Ara
İngilizce Türkçe Kelime Çevirileri Sayfa 178466
| İngilizce | Türkçe | Film Adı | Film Yılı | |
| What are they offering? | Ne oneriyorlar? Ne öneriyorlar? | Up in the Air-1 | 2009 | |
| Inside the packet, you'll find a clearly worked out severance package. | İcinde, tam istediginiz gibi bir ilisik kesme paketi var. İçinde, tam istediğiniz gibi bir ilişik kesme paketi var. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| Give me the bullet points. | sartlari bir goreyim. Şartları bir göreyim. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| It's actually pretty good | Aslinda oldukca iyiler... Aslında oldukça iyiler... | Up in the Air-1 | 2009 | |
| three months' pay, six months' medical. | ...uc ay maas, alti ay saglik sigortasi. ...üç ay maaş, altı ay sağlık sigortası. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| And a full year of placement services through our company CTC. | Ve sirketimiz CTC araciligiyla bir yillik yerlestirme hizmeti. Ve şirketimiz CTC aracılığıyla bir yıllık yerleştirme hizmeti. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| Placement services. That's generous. | Yerlestirme hizmeti. Bu cok comertce. Yerleştirme hizmeti. Bu çok cömertçe. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| Commonly it takes one month of searching for every $10,000 you expect to earn in salary. | Genelde, kazanmak istediginiz her 10 bin dolar icin bir aylik arama gerekir. Genelde, kazanmak istediğiniz her 10 bin dolar için bir aylık arama gerekir. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| So I could be looking for a while. Not necessarily. | Yani bir sure bakinacagim. Tam olarak degil. Yani bir süre bakınacağım. Tam olarak değil. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| Don't even sweat it. I'm pretty confident about my plans. | Hic zorlamayin. Planlarim konusunda kendimden oldukca eminim. Hiç zorlamayın. Planlarım konusunda kendimden oldukça eminim. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| Really? Yeah. | oyle mi? Evet. Öyle mi? Evet. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| There's this beautiful bridge by my house. | Evimin yakininda cok guzel bir kopru var. Evimin yakınında çok güzel bir köprü var. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| I'm gonna go jump off it. | Gidip oradan atlayacagim. Gidip oradan atlayacağım. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| People say these things all the time. It's part of the trade. | İnsanlar boyle seyleri hep soylerler. İsin bir parcasi bu. İnsanlar böyle şeyleri hep söylerler. İşin bir parçası bu. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| They do? Yeah. | oyle mi? Evet. Öyle mi? Evet. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| They say crazy things. They get worked up. | Delice seyler soylerler. Galeyana gelirler. Delice şeyler söylerler. Galeyana gelirler. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| She was really calm. | O cok sakindi. O çok sakindi. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| I think that's a good sign. | Sanirim bu iyi bir belirti. Sanırım bu iyi bir belirti. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| So they don't ever actually do it? No. No, it's just talk. | Yani, gercekten yapmazlar mi? Hayir. Hayir. Sadece lafta kalir. Yani, gerçekten yapmazlar mı? Hayır. Hayır. Sadece lafta kalır. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| How do you know? Do you follow up? I mean no, nothing good's gonna come of that, but.. | Nereden biliyorsun? Takip mi ediyorsun? Yok, ondan pek iyi bir sey cikmaz ama... Nereden biliyorsun? Takip mi ediyorsun? Yok, ondan pek iyi bir şey çıkmaz ama... | Up in the Air-1 | 2009 | |
| I wouldn't worry about it. | Ben olsam endiselenmezdim. Ben olsam endişelenmezdim. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| This is what we do, Natalie. We take people at their most fragile and we set them adrift. | Yaptigimiz sey bu, Natalie. Yaptığımız şey bu, Natalie. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| You ready to go back in? | Tekrar iceri girmeye hazir misin? Tekrar içeri girmeye hazır mısın? | Up in the Air-1 | 2009 | |
| All right, let's go. Come on. | Pekâlâ, gidelim. Hadi. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| No, I'm fine. Tell me something sweet. | Hayir, ben iyiyim. Bana hos bir seyler soyle. Hayır, ben iyiyim. Bana hoş bir şeyler söyle. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| I'll be back soon. I'm not really sure how long this whole exercise is supposed to last. | Yakinda donerim. Bu egitimin ne kadar surmesi gerektiginden pek emin degilim. Yakında dönerim. Bu eğitimin ne kadar sürmesi gerektiğinden pek emin değilim. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| No, I don't even think of him that way. He's old. | Hayir, ona o gozle bakmiyorum bile. Adam yasli. Hayır, ona o gözle bakmıyorum bile. Adam yaşlı. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| I I'm done? I wasn't expecting this. Not at all. | cikarildim mi? Çıkarıldım mı? | Up in the Air-1 | 2009 | |
| Just like that? | Bu sekilde mi? Bu şekilde mi? | Up in the Air-1 | 2009 | |
| I'm disappointed that I've given so much of my life... | Hayatimin cok buyuk bir kismini verdigim icim uzgunum... Hayatımın çok büyük bir kısmını verdiğim içim üzgünüm... | Up in the Air-1 | 2009 | |
| This is not fair. | Bu adil degil. Bu adil değil. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| There are people that are gonna be way more qualified than me now. | Benden cok daha kalifiye olacak olan insanlar var. Benden çok daha kalifiye olacak olan insanlar var. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| I don't know what to do when I wake up in the morning, tomorrow. | Yarin sabah kalktigimda ne yaparim bilmiyorum. Yarın sabah kalktığımda ne yaparım bilmiyorum. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| This is how I start every day of my life. | İste, hayatimin her gunune boyle basliyorum. İşte, hayatımın her gününe böyle başlıyorum. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| Now, this is gonna be a little difficult, so stay with me. | Bakin, bu biraz zor olacak, o yuzden dikkatinizi bana verin. Bakın, bu biraz zor olacak, o yüzden dikkatinizi bana verin. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| You have a new backpack. | Yeni bir sirt cantaniz var. Yeni bir sırt çantanız var. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| Only this time, I want you to fill it with people. | Ama bu sefer, onu insanlarla doldurmanizi istiyorum. Ama bu sefer, onu insanlarla doldurmanızı istiyorum. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| Start with casual acquaintances, friends of friends, | oylesine tanidiklarinizla baslayin, arkadaslarinizin arkadaslari... Öylesine tanıdıklarınızla başlayın, arkadaşlarınızın arkadaşları... | Up in the Air-1 | 2009 | |
| folks around the office. | ...ofisteki ahali. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| And then you move into the people you trust with your most intimate secrets | Ve sonra, en mahrem sirlarinizi paylastiginiz kisilere gecin... Ve sonra, en mahrem sırlarınızı paylaştığınız kişilere geçin... | Up in the Air-1 | 2009 | |
| your cousins, your aunts, your uncles, | ...kuzenleriniz, teyzeleriniz, amcalariniz... ...kuzenleriniz, teyzeleriniz, amcalarınız... | Up in the Air-1 | 2009 | |
| your brothers, your sisters, your parents, | ...erkek ve kiz kardesleriniz, ebeveynleriniz... ...erkek ve kız kardeşleriniz, ebeveynleriniz... | Up in the Air-1 | 2009 | |
| and finally your husband, your wife, your boyfriend or your girlfriend. | ...ve son olarak kariniz, kocaniz, erkek arkadasiniz, kiz arkadasiniz. ...ve son olarak karınız, kocanız, erkek arkadaşınız, kız arkadaşınız. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| You get them into that backpack. | Hepsini bu sirt cantasina doldurun. Hepsini bu sırt çantasına doldurun. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| Don't worry. I'm not gonna ask you to light it on fire. | Ve endiselenmeyin. Sizden onu yakmanizi istemeyecegim. Ve endişelenmeyin. Sizden onu yakmanızı istemeyeceğim. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| Feel the weight of that bag. | cantanin agirligini hissedin. Çantanın ağırlığını hissedin. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| Make no mistake, your relationships are the heaviest components in your life. | suphesiz ki, iliskileriniz hayatinizin en agir bilesenleridir. Şüphesiz ki, ilişkileriniz hayatınızın en ağır bileşenleridir. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| Do you feel the straps cutting into your shoulders? | cantanin askilarinin, omuzlarinizi kestigini hissediyor musunuz? Çantanın askılarının, omuzlarınızı kestiğini hissediyor musunuz? | Up in the Air-1 | 2009 | |
| All those negotiations and arguments, and secrets and compromises. | Tum o gorusmeler ve tartismalar, sirlar ve tavizler. Tüm o görüşmeler ve tartışmalar, sırlar ve tavizler. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| You don't need to carry all that weight. | Tum bu agirliklari tasimaniza gerek yok. Tüm bu ağırlıkları taşımanıza gerek yok. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| Why don't you set that bag down? | Neden cantayi yere birakmiyorsunuz? Neden çantayı yere bırakmıyorsunuz? | Up in the Air-1 | 2009 | |
| Some animals were meant to carry each other, to live symbiotically for a lifetime | Bazi hayvanlar, hayat boyu sembiyotik bir yasam surmek icin birbirlerini tasirlar... Bazı hayvanlar, hayat boyu sembiyotik bir yaşam sürmek için birbirlerini taşırlar... | Up in the Air-1 | 2009 | |
| star crossed lovers, monogamous swans. We are not those animals. | ...imkansiz asiklar, tek esli kugular. Biz o hayvanlardan degiliz. ...imkansız aşıklar, tek eşli kuğular. Biz o hayvanlardan değiliz. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| The slower we move, the faster we die. | Ne kadar yavas hareket edersek, o kadar hizli oluruz. Ne kadar yavaş hareket edersek, o kadar hızlı ölürüz. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| We are not swans. | Biz kugu degiliz. Biz kuğu değiliz. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| We're sharks. | Biz kopek baligiyiz. Biz köpek balığıyız. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| Never? No. | Hic mi? Hic. Hiç mi? Hiç. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| Ever? No. | Asla mi? Asla. Asla mı? Asla. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| You never want to get married? Nope. | Hic evlenmek istemedin mi? Hayir. Hiç evlenmek istemedin mi? Hayır. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| Never want kids? Not a chance. | cocugun olsun istemedin mi? Hayatta. Çocuğun olsun istemedin mi? Hayatta. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| Ever? Never. | Hic mi? Hic. Hiç mi? Hiç. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| Is that so bizarre? Yes. | cok mu tuhaf? Evet. Çok mu tuhaf? Evet. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| Yes, it is. I just don't see the value in it. | Evet, oyle. Bunun onemini anlamiyorum. Evet, öyle. Bunun önemini anlamıyorum. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| Right, sell it to me. What? | Pekâla, bunu bana pazarla. Ne? | Up in the Air-1 | 2009 | |
| Sell me marriage. | Evliligi bana pazarla. Evliliği bana pazarla. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| OK, how about love? OK. | Tamam, aska ne dersin? Tabii. Tamam, aşka ne dersin? Tabii. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| Stability, just somebody you can count on... How many stable marriages do you know? | İstikrar, guvenebilecegin birisi... Kac tane istikrarli evlilik biliyorsun? İstikrar, güvenebileceğin birisi... Kaç tane istikrarlı evlilik biliyorsun? | Up in the Air-1 | 2009 | |
| Somebody to talk to, someone to spend your life with. | ...konusacak birisi, hayatini birlikte gecirecegin birisi. ...konuşacak birisi, hayatını birlikte geçireceğin birisi. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| I'm surrounded by people to talk to. I doubt that's gonna change. | Etrafim konusacak insanlarla dolu. Bunun degisecegini pek sanmam. Etrafım konuşacak insanlarla dolu. Bunun değişeceğini pek sanmam. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| How about just not dying alone? | Peki ya yalniz olmemek? Peki ya yalnız ölmemek? | Up in the Air-1 | 2009 | |
| Starting when I was 12, we moved each of my grandparents into a nursing facility. | 12 yasimdan itibaren, her iki buyukanne ve buyukbabami da... 12 yaşımdan itibaren, her iki büyükanne ve büyükbabamı da... | Up in the Air-1 | 2009 | |
| My parents went the same way. Make no mistake, we all die alone. | Annemle babamda da ayni sekilde oldu. suphen olmasin, hepimiz yalniz oluyoruz. Annemle babamda da aynı şekilde oldu. Şüphen olmasın, hepimiz yalnız ölüyoruz. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| Now, those cult members in San Diego, with the Kool Aid and the sneakers... | Ama San Diego'da, ayaklarinda ayni tip spor ayakkabilar olan... Ama San Diego'da, ayaklarında aynı tip spor ayakkabılar olan... | Up in the Air-1 | 2009 | |
| they didn't die alone. | ...iste onlar yalniz olmedi. ...işte onlar yalnız ölmedi. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| I'm just saying there are options. | Sadece seceneklerin var oldugunu soyluyorum. Sadece seçeneklerin var olduğunu söylüyorum. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| Brian left me. | Brian beni terk etti. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| OK. Ok. All right. | Tamam. Tamam. Gecti. Tamam. Tamam. Geçti. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| All right. Shh, shh. | Gecti. Geçti. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| Natalie, this is Alex, my friend. This is Natalie. | Natalie, bu Alex, arkadasim. Bu da Natalie. Natalie, bu Alex, arkadaşım. Bu da Natalie. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| I should give you both a moment. | Ben sizi biraz rahat birakayim. Ben sizi biraz rahat bırakayım. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| No. No, that's fine. I'm fine. It's a pleasure to meet you. | Yok, hayir. onemli degil. Ben iyiyim. Tanistigimiza memnun oldum. Yok, hayır. Önemli değil. Ben iyiyim. Tanıştığımıza memnun oldum. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| Maybe we should just all go up to our rooms and freshen up. | Belki hepimiz odalarimiza cikip biraz rahatlamaliyiz. Belki hepimiz odalarımıza çıkıp biraz rahatlamalıyız. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| Maybe a drink? Now you're talking. | Belki bir seyler icmeliyiz? İste simdi oldu. Belki bir şeyler içmeliyiz? İşte şimdi oldu. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| He broke up with you over a text message? | Senden bir mesajla mi ayrildi? Senden bir mesajla mı ayrıldı? | Up in the Air-1 | 2009 | |
| It's kind of like firing someone over the internet. | İnsanlari internet uzerinden kovmak gibi bir sey. İnsanları internet üzerinden kovmak gibi bir şey. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| What a weaselly prick. Yeah, but what does that make me? | Vay sinsi lavuk. Evet, ama bu beni ne yapar? | Up in the Air-1 | 2009 | |
| Someone who falls for a prick. We all fall for them. | Bir lavuga kendimi kaptirdim. Hepimiz kaptiririz. Bir lavuğa kendimi kaptırdım. Hepimiz kaptırırız. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| Pricks are spontaneous, they're unpredictable and fun. | Lavuklar dogaldir, tahmin edilemezler, eglencelidirler. Lavuklar doğaldır, tahmin edilemezler, eğlencelidirler. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| Then we're surprised when they turn out to be pricks. | Sonra bir lavuga donduklerinde sasiririz. Sonra bir lavuğa döndüklerinde şaşırırız. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| I followed him to Omaha. You did? | Onun pesinden Omaha'ya gittim. oyle mi? Onun peşinden Omaha'ya gittim. Öyle mi? | Up in the Air-1 | 2009 | |
| I had a job waiting for me in San Francisco when he got an offer from ConAgra. | O, ConAgra'dan teklif aldiginda, San Francisco'da beni bekleyen bir is vardi. O, ConAgra'dan teklif aldığında, San Francisco'da beni bekleyen bir iş vardı. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| He said we could start a life together. | Birlikte bir hayata baslayabilecegimizi soyledi. Birlikte bir hayata başlayabileceğimizi söyledi. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| So I followed him. To Nebraska? | Ben de onun pesinden gittim. Nebraska'ya mi? Ben de onun peşinden gittim. Nebraska'ya mı? | Up in the Air-1 | 2009 | |
| I thought I'd be engaged by now. | simdiye kadar nisanlaniriz saniyordum. Şimdiye kadar nişanlanırız sanıyordum. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| No offence. | uzerinize alinmayin tabii. Üzerinize alınmayın tabii. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| None taken. That's all right. | Hic alinmadim. onemli degil. Hiç alınmadım. Önemli değil. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| When I was 16, I thought by 23 I'd be married, | 16 yasindayken, 23'e geldigimde evlenmis olurum... 16 yaşındayken, 23'e geldiğimde evlenmiş olurum... | Up in the Air-1 | 2009 | |
| maybe have a kid, corner office by day, entertaining at night. | ...belki bir cocugum olur, gunduz isik alan gece ahenkli bir kose ofisim olur diyordum. ...belki bir çocuğum olur, gündüz ışık alan gece ahenkli bir köşe ofisim olur diyordum. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| I was supposed to be driving a Grand Cherokee by now. | simdiye kadar bir Grand Cherokee suruyor olmaliydim. Şimdiye kadar bir Grand Cherokee sürüyor olmalıydım. | Up in the Air-1 | 2009 | |
| Life can underwhelm you that way. | Hayat seni bu sekilde bunaltabilir. Hayat seni bu şekilde bunaltabilir. | Up in the Air-1 | 2009 |