Search
English Turkish Sentence Translations Page 177305
| English | Turkish | Film Name | Film Year | |
| And two California gold pieces that he carried in his trouser band. | Bir de pantolonunda taşıdığı iki adet Kaliforniya altın sikkesini. ...iki California altınını almış. ...iki California altınını almış. | True Grit-2 | 2010 | |
| When Papa tried to intervene. | Babam engellemeye çalıştığında... Babam araya girmeye çalıştığında... Babam araya girmeye çalıştığı sırada Chaney onu vurmuş. Babam araya girmeye çalıştığında... Babam araya girmeye çalıştığı sırada Chaney onu vurmuş. Babam araya girmeye çalıştığında... Babam araya girmeye çalıştığı sırada Chaney onu vurmuş. Babam araya girmeye çalıştığı sırada Chaney onu vurmuş. | True Grit-2 | 2010 | |
| You must pay for everything in this world, one way or another. | Bu dünyada yaptığın her şeyin bedelini ödersin, öyle ya da böyle. Bu dünyada, öyle ya da böyle yaptığın her şeyin hesabını verirsin. Bu dünyada, öyle ya da böyle yaptığın her şeyin hesabını verirsin. Bu dünyada, öyle ya da böyle yaptığın her şeyin hesabını verirsin. Bu dünyada, öyle ya da böyle yaptığın her şeyin hesabını verirsin. Bu dünyada, öyle ya da böyle yaptığın her şeyin hesabını verirsin. Bu dünyada, öyle ya da böyle yaptığın her şeyin hesabını verirsin. Bu dünyada, öyle ya da böyle yaptığın her şeyin hesabını verirsin. | True Grit-2 | 2010 | |
| The quality of the casket. | Tabutun kalitesi. Tabutun kalitesinden ve mumyalamadan dolayı. Tabutun kalitesinden ve mumyalama işinden dolayı. Tabutun kalitesinden ve mumyalamadan dolayı. Tabutun kalitesinden ve mumyalama işinden dolayı. Tabutun kalitesinden ve mumyalamadan dolayı. Tabutun kalitesinden ve mumyalama işinden dolayı. Tabutun kalitesinden ve mumyalama işinden dolayı. | True Grit-2 | 2010 | |
| And the chemicals come dear, the particulars are in your bill. | Ve kimyasallar geçicidir tatlım, Moleküller kalır geriye. Kimyasallar da detaylı bir şekilde faturanıza yazıldı. Kimyasallar da pahalıya gelir, hepsi detaylı bir şekilde faturaya yazıldı. Kimyasallar da detaylı bir şekilde faturanıza yazıldı. Kimyasallar da pahalıya gelir, hepsi detaylı bir şekilde faturaya yazıldı. Kimyasallar da detaylı bir şekilde faturanıza yazıldı. Kimyasallar da pahalıya gelir, hepsi detaylı bir şekilde faturaya yazıldı. Kimyasallar da pahalıya gelir, hepsi detaylı bir şekilde faturaya yazıldı. | True Grit-2 | 2010 | |
| If you'd like to kiss him, It would be all right. | İstersen onu öpebilirsin. Onu öpmek istersen sorun olmaz. Öpmek istersen sorun olmaz. Öpmek istersen sorun olmaz. Öpmek istersen sorun olmaz. Onu öpmek istersen sorun olmaz. Öpmek istersen sorun olmaz. Öpmek istersen sorun olmaz. | True Grit-2 | 2010 | |
| Well sixty dollars is every cent we have. It leaves nothing for our board. | Pekâla tüm paramız 60 dolar. Geriye yol paramız kalmıyor. Sadece 60 dolarımız var. Trene binecek paramız kalmaz. Sadece 60 dolarımız var. Trene binecek paramız kalmaz. Sadece 60 dolarımız var. Trene binecek paramız kalmaz. Sadece 60 dolarımız var. Trene binecek paramız kalmaz. Sadece 60 dolarımız var. Trene binecek paramız kalmaz. Sadece 60 dolarımız var. Trene binecek paramız kalmaz. Sadece 60 dolarımız var. Trene binecek paramız kalmaz. | True Grit-2 | 2010 | |
| Yarnell you can see to the body's transport to the train station, and accompany it home. | Yarnell, tabutun tren istasyonunda aktarılması, sonrasında eve götürülmesi işlemleriyle sen ilgilen. Yarnell cesedin tren istasyonuna nakil işini hallet ve eve kadar eşlik et. Yarnell, cesedin tren istasyonuna nakil işini hallet ve eve kadar eşlik et. Yarnell, cesedin tren istasyonuna nakil işini hallet ve eve kadar eşlik et. Yarnell, cesedin tren istasyonuna nakil işini hallet ve eve kadar eşlik et. Yarnell cesedin tren istasyonuna nakil işini hallet ve eve kadar eşlik et. Yarnell, cesedin tren istasyonuna nakil işini hallet ve eve kadar eşlik et. Yarnell, cesedin tren istasyonuna nakil işini hallet ve eve kadar eşlik et. | True Grit-2 | 2010 | |
| I'll will have to sleep here tonight. | Bu gece burada uyuyacağım. Bu gece burada kalmalıyım. Bu gece burada kalmalıyım. Bu gece burada kalmalıyım. Bu gece burada kalmalıyım. Bu gece burada kalmalıyım. Bu gece burada kalmalıyım. Bu gece burada kalmalıyım. | True Grit-2 | 2010 | |
| I still have to collect father's things and see to some other business. | Babamın evraklarını toplamak ve diğer bazı işleri görmek istiyorum. Babamın eşyalarını toplayıp kalan işlerini halletmem gerekiyor. Babamın eşyalarını toplayıp kalan işlerini halletmem gerekiyor. Babamın eşyalarını toplayıp kalan işlerini halletmem gerekiyor. Babamın eşyalarını toplayıp kalan işlerini halletmem gerekiyor. Babamın eşyalarını toplayıp kalan işlerini halletmem gerekiyor. Babamın eşyalarını toplayıp kalan işlerini halletmem gerekiyor. Babamın eşyalarını toplayıp kalan işlerini halletmem gerekiyor. | True Grit-2 | 2010 | |
| It is business mama doesn't know about. It's all right Yarnell, I dismiss you. | Annemin henüz bilmediği bir iş. Sen endişelenme Yarnell sorumluluğu üzerime alıyorum. Annemin bilmediği işler bunlar. O yüzden Yarnell, gidebilirsin. Annemin bilmediği işler bunlar. Annemin bilmediği işler bunlar. Sorun yok Yarnell, gidebilirsin. Annemin bilmediği işler bunlar. Annemin bilmediği işler bunlar. O yüzden Yarnell, gidebilirsin. Annemin bilmediği işler bunlar. Annemin bilmediği işler bunlar. | True Grit-2 | 2010 | |
| Tell mama not to sign anything until I return home and see that Papa is buried in his Mason's apron. | Anneme söyle ben dönene kadar hiçbir şeyi imzalamasın. Ve babamın iş elbisesiyle gömüldüğünden emin ol. Annem de ki, ben eve dönene kadar hiçbir şey imzalamasın... Anneme de ki, ben eve dönene kadar hiçbir şey imzalamasın... Anneme de ki, ben eve dönene kadar hiçbir şey imzalamasın... Anneme de ki, ben eve dönene kadar hiçbir şey imzalamasın... Annem de ki, ben eve dönene kadar hiçbir şey imzalamasın... Anneme de ki, ben eve dönene kadar hiçbir şey imzalamasın... Anneme de ki, ben eve dönene kadar hiçbir şey imzalamasın... | True Grit-2 | 2010 | |
| These people? I'm expecting three more souls. | Hangi insanlar? Üç ceset daha gelecek. Bu insanlar mı? Üç ruh daha bekliyorum. Bu insanlar mı? Üç ruh daha bekliyorum. Bu insanlar mı? Üç ruh daha bekliyorum. Bu insanlar mı? Üç ruh daha bekliyorum. Bu insanlar mı? Üç ruh daha bekliyorum. Bu insanlar mı? Üç ruh daha bekliyorum. Bu insanlar mı? Üç ruh daha bekliyorum. | True Grit-2 | 2010 | |
| Sullivan, Smith, and His tongue in the rain. | Sutherland, Smith, ve Kızılderili dilinde konuşan adam. Sutherland, Smith ve Diline Yağmur Düşen Sutherland, Smith ve Diline Yağmur Düşen Sutherland, Smith ve Diline Yağmur Düşen Sutherland, Smith ve Diline Yağmur Düşen Sutherland, Smith ve Diline Yağmur Düşen Sutherland, Smith ve Diline Yağmur Düşen Sutherland, Smith ve Diline Yağmur Düşen | True Grit-2 | 2010 | |
| Ladies and gentlemen, beware. | Bayanlar baylar farkına varın. Beyler ve bayanlar, uyanık olun... Beyler ve bayanlar, uyanık olun... Beyler ve bayanlar, uyanık olun... Beyler ve bayanlar, uyanık olun... Beyler ve bayanlar, uyanık olun... Beyler ve bayanlar, uyanık olun... Beyler ve bayanlar, uyanık olun... | True Grit-2 | 2010 | |
| And train up your children in the way that they should go. | Ve çocuklarınızı olması gerektiği şekilde eğitin. ...ve evlatlarınızı yaşayacakları hayat konusunda eğitin. Bu insanlar mı? Üç ruh daha bekliyorum. ...ve evlatlarınızı yaşayacakları hayat konusunda eğitin. ...ve evlatlarınızı yaşayacakları hayat konusunda eğitin. ...ve evlatlarınızı yaşayacakları hayat konusunda eğitin. ...ve evlatlarınızı yaşayacakları hayat konusunda eğitin. ...ve evlatlarınızı yaşayacakları hayat konusunda eğitin. ...ve evlatlarınızı yaşayacakları hayat konusunda eğitin. | True Grit-2 | 2010 | |
| You see what has become of me. | Benim ne halde olduğumu görüyorsunuz. Başıma ne geldiğini görüyorsunuz. Başıma ne geldiğini görüyorsunuz. Başıma ne geldiğini görüyorsunuz. Başıma ne geldiğini görüyorsunuz. Başıma ne geldiğini görüyorsunuz. Başıma ne geldiğini görüyorsunuz. Başıma ne geldiğini görüyorsunuz. | True Grit-2 | 2010 | |
| In a triffiling quarrel over a pocket knife. | Saçma sapan bir kavgada, çakıyla. Bir çakı üzerine yapılmış gereksiz bir ağız dalaşıydı. Bir çakıyla sonlanmış gereksiz bir ağız dalaşıydı. Bir çakı üzerine yapılmış gereksiz bir ağız dalaşıydı. Bir çakıyla sonlanmış gereksiz bir ağız dalaşıydı. Bir çakı üzerine yapılmış gereksiz bir ağız dalaşıydı. Bir çakıyla sonlanmış gereksiz bir ağız dalaşıydı. Bir çakıyla sonlanmış gereksiz bir ağız dalaşıydı. | True Grit-2 | 2010 | |
| If I had received good instruction as a child... | Küçükken beni eğitmiş olsalardı… Çocukluğumda iyi bir eğitim alsaydım... Çocukluğumda iyi bir eğitim alsaydım... Çocukluğumda iyi bir eğitim alsaydım... Çocukluğumda iyi bir eğitim alsaydım... Çocukluğumda iyi bir eğitim alsaydım... Çocukluğumda iyi bir eğitim alsaydım... Çocukluğumda iyi bir eğitim alsaydım... | True Grit-2 | 2010 | |
| Can you point out the sheriff? | Şerifi gösterebilir misiniz? Şerif'i gösterebilir misiniz? Bıyıklı olan. Şerif'i gösterebilir misiniz? Bıyıklı olan. Şerif'i gösterebilir misiniz? Bıyıklı olan. Şerif'i gösterebilir misiniz? Bıyıklı olan. Şerif'i gösterebilir misiniz? Bıyıklı olan. Şerif'i gösterebilir misiniz? Bıyıklı olan. Şerif'i gösterebilir misiniz? Bıyıklı olan. | True Grit-2 | 2010 | |
| I killed the wrong man, as the which of why I'm here. | Yanlış adamı öldürdüm, burada olmamın sebebi de bu. Yanlış adamı öldürdüğüm için buradayım. Yanlış adamı öldürdüğüm için buradayım. Yanlış adamı öldürdüğüm için buradayım. Yanlış adamı öldürdüğüm için buradayım. Yanlış adamı öldürdüğüm için buradayım. Yanlış adamı öldürdüğüm için buradayım. Yanlış adamı öldürdüğüm için buradayım. | True Grit-2 | 2010 | |
| Indian: Before I am hanged, I would like to say. Although... | Asılmadan önce şunu söylemek isterim... Asılmadan önce, şunu söylemek istiyorum Asılmadan önce, şunu söylemek istiyorum Asılmadan önce, şunu söylemek istiyorum Asılmadan önce, şunu söylemek istiyorum Asılmadan önce, şunu söylemek istiyorum Asılmadan önce, şunu söylemek istiyorum Asılmadan önce, şunu söylemek istiyorum | True Grit-2 | 2010 | |
| Ain't caught up to him, he lit out for the territory. | Ona yetişmişlerdi ama sınırı geçmeyi başardı. Ona yetişmişler ama topraklarımızın dışına kaçmış. Ona yetişmişler ama topraklarımızın dışına kaçmış. Ona yetişmişler ama topraklarımızın dışına kaçmış. | True Grit-2 | 2010 | |
| I would think that he's thrown in with Lucky Ned Pepper, who's gang robbed a | Bana kalırsa Şanslı Ned Pepper’la bir bağlantısı vardır Adamın çetesi onu soymuş. Sanırım Şanslı Ned Peper'a katılmıştır. Daha dün, çetesi... Sanırım dün Poteau nehri yakınlarındaki posta arabasını soyan... Sanırım kendisini soyan Şanslı Ned Peper'a katılmıştır. Daha dün, çetesi... Sanırım dün Poteau nehri yakınlarındaki posta arabasını soyan... Sanırım Şanslı Ned Peper'a katılmıştır. Daha dün, çetesi... Sanırım dün Poteau nehri yakınlarındaki posta arabasını soyan... Sanırım dün Poteau nehri yakınlarındaki posta arabasını soyan... | True Grit-2 | 2010 | |
| Tom Chaney is the business of the U.S Marshall�s now. | Tom Chaney ile ABD polis teşkilatının şefi ilgileniyor şu anda. Tom Chaney'i bulmak artık Amerikan Marşalları'nın işi. Tom Chaney'i bulmak artık Amerikan Federal Şerifleri'nin işi. Tom Chaney'i bulmak artık Amerikan Marşalları'nın işi. Tom Chaney'i bulmak artık Amerika Yardımcı Şerifleri'nin işi. Tom Chaney'i bulmak artık Amerikan Marşalları'nın işi. Tom Chaney'i bulmak artık Amerika Yardımcı Şerifleri'nin işi. Tom Chaney'i bulmak artık Amerika Yardımcı Şerifleri'nin işi. | True Grit-2 | 2010 | |
| Not soon, I'm afraid, the Marshall�s are not well staffed. | Üzgünüm ama yakın zamanda değil. Polis şefinin yeteri kadar adamı yok. Korkarım ki yakın zamanda olmaz, Amerikan Marşal kadrosu çok zayıf. Korkarım ki yakın zamanda olmaz. Federal Şerifler'in kadrosu çok zayıf. Korkarım ki yakın zamanda olmaz, Amerikan Marşal kadrosu çok zayıf. Korkarım ki yakın zamanda olmaz. Yardımcı Şerifler'in kadrosu çok zayıf. Korkarım ki yakın zamanda olmaz, Amerikan Marşal kadrosu çok zayıf. Korkarım ki yakın zamanda olmaz. Yardımcı Şerifler'in kadrosu çok zayıf. Korkarım ki yakın zamanda olmaz. Yardımcı Şerifler'in kadrosu çok zayıf. | True Grit-2 | 2010 | |
| And I'll tell you, frankly, Chaney's at the end of a long list of fugitives and malefactors. | Ve itiraf etmeliyim ki Chaney kaçak suçlular listesinin son sıralarında. Açıkçası, Chaney kaçaklar ve suçlulardan oluşan uzunca bir listenin sonunda. Açıkçası, Chaney kaçaklar ve suçlulardan oluşan uzunca bir listenin sonunda. Açıkçası, Chaney kaçaklar ve suçlulardan oluşan uzunca bir listenin sonunda. Açıkçası, Chaney kaçaklar ve suçlulardan oluşan uzunca bir listenin sonunda. Açıkçası, Chaney kaçaklar ve suçlulardan oluşan uzunca bir listenin sonunda. Açıkçası, Chaney kaçaklar ve suçlulardan oluşan uzunca bir listenin sonunda. Açıkçası, Chaney kaçaklar ve suçlulardan oluşan uzunca bir listenin sonunda. | True Grit-2 | 2010 | |
| Could I hire a Marshall to pursue Tom Chaney? | Tom Chaney’nin izini sürmesi için bir polis şefi tutabilir miyim? Tom Chaney'nin peşinden gitmesi için bir Marşal kiralayabilir miyim? Tom Chaney'nin peşinden gitmesi için bir Federal Şerif kiralayabilir miyim? Tom Chaney'nin peşinden gitmesi için bir Marşal kiralayabilir miyim? Tom Chaney'nin peşinden gitmesi için bir Yardımcı Şerif kiralayabilir miyim? Tom Chaney'nin peşinden gitmesi için bir Marşal kiralayabilir miyim? Tom Chaney'nin peşinden gitmesi için bir Yardımcı Şerif kiralayabilir miyim? Tom Chaney'nin peşinden gitmesi için bir Yardımcı Şerif kiralayabilir miyim? | True Grit-2 | 2010 | |
| All alone. Well I am the person for it. | Tek başına? Bunu anca ben yaparım. Tek başına. Bunu yapabilecek biriyim. Tek başına mı? Benim yapmam gerek. Tek başına. Bunu yapabilecek biriyim. Tek başına mı? Benim yapmam gerek. Tek başına. Bunu yapabilecek biriyim. Tek başına mı? Benim yapmam gerek. Tek başına mı? Benim yapmam gerek. | True Grit-2 | 2010 | |
| Well, nothing prevents you from offering a reward and so informing the Marshall�s. | Pekâla, kimse seni bu iş için ödül koymaktan ve polis şefine bunu bildirmekten alıkoyamaz. Hiçbir şey seni Marşal'ları bilgilendirmekten ve ona ödül teklif etmekten alıkoyamaz. Hiçbir şey seni bir ödül koymaktan ve... Hiçbir şey seni bir ödül sunmaktan ve Marşal'ları bilgilendirmekten alıkoyamaz. Hiçbir şey seni bir ödül koymaktan ve... Hiçbir şey seni Marşal'ları bilgilendirmekten ve ona ödül teklif etmekten alıkoyamaz. Hiçbir şey seni bir ödül koymaktan ve... Hiçbir şey seni bir ödül koymaktan ve... | True Grit-2 | 2010 | |
| You�d have to pay real money though, to be persuasive. | Ben olsam nakit öderdim, daha cazip olması açısından. İkna edici olman için gerçek para veririm. Ben olsam ikna edici olmak için çok para teklif ederdim. İkna edici olmak için gerçek para verirdim. Ben olsam ikna edici olmak için çok para teklif ederdim. İkna edici olman için gerçek para veririm. Ben olsam ikna edici olmak için çok para teklif ederdim. Ben olsam ikna edici olmak için çok para teklif ederdim. | True Grit-2 | 2010 | |
| Sheriff: Chaney's across the river, in Choctaw nation. | Chaney nehrin karşısında, Choctaw’da. Chaney nehrin karşısındaki Choctaw Nation'da. Chaney, nehrin karşısındaki Choctaw topraklarında. Chaney nehrin karşısındaki Choctaw Nation'da. Chaney, nehrin karşısındaki Choctaw topraklarında. Chaney nehrin karşısındaki Choctaw Nation'da. Chaney, nehrin karşısındaki Choctaw topraklarında. Chaney, nehrin karşısındaki Choctaw topraklarında. | True Grit-2 | 2010 | |
| I will see to the money. Who's the best Marshall? | Paranın icabına bakarım. En iyi polis şefi kim? Paraları görelim. En iyi Marşal kim? Para işini hallederim. En iyi Federal Şerif kim? Para işini hallederim. En iyi Marşal kim? Para işini hallederim. En iyi Yardımcı Şerif kim? Paraları görelim. En iyi Marşal kim? Para işini hallederim. En iyi Yardımcı Şerif kim? Para işini hallederim. En iyi Yardımcı Şerif kim? | True Grit-2 | 2010 | |
| I'd have to weigh that. | Bu soruya cevap vermek güç. Bir düşüneyim. Bir düşüneyim. William Waters, en iyi iz sürücüdür. Bir düşüneyim. William Waters, en iyi iz sürücüdür. Bir düşüneyim. William Waters, en iyi iz sürücüdür. Bir düşüneyim. Bir düşüneyim. William Waters, en iyi iz sürücüdür. Bir düşüneyim. William Waters, en iyi iz sürücüdür. | True Grit-2 | 2010 | |
| He's half Comanche, and it is something to see him cut for signs. | Yarı Comanche’dir, ve onunla iş yapmak her yiğidin harcı değildir. Adam yarı Komançi ve onu iz sürerken izlemek apayrı bir şey. Adam yarı Komançi ve onu iz sürerken izlemek apayrı bir şey. Adam yarı Komançi ve onu iz sürerken izlemek apayrı bir şey. Adam yarı Komançi ve onu iz sürerken izlemek apayrı bir şey. Adam yarı Komançi ve onu iz sürerken izlemek apayrı bir şey. Adam yarı Komançi ve onu iz sürerken izlemek apayrı bir şey. Adam yarı Komançi ve onu iz sürerken izlemek apayrı bir şey. | True Grit-2 | 2010 | |
| He is a pitiless man. Double tough. Fear don't enter into his thinking. | Hiç insafı yoktur. Duble serttir. Korku aklının ucundan bile geçmez. Merhametsiz biridir, baş belasıdır. Korku onun kafasına girmez. Merhametsizdir. İki kat serttir. Korku onun kafasına girmez. Merhametsiz biridir, iki kat serttir. Korku onun kafasına girmez. Merhametsiz biridir, iki kat serttir. Korku onun kafasına girmez. Merhametsiz biridir, baş belasıdır. Korku onun kafasına girmez. Merhametsiz biridir, iki kat serttir. Korku onun kafasına girmez. Merhametsiz biridir, iki kat serttir. Korku onun kafasına girmez. | True Grit-2 | 2010 | |
| Hmm, he loves to pull cork. | Sayısız leşi var. Mantarı çok sever. Ayrıca içkiye de bayılır. Ama çok içer. Tetiği çekmeyi çok sever. Mantarı çok sever. Tetiği çekmeyi çok sever. Tetiği çekmeyi çok sever. | True Grit-2 | 2010 | |
| Now he may let one slip by, | Şu sıralar bazılarını azat ediyor olabilir. Ara sıra ağzından kaçırmış olabilir... Ara sıra ağzından kaçırmış olabilir... | True Grit-2 | 2010 | |
| There is no clock on my business. | Benim işime kimse burnunu sokamaz. Benim işim kimseyi ilgilendirmez. İşimin saati yok! Benim işim kimseyi ilgilendirmez. İşimin saati yok! Benim işim kimseyi ilgilendirmez. İşimin saati yok! İşimin saati yok! | True Grit-2 | 2010 | |
| The hell with you. How did you stalk me here? | Canın cehenneme. Benim burada olduğumu nerden bildin? Cehennem ol. Burada olduğumu nereden bildin? Cehennem ol. Burada olduğumu nereden bildin? Cehennem ol. Burada olduğumu nereden bildin? Cehennem ol. Burada olduğumu nereden bildin? Cehennem ol. Burada olduğumu nereden bildin? Cehennem ol. Burada olduğumu nereden bildin? Cehennem ol. Burada olduğumu nereden bildin? | True Grit-2 | 2010 | |
| The saloon had referred me here, we must talk. | Ordan da burada olduğunuzu öğrendim, konuşmamız gerek. Bardakiler buraya gönderdi, konuşmalıyız. Bardakiler buraya gönderdi, konuşmalıyız. Bardakiler buraya gönderdi, konuşmalıyız. Bardakiler buraya gönderdi, konuşmalıyız. Bardakiler buraya gönderdi, konuşmalıyız. Bardakiler buraya gönderdi, konuşmalıyız. Bardakiler buraya gönderdi, konuşmalıyız. | True Grit-2 | 2010 | |
| Women ain't allowed in the saloon. | Kadınlar bara giremez. Kadınların bara girmesi yasaktır. Kadınların bara girmesi yasaktır. Kadınların bara girmesi yasaktır. Kadınların bara girmesi yasaktır. Kadınların bara girmesi yasaktır. Kadınların bara girmesi yasaktır. Kadınların bara girmesi yasaktır. | True Grit-2 | 2010 | |
| If you would like to sleep in a coffin, I would be honored. | Bir tabutun içinde uyumak istersen, hiç sorun değil. Bir tabutun içinde uyumak istersen, sorun olmaz. Bir tabutun içinde uyumak istersen, sorun olmaz. Bir tabutun içinde uyumak istersen, sorun olmaz. Bir tabutun içinde uyumak istersen, sorun olmaz. Bir tabutun içinde uyumak istersen, sorun olmaz. Bir tabutun içinde uyumak istersen, sorun olmaz. Bir tabutun içinde uyumak istersen, sorun olmaz. | True Grit-2 | 2010 | |
| Nine and a half, for low and middlin' and ten for ordinary. | Küçük ve orta boy için dokuz buçuk, normal için on. Küçük ve orta paketler için dokuz buçuk, normaller için de on. Küçük ve orta paketler için dokuz buçuk, normaller için de on. Küçük ve orta paketler için dokuz buçuk, normaller için de on. Küçük ve orta paketler için dokuz buçuk, normaller için de on. Küçük ve orta paketler için dokuz buçuk, normaller için de on. Küçük ve orta paketler için dokuz buçuk, normaller için de on. Küçük ve orta paketler için dokuz buçuk, normaller için de on. | True Grit-2 | 2010 | |
| We got most of ours out early, | İşte bu sürpriz oldu, gerçekten. Ben de şaşıracağımı sanmıştım. Çoğunu elimizden çıkarttık. Ben de şaşıracağımı sanmıştım. Çoğunu elimizden çıkarttık. Ben de şaşıracağımı sanmıştım. Çoğunu elimizden çıkarttık. Çoğunu elimizden çıkarttık. | True Grit-2 | 2010 | |
| and sold to the Woodson brothers in Little Rock for eleven cents. | Little Rock’ta Witzen kardeşlere on bir sentten sattım. Little Rock'daki Witzen kardeşlere on bir sentten satmıştım. Little Rock'taki Woodson kardeşlere on bir sentten satmıştım. Little Rock'daki Witzen kardeşlere on bir sentten satmıştım. Little Rock'taki Woodson kardeşlere on bir sentten satmıştım. Little Rock'daki Witzen kardeşlere on bir sentten satmıştım. Little Rock'taki Woodson kardeşlere on bir sentten satmıştım. Little Rock'taki Woodson kardeşlere on bir sentten satmıştım. | True Grit-2 | 2010 | |
| I did take the balance to Woodson. | Witzenlar’a daha makul fiyattan da veririm tabii. Witzen kardeşlere satacağım. Woodson kardeşlerle anlaştık... Witzen kardeşlere satacağım. Woodson kardeşlerle anlaştık... Witzen kardeşlere satacağım. Woodson kardeşlerle anlaştık... Woodson kardeşlerle anlaştık... | True Grit-2 | 2010 | |
| Why'd you come here to tell me this? | Bana buraya bunu söylemeye mi geldin? Bana bunu söylemek için mi buraya geldin? Bana bunu söylemek için mi buraya geldin? Bana bunu söylemek için mi buraya geldin? Bana buraya bunu söylemeye mi geldin? Bana bunu söylemek için mi buraya geldin? | True Grit-2 | 2010 | |
| I thought we might shop around up here next year but I guess we're doing all right in Little Rock. | Biraz piyasa araştırması yapabileceğimi düşündüm. Little Rock’ta işlerim gayet iyi. Gelecek yıl için alışveriş yapayım dedim. Little Rock'a göre daha uygun bir yer. Gelecek yıl burada satarız diye düşündüm ama sanırım Little Rock'ta iyiyiz. Little Rock'taki işlerim iyi gittiğinden dükkanları dolaşayım dedim. Gelecek yıl burada satarız diye düşündüm ama sanırım Little Rock'ta iyiyiz. Gelecek yıl için alışveriş yapayım dedim. Little Rock'a göre daha uygun bir yer. Gelecek yıl burada satarız diye düşündüm ama sanırım Little Rock'ta iyiyiz. Gelecek yıl burada satarız diye düşündüm ama sanırım Little Rock'ta iyiyiz. | True Grit-2 | 2010 | |
| With his manly qualities. He was a close trader, but he acted a gentleman. | Delikanlılığıyla. Sıkı pazarlıkçıydı ama tam bir centilmendi. | True Grit-2 | 2010 | |
| My proposal was to sell those ponies back to you, that my father brought. | Babamın sizden aldığı midillileri size satmak için istiyorum. Babamın aldığı midillileri size iade etmek istiyorum. Babamın aldığı midillileri size iade etmek istiyorum. Babamın aldığı midillileri size iade etmek istiyorum. Babamın aldığı midillileri size iade etmek istiyorum. Babamın aldığı midillileri size iade etmek istiyorum. Babamın aldığı midillileri size iade etmek istiyorum. Babamın aldığı midillileri size iade etmek istiyorum. | True Grit-2 | 2010 | |
| I will see that they are shipped to you, at my earliest convenience. | Müsait olduğum en erken vakitte size gönderilmesini sağlayacağım. En kısa zamanda size yollayacağız. En kısa zamanda size yollayacağız. En kısa zamanda size yollayacağız. | True Grit-2 | 2010 | |
| And there's an end to it. I have the bill of sale. | Ayrıca işlem tamamlandı. Elimde satış faturası var. İş yapıldı, fatura kesildi artık. İş yapıldı, fatura kesildi artık. İş yapıldı, fatura kesildi artık. İş yapıldı, fatura kesildi artık. İş yapıldı, fatura kesildi artık. İş yapıldı, fatura kesildi artık. İş yapıldı, fatura kesildi artık. | True Grit-2 | 2010 | |
| And I want $300 for Papa's saddle horse that was stolen from your stable. | Ve babamın, sizin haranızdan çalınan atı için de 300 dolar istiyorum. Ben de sizin ahırınızdan çalınan babamın binek atı için 300 dolar istiyorum. Ayrıca ahırınızdan çalınan babamın binek atı için 300 dolar istiyorum. Ben de sizin ahırınızdan çalınan babamın binek atı için 300 dolar istiyorum. Ayrıca ahırınızdan çalınan babamın binek atı için 300 dolar istiyorum. Ben de sizin ahırınızdan çalınan babamın binek atı için 300 dolar istiyorum. Ayrıca ahırınızdan çalınan babamın binek atı için 300 dolar istiyorum. Ayrıca ahırınızdan çalınan babamın binek atı için 300 dolar istiyorum. | True Grit-2 | 2010 | |
| You were responsible. | Siz sorumluydunuz. | True Grit-2 | 2010 | |
| Yeah, I admire your sand. | Evet çabanı takdir ediyorum. Evet, azminize hayran kaldım. Evet, azminize hayran kaldım. Evet, azminize hayran kaldım. Evet, azminize hayran kaldım. Evet, azminize hayran kaldım. Evet, azminize hayran kaldım. Evet, azminize hayran kaldım. | True Grit-2 | 2010 | |
| But I believe you will find I'm not liable for such claims. | Ama eminim bu tarz şeylerde benim mesuliyet taşımadığımı yakında anlayacaksın. Ama böyle iddialara karşı sorumlu olmadığımı düşünüyorum. Ama böyle iddialara karşı sorumlu olmadığımı düşünüyorum. Ama böyle iddialara karşı sorumlu olmadığımı düşünüyorum. Ama böyle iddialara karşı sorumlu olmadığımı düşünüyorum. Ama böyle iddialara karşı sorumlu olmadığımı düşünüyorum. Ama böyle iddialara karşı sorumlu olmadığımı düşünüyorum. Ama böyle iddialara karşı sorumlu olmadığımı düşünüyorum. | True Grit-2 | 2010 | |
| If you were a bank that were robbed. You could not simply tell your depositors to go hang. | Soyulan bir bankanın sahibi olsanız, mudilere gidip kendilerini asmalarını söyleyemezsiniz. Bankanız soyulmuşsa mudilerinizi öylece başınızdan savamazsınız. Bankanız soyulmuşsa mudilerinizi öylece başınızdan savamazsınız. Bankanız soyulmuşsa mudilerinizi öylece başınızdan savamazsınız. Bankanız soyulmuşsa mudilerinizi öylece başınızdan savamazsınız. Bankanız soyulmuşsa mudilerinizi öylece başınızdan savamazsınız. Bankanız soyulmuşsa mudilerinizi öylece başınızdan savamazsınız. Bankanız soyulmuşsa mudilerinizi öylece başınızdan savamazsınız. | True Grit-2 | 2010 | |
| Secondly your evaluation of the horse is high. | İkincisi, ata biçtiğin değer fazla. İkincisi, at için biçtiğiniz değer çok fazla. İkincisi, at için biçtiğiniz değer çok fazla. İkincisi, at için biçtiğiniz değer çok fazla. İkincisi, at için biçtiğiniz değer çok fazla. İkincisi, at için biçtiğiniz değer çok fazla. İkincisi, at için biçtiğiniz değer çok fazla. İkincisi, at için biçtiğiniz değer çok fazla. | True Grit-2 | 2010 | |
| If anything, my purse is low. | Hatta düşününce teklifim düşük bile. Aslında, biçtiğim değer az bile. Aslında, biçtiğim değer az bile. Aslında, biçtiğim değer az bile. Aslında, biçtiğim değer az bile. Aslında, biçtiğim değer az bile. Aslında, biçtiğim değer az bile. Aslında, biçtiğim değer az bile. | True Grit-2 | 2010 | |
| My Judy is a fine racing mare. | Bizim Judy’miz tam bir yarış kısrağıdır. | True Grit-2 | 2010 | |
| I've seen her jump an eight rail fence with a heavy rider. I am fourteen. | 1.68’lik jokeyle sekiz basamaklı engeli atladığını gördüm. Judy'nin 14 yaşındaki bir biniciyle 8 çitten atladığını gördüm. Ağır bir biniciyle 8 çitten atladığını gördüm. 14 yaşındayım. Judy'nin 14 yaşındaki bir biniciyle 8 çitten atladığını gördüm. Ağır bir biniciyle 8 çitten atladığını gördüm. 14 yaşındayım. Judy'nin 14 yaşındaki bir biniciyle 8 çitten atladığını gördüm. Ağır bir biniciyle 8 çitten atladığını gördüm. 14 yaşındayım. Ağır bir biniciyle 8 çitten atladığını gördüm. 14 yaşındayım. | True Grit-2 | 2010 | |
| Oh, it's all very interesting. | Oh, bunlar gerçekten çok ilginç. Çok ilginçmiş. Çok ilginçmiş. Çok ilginçmiş. Çok ilginçmiş. Çok ilginçmiş. Çok ilginçmiş. Çok ilginçmiş. | True Grit-2 | 2010 | |
| Your father's horse was stolen by a murderous criminal. | Babanın atı bir katil zanlısı tarafından çalındı. Babanızın atı ölümcül bir suçlu tarafından çalındı. Babanızın atı ölüm saçan bir suçlu tarafından çalındı. Babanızın atı ölümcül bir suçlu tarafından çalındı. Babanızın atı ölüm saçan bir suçlu tarafından çalındı. Babanızın atı ölümcül bir suçlu tarafından çalındı. Babanızın atı ölüm saçan bir suçlu tarafından çalındı. Babanızın atı ölüm saçan bir suçlu tarafından çalındı. | True Grit-2 | 2010 | |
| My watchman had his teeth knocked out, and can take only soup. | Bekçimin dişlerini yerden topladık, takımında halâ izleri var. Bekçimin dişi kırıldı, onun davasını da üstlenebilirsin. Bekçimin dişi kırıldı ve sadece çorba içebiliyor. Bekçimin dişi kırıldı, onun davasını da üstlenebilirsin. Bekçimin dişi kırıldı ve sadece çorba içebiliyor. Bekçimin dişi kırıldı, onun davasını da üstlenebilirsin. Bekçimin dişi kırıldı ve sadece çorba içebiliyor. Bekçimin dişi kırıldı ve sadece çorba içebiliyor. | True Grit-2 | 2010 | |
| I will take it to law. | O zaman bunu mahkemeye taşırım. Öyleyse mahkemeye giderim. Ortada dava falan yok. Öyleyse mahkemeye giderim. Ortada dava falan yok. Öyleyse mahkemeye giderim. Ortada dava falan yok. Öyleyse mahkemeye giderim. Ortada dava falan yok. Öyleyse mahkemeye giderim. Ortada dava falan yok. Öyleyse mahkemeye giderim. Ortada dava falan yok. Öyleyse mahkemeye giderim. Ortada dava falan yok. | True Grit-2 | 2010 | |
| You have no case. | Dava açma hakkın bile yok. | True Grit-2 | 2010 | |
| Lawyer J. Noble Daggett of Dardanell Arkansas | Mağdur ve yerime dava açacak kimse yok. Avukatım J.Noble Daggett farklı düşünüyor. Buna jüri karar verir. Belki de Dardanelle, Arkansas'tan avukatım J.Noble Daggett farklı düşünüyor olabilir. Avukatım J.Noble Daggett farklı düşünüyor. Buna jüri karar verir. Belki de Dardanelle, Arkansas'tan avukatım J.Noble Daggett farklı düşünüyor olabilir. Avukatım J.Noble Daggett farklı düşünüyor. Buna jüri karar verir. Belki de Dardanelle, Arkansas'tan avukatım J.Noble Daggett farklı düşünüyor olabilir. Belki de Dardanelle, Arkansas'tan avukatım J.Noble Daggett farklı düşünüyor olabilir. | True Grit-2 | 2010 | |
| I will pay two hundred dollars to your fathers estate. | Hepsi için iki yüz dolar vermeyi kabul ederim. Babanın malları için 200 dolar öderim. Babanızın atı için 200 dolar öderim. Babanın malları için 200 dolar öderim. Babanızın atı için 200 dolar öderim. Babanın malları için 200 dolar öderim. Babanızın atı için 200 dolar öderim. Babanızın atı için 200 dolar öderim. | True Grit-2 | 2010 | |
| absolving me of all liability from the beginning of the world to today. | benden çıktığına dair avukattan alınmış yazılı bir belge elimde olduğu zaman. ...size karşı olan bütün mesuliyetlerimden temize çıktığıma dair bir belge istiyorum. ...size karşı olan bütün mesuliyetlerimden temize çıktığıma dair bir belge istiyorum. ...size karşı olan bütün mesuliyetlerimden temize çıktığıma dair bir belge istiyorum. ...size karşı olan bütün mesuliyetlerimden temize çıktığıma dair bir belge istiyorum. ...size karşı olan bütün mesuliyetlerimden temize çıktığıma dair bir belge istiyorum. ...size karşı olan bütün mesuliyetlerimden temize çıktığıma dair bir belge istiyorum. ...size karşı olan bütün mesuliyetlerimden temize çıktığıma dair bir belge istiyorum. | True Grit-2 | 2010 | |
| I'll take two hundred dollars for Judy, | Judy için iki yüz dolar alırım, Judy için 200 dolar, artı midilliler için 100 dolar... Judy için 200 dolar, artı midilliler için 100 dolar... Judy için 200 dolar, artı midilliler için 100 dolar... Judy için 200 dolar, artı midilliler için 100 dolar... Judy için 200 dolar, artı midilliler için 100 dolar... Judy için 200 dolar, artı midilliler için 100 dolar... Judy için 200 dolar, artı midilliler için 100 dolar... | True Grit-2 | 2010 | |
| He was easily worth, forty. | Rahat kırk eder. Çok rahat 40 dolar ederdi. 325 dolara satarım. Çok rahat 40 dolar ederdi. Toplam 325 dolara satarım. Çok rahat 40 dolar ederdi. 325 dolara satarım. Çok rahat 40 dolar ederdi. Toplam 325 dolara satarım. Çok rahat 40 dolar ederdi. 325 dolara satarım. Çok rahat 40 dolar ederdi. Toplam 325 dolara satarım. Çok rahat 40 dolar ederdi. Toplam 325 dolara satarım. | True Grit-2 | 2010 | |
| That is three hundred and twenty five dollars, sold. | Totalde üç yüz yirmi beş dolara sattım. | True Grit-2 | 2010 | |
| And the price for Judy is three hundred and twenty five dollars. | O halde Judy’nin fiyatı üç yüz yirmi beş dolar. Öyleyse Judy'nin fiyatı 325 dolar. Öyleyse Judy'nin fiyatı 325 dolar. Öyleyse Judy'nin fiyatı 325 dolar. Öyleyse Judy'nin fiyatı 325 dolar. Öyleyse Judy'nin fiyatı 325 dolar. Öyleyse Judy'nin fiyatı 325 dolar. Öyleyse Judy'nin fiyatı 325 dolar. | True Grit-2 | 2010 | |
| I would pay two hundred and twenty five dollars. | İki yüz yirmi beş dolar veririm. Sana 225 dolar öderim ve gri at bende kalır... 225 dolar öderim ve gri at bende kalır... Sana 225 dolar öderim ve gri at bende kalır... 225 dolar öderim ve gri at bende kalır... Sana 225 dolar öderim ve gri at bende kalır... 225 dolar öderim ve gri at bende kalır... 225 dolar öderim ve gri at bende kalır... | True Grit-2 | 2010 | |
| I don't want the ponies. | Midillileri alırım. ...ve midillileri de istiyorum. Bunu kabul edemem. ...ve midillileri de istiyorum. Bunu kabul edemem. ...ve midillileri de istiyorum. Bunu kabul edemem. ...ve midillileri de istiyorum. Bunu kabul edemem. ...ve midillileri de istiyorum. Bunu kabul edemem. ...ve midillileri de istiyorum. Bunu kabul edemem. ...ve midillileri de istiyorum. Bunu kabul edemem. | True Grit-2 | 2010 | |
| I can't accept that. | Bunu kabul etmiyorum. | True Grit-2 | 2010 | |
| There will be no settlement after I leave this office. It will go to law. | Buradan çıkıp mahkemeye gittikten sonra herhangi bir anlaşma olmayacak. Bu ofisten çıkıp mahkemeye gittikten sonra aramızda bir anlaşma olmayacaktır. Bu ofisten çıkıp gittikten sonra aramızda bir anlaşma olmayacak, mahkemeye gideceğim. Bu ofisten çıkıp mahkemeye gittikten sonra aramızda bir anlaşma olmayacaktır. Bu ofisten çıkıp gittikten sonra aramızda bir anlaşma olmayacak, mahkemeye gideceğim. Bu ofisten çıkıp mahkemeye gittikten sonra aramızda bir anlaşma olmayacaktır. Bu ofisten çıkıp gittikten sonra aramızda bir anlaşma olmayacak, mahkemeye gideceğim. Bu ofisten çıkıp gittikten sonra aramızda bir anlaşma olmayacak, mahkemeye gideceğim. | True Grit-2 | 2010 | |
| My Lawyer Dagget will prove ownership of the grey horse. | Şanlı Daniel kır atı senin aldığını duyunca intikam almak için peşine düşecek. Avukat Daggett gri atın bana ait olduğunu ispat eder ve sonra da peşinize düşer. Avukat Daggett gri atın bana ait olduğunu ispat eder sonra da gasp davası açar. Avukat Daggett gri atın bana ait olduğunu ispat eder ve sonra da peşinize düşer. Avukat Daggett gri atın bana ait olduğunu ispat eder sonra da gasp davası açar. Avukat Daggett gri atın bana ait olduğunu ispat eder ve sonra da peşinize düşer. Avukat Daggett gri atın bana ait olduğunu ispat eder sonra da gasp davası açar. Avukat Daggett gri atın bana ait olduğunu ispat eder sonra da gasp davası açar. | True Grit-2 | 2010 | |
| I will take the ponies back, and the grey horse. Which is mine. | Midillileri geri alacağım ve kır atı da. Zaten benimdi. Midillileri ve zaten benim olan gri atı geri alıyorum. Midillileri ve zaten benim olan gri atı geri alıyorum. Midillileri ve zaten benim olan gri atı geri alıyorum. Midillileri ve zaten benim olan gri atı geri alıyorum. Midillileri ve zaten benim olan gri atı geri alıyorum. Midillileri ve zaten benim olan gri atı geri alıyorum. Midillileri ve zaten benim olan gri atı geri alıyorum. | True Grit-2 | 2010 | |
| My Lawyer Daggert would not wish me to consider anything under three hundred and twenty five dollars. | Avukatım Decker üç yüz yirmi beş dolardan bir kuruş aşağısını kabul etmememe razı olmaz. Avukatım Daggett 325 doların altındaki bir rakamı kabul etmemi istemezdi. Avukatım Daggett 325 doların altındaki bir rakamı kabul etmemi istemezdi. Avukatım Daggett 325 doların altındaki bir rakamı kabul etmemi istemezdi. Avukatım Daggett 325 doların altındaki bir rakamı kabul etmemi istemezdi. Avukatım Daggett 325 doların altındaki bir rakamı kabul etmemi istemezdi. Avukatım Daggett 325 doların altındaki bir rakamı kabul etmemi istemezdi. Avukatım Daggett 325 doların altındaki bir rakamı kabul etmemi istemezdi. | True Grit-2 | 2010 | |
| Mrs. Floyd: Frank Ross's daughter. | Frank Post'un dükkanı. Frank Ross'un kızı mı? Frank Ross'un kızı mı? Frank Ross'un kızı mı? Frank Ross'un kızı mı? Frank Ross'un kızı mı? Frank Ross'un kızı mı? Frank Ross'un kızı mı? | True Grit-2 | 2010 | |
| Oh, poor child. | Ah, zavallı yavrucak. Zavallı çocuk. Zavallı çocuk... Zavallı çocuk. Zavallı çocuk... Zavallı çocuk. Zavallı çocuk... Zavallı çocuk... | True Grit-2 | 2010 | |
| Now you going to stay with us, or you hurrying back home to your momma? | Şimdi ya bizimle kalıyorsun ya da hemen çıkıp annene gidiyorsun. Bizimle mi kalacaksın yoksa hemen eve, annene mi döneceksin? Bizimle mi kalacaksın yoksa hemen eve, annene mi döneceksin? Bizimle mi kalacaksın yoksa hemen eve, annene mi döneceksin? Bizimle mi kalacaksın yoksa hemen eve, annene mi döneceksin? Bizimle mi kalacaksın yoksa hemen eve, annene mi döneceksin? Bizimle mi kalacaksın yoksa hemen eve, annene mi döneceksin? Bizimle mi kalacaksın yoksa hemen eve, annene mi döneceksin? | True Grit-2 | 2010 | |
| Mattie: I'll stay here, if you can have me. | Yeriniz varsa burada kalayım. Müsaitseniz burada kalmak isterim. Müsaitseniz burada kalmak isterim. Müsaitseniz burada kalmak isterim. Müsaitseniz burada kalmak isterim. Müsaitseniz burada kalmak isterim. Müsaitseniz burada kalmak isterim. Müsaitseniz burada kalmak isterim. | True Grit-2 | 2010 | |
| I just had my stay at the undertakers. | Geceyi cenaze levazımatçısında geçirdim. Dün geceyi cenaze evinden geçirdim. Dün geceyi cenaze evinde geçirdim. Dün geceyi cenaze evinden geçirdim. Dün geceyi cenaze evinde geçirdim. Dün geceyi cenaze evinden geçirdim. Dün geceyi cenaze evinde geçirdim. Dün geceyi cenaze evinde geçirdim. | True Grit-2 | 2010 | |
| In valley of the dry bones. | İskeletlerle dolu bir vadide. Kuru kemikler vadisindeymiş gibi. Kuru kemikler vadisindeymiş gibi. Kuru kemikler vadisindeymiş gibi. Kuru kemikler vadisindeymiş gibi. Kuru kemikler vadisindeymiş gibi. Kuru kemikler vadisindeymiş gibi. Kuru kemikler vadisindeymiş gibi. | True Grit-2 | 2010 | |
| Now you will be rooming with, Grandma Turner. | Oda arkadaşın Büyükanne Turner olacak. Büyük anne Turner ile kalacaksın. Büyükanne Turner ile kalacaksın. Büyük anne Turner ile kalacaksın. Büyükanne Turner ile kalacaksın. Büyük anne Turner ile kalacaksın. Büyükanne Turner ile kalacaksın. Büyükanne Turner ile kalacaksın. | True Grit-2 | 2010 | |
| We've had to double up, with all the people in town come to see the hanging. | Şehrin tamamı idamı izlemeye gelince, elimizde bir tek burası kaldı. Kasabaya idam görmeye gelenler yüzünden elimden gelen ancak bu kadarı. Kasabaya idam görmeye gelenler yüzünden elimden ancak bu kadarı geliyor. Kasabaya idam görmeye gelenler yüzünden elimden gelen ancak bu kadarı. Kasabaya idam görmeye gelenler yüzünden elimden ancak bu kadarı geliyor. Kasabaya idam görmeye gelenler yüzünden elimden gelen ancak bu kadarı. Kasabaya idam görmeye gelenler yüzünden elimden ancak bu kadarı geliyor. Kasabaya idam görmeye gelenler yüzünden elimden ancak bu kadarı geliyor. | True Grit-2 | 2010 | |
| Mrs. Floyd: This was in your poor father's room. | Bu zavallı babanın odasıydı. Bunlar zavallı babanın odasındaydı. Bunlar zavallı babanın odasındaydı. Bunlar zavallı babanın odasındaydı. Bunlar zavallı babanın odasındaydı. Bunlar zavallı babanın odasındaydı. Bunlar zavallı babanın odasındaydı. Bunlar zavallı babanın odasındaydı. | True Grit-2 | 2010 | |
| That is everything. | Hepsi bu kadar. Her şey orada. Her şey orada. Her şey orada. Her şey orada. Her şey orada. Her şey orada. Her şey orada. | True Grit-2 | 2010 | |
| Well what did you see when you arrived? | Peki, oraya vardığında ne gördün? Gittiğinde ne gördün? Gittiğinizde ne gördünüz? Gittiğinde ne gördün? Gittiğinizde ne gördünüz? Gittiğinde ne gördün? Gittiğinizde ne gördünüz? Gittiğinizde ne gördünüz? | True Grit-2 | 2010 | |
| An old man was inside with his breast blown open by a scatter gun. His feet burned. | İçeride, av tüfeğiyle göğsünden vurulmuş yaşlı bir adam vardı. Ayakları yanmıştı. İçerideyse çifteyle göğsünden vurulmuş yaşlı bir adam vardı ve ayakları yanmıştı. İçerideyse çifteyle göğsünden vurulmuş yaşlı bir adam vardı ve ayakları yanmıştı. İçerideyse çifteyle göğsünden vurulmuş yaşlı bir adam vardı ve ayakları yanmıştı. İçerideyse çifteyle göğsünden vurulmuş yaşlı bir adam vardı ve ayakları yanmıştı. İçerideyse çifteyle göğsünden vurulmuş yaşlı bir adam vardı ve ayakları yanmıştı. İçerideyse çifteyle göğsünden vurulmuş yaşlı bir adam vardı ve ayakları yanmıştı. İçerideyse çifteyle göğsünden vurulmuş yaşlı bir adam vardı ve ayakları yanmıştı. | True Grit-2 | 2010 | |
| He was still alive, but just was. Said those two Wharton boys had done it. | Hâla yaşıyordu ama fazla dayanamadı. Bunu Wharton’lardan iki çocuğunun yaptığını söyledi. Hâlâ hayattaydı, ama ölmek üzereydi. Kendisini o iki Wharton'un vurduğunu söyledi. Hâlâ hayattaydı, ama ölmek üzereydi. Kendisini o iki Wharton'un vurduğunu söyledi. Hâlâ hayattaydı, ama ölmek üzereydi. Kendisini o iki Wharton'un vurduğunu söyledi. Hâlâ hayattaydı, ama ölmek üzereydi. Kendisini o iki Wharton'un vurduğunu söyledi. Hâlâ hayattaydı, ama ölmek üzereydi. Kendisini o iki Wharton'un vurduğunu söyledi. Hâlâ hayattaydı, ama ölmek üzereydi. Kendisini o iki Wharton'un vurduğunu söyledi. Hâlâ hayattaydı, ama ölmek üzereydi. Kendisini o iki Wharton'un vurduğunu söyledi. | True Grit-2 | 2010 | |
| Rode up, drunk. Objection. | Atlı ve sarhoşlarmış. İtiraz ediyorum. Sarhoşlarmış ve sataşmışlar. İtiraz ediyorum. Sarhoşlarmış ve sataşmışlar. İtiraz ediyorum. Söylentiden ibaret. Sarhoşlarmış ve sataşmışlar. İtiraz ediyorum. Sarhoşlarmış ve sataşmışlar. İtiraz ediyorum. Söylentiden ibaret. Sarhoşlarmış ve sataşmışlar. İtiraz ediyorum. Sarhoşlarmış ve sataşmışlar. İtiraz ediyorum. Söylentiden ibaret. Sarhoşlarmış ve sataşmışlar. İtiraz ediyorum. Söylentiden ibaret. | True Grit-2 | 2010 | |
| Now them two Wharton boys, Odus and C.C. throwed down on him. | Wharton’ların iki oğlu, Otis ve C.C. adamı atla çiğnemişler. Daha sonra o iki Wharton, Otis ve C.C. onu hırpalamışlar. Daha sonra o iki Wharton, Odus ve C.C. onu hırpalamışlar. Daha sonra o iki Wharton, Otis ve C.C. onu hırpalamışlar. Daha sonra o iki Wharton, Odus ve C.C. onu hırpalamışlar. Daha sonra o iki Wharton, Otis ve C.C. onu hırpalamışlar. Daha sonra o iki Wharton, Odus ve C.C. onu hırpalamışlar. Daha sonra o iki Wharton, Odus ve C.C. onu hırpalamışlar. | True Grit-2 | 2010 | |
| Asked him where his money was, when he wouldn't tell them. | Parasının nerde olduğunu sormuşlar ama o söylemek istememiş. Paranın nerede olduğunu sormuşlar ama söylememiş. Paranın nerede olduğunu sormuşlar ama söylememiş. Paranın nerede olduğunu sormuşlar ama söylememiş. Paranın nerede olduğunu sormuşlar ama söylememiş. Paranın nerede olduğunu sormuşlar ama söylememiş. Paranın nerede olduğunu sormuşlar ama söylememiş. Paranın nerede olduğunu sormuşlar ama söylememiş. | True Grit-2 | 2010 | |
| They lit pine knots, held them to his feet. | Çam kozalağını yakıp ayağına değdirmişler. Ayağında çam kozalağı yakmışlar. Ayağında çam kozalağı yakmışlar. Ayağında çam kozalağı yakmışlar. Ayağında çam kozalağı yakmışlar. Ayağında çam kozalağı yakmışlar. Ayağında çam kozalağı yakmışlar. Ayağında çam kozalağı yakmışlar. | True Grit-2 | 2010 | |
| Under a grey rock at the corner of the smoke house. | Tandırın yanındaki gri kayanın altında. ...yemiş kavanozunda olduğunu söylemiş. ...gri taşın altındaki kavanozda olduğunu söylemiş. ...yemiş kavanozunda olduğunu söylemiş. ...gri taşın altındaki kavanozda olduğunu söylemiş. ...yemiş kavanozunda olduğunu söylemiş. ...gri taşın altındaki kavanozda olduğunu söylemiş. ...gri taşın altındaki kavanozda olduğunu söylemiş. | True Grit-2 | 2010 | |
| Well he died on us, passed away in considerable pain. | Artık elimizde somut bir şey vardı. Eldeki tek önemli şeyin peşinden gittim. Eldeki tek önemli şeyin peşinden gittim. Eldeki tek önemli şeyin peşinden gittim. | True Grit-2 | 2010 |