Çünkü tek bacağı vardı ya. | The Fall-1 | 2006 | |
| Oh, right. | Ah, doğru. Ha, doğru. Ha, doğru. | The Fall-1 | 2006 | |
| Well, yeah, it's not a pirate story. It's a story about bandits. | Her neyse, bu bir korsan hikâyesi değil. Haydutlarla ilgili bir hikâye. Peki, tamam, bu masal korsanlarla değil haydutlarla ilgili. Peki, tamam, bu masal korsanlarla değil haydutlarla ilgili. | The Fall-1 | 2006 | |
| In fact, our masked hero couldn't even swim. | Aslında maskeli kahramanımız yüzmesini bile bilmiyormuş. İşin aslı, maskeli kahramanımız yüzme bile bilmiyordu. İşin aslı, maskeli kahramanımız yüzme bile bilmiyordu. | The Fall-1 | 2006 | |
| I need to learn to swim. | Yüzmeyi öğrenmem lazım. Yüzmeyi öğrenmem şart. Yüzmeyi öğrenmem şart. | The Fall-1 | 2006 | |
| Finally, very little was known about the gap toothed Masked Bandit. | Dişlerinin arası açık Maskeli Haydut hakkında çok az şey biliniyormuş. Sonuncusu ise, hakkında çok az şey bilinen aralık dişli Maskeli Haydut'tu. Sonuncusu ise, hakkında çok az şey bilinen aralık dişli Maskeli Haydut'tu. | The Fall-1 | 2006 | |
| Like my father? Yes, your father. | Babam gibi miymiş? Evet, baban gibi. Babam gibi mi? Evet, baban gibi. Babam gibi mi? Evet, baban gibi. | The Fall-1 | 2006 | |
| Except that he and his twin brother, the Blue Bandit, | Bilinen tek şey o ve ikiz kardeşinin, yani Mavi Çete’nin... Ancak, o ve ikiz kardeşi Mavi Haydut... Ancak, o ve ikiz kardeşi Mavi Haydut... | The Fall-1 | 2006 | |
| had escaped execution from the Spanish Governor Odious. | ...İspanyol Vali Odious tarafından idam edilmek üzereyken kaçmalarıymış. ...İspanyol Vali Odious'un ölüm cezasından kaçmışlardı. ...İspanyol Vali Odious'un ölüm cezasından kaçmışlardı. | The Fall-1 | 2006 | |
| Knowing that their chances of survival were better apart | Birbirlerinden ayrıyken kurtulma şansları daha yüksek... Yalnız başlarına kurtulma şanslarının daha fazla olduğunu bildiklerinden... Yalnız başlarına kurtulma şanslarının daha fazla olduğunu bildiklerinden... | The Fall-1 | 2006 | |
| the two brothers separated | ...olduğundan Vali Odious’ı... ...iki kardeş birbirlerinden ayrılmışlardı. ...iki kardeş birbirlerinden ayrılmışlardı. | The Fall-1 | 2006 | |
| swearing that they would kill Governor Odious. | ...öldüreceklerine yemin ederek yollarını ayırmışlar. Vali Odious'u öldüreceklerine ant içmişlerdi. Vali Odious'u öldüreceklerine ant içmişlerdi. | The Fall-1 | 2006 | |
| We must conceive a plan! | Bir plan yapmalıyız! Bir plan yapmak zorundayız. Bir plan yapmak zorundayız. | The Fall-1 | 2006 | |
| I need to get off this island, and rescue my twin brother. | Bu adadan kurtulup ikiz kardeşimi kurtarmalıyım. Bu adadan ayrılıp ikiz kardeşimi kurtarmalıyım. Bu adadan ayrılıp ikiz kardeşimi kurtarmalıyım. | The Fall-1 | 2006 |