Ara
İngilizce Türkçe Kelime Çevirileri Sayfa 156418
| İngilizce | Türkçe | Film Adı | Film Yılı | |
| and, if caught, they do become property of the Crown. | ...ve yakalanırlarsa, Krallık'ın malı olurlar. Eğer yakalanırlarsa Kraliyetin malı olurlar. | Submarine-1 | 2010 | |
| So, yes, we're treating the matter as suspicious. | Yani, evet, konuya kuşkuyla yaklaşıyoruz. O yüzden evet, kayboluşu şüpheli bir durum. | Submarine-1 | 2010 | |
| How deep is the ocean? | Okyanusun derinliği ne kadar? Okyanus ne kadar derin? | Submarine-1 | 2010 | |
| Seven miles at its deepest point, but on average, six miles as a rule of thumb. | En derin noktasında yedi mildir, ancak ortalama olarak, yuvarlayacak olursak altı mil. 12 kilometre en derinlerde ama basit bir ortalamada, 10 kilometre falan. | Submarine-1 | 2010 | |
| But no fish could live down there. | Ancak o derinlikte hiçbir balık yaşayamaz. Ama o kadar derinde balık yaşamaz. | Submarine-1 | 2010 | |
| There's no light, of course, and the pressure is far too great. | Hâliyle ışık yok ve basınç da fazlasıyla büyük. Işık yok ve basınç çok yüksek. | Submarine-1 | 2010 | |
| Any human who found themselves at that level, | Bir insan kendini o derinlikte bulsa, Eğer o seviyede bir insan olsa | Submarine-1 | 2010 | |
| well, they would die immediately. | ...şey, anında ölürdü. hemen ölür. | Submarine-1 | 2010 | |
| They would implode. They wouldn't stand a chance. | İçine doğru patlardı. Hiçbir şansı kalmazdı. İçe doğru ezilir yani. Hiç şansı yok. | Submarine-1 | 2010 | |
| But in answer to your question, | Ancak sorunun cevabına gelecek olursak, Ama sorunun cevabı okyanus 6 mil yani | Submarine-1 | 2010 | |
| the ocean is six miles deep. | ...okyanus altı mil derinliğinde. 10 kilometre derinlikte. | Submarine-1 | 2010 | |
| I am a prism. | Ben bir prizmayım. | Submarine-1 | 2010 | |
| That's not mad. | Bu delilik değil. Çılgınca değil. | Submarine-1 | 2010 | |
| OK? I am a prism, I am light. | Oldu mu? Ben prizmayım. Ben ışığım. Değil mi? Ben bir prizmayım, ışığım. | Submarine-1 | 2010 | |
| I am lucid. | Ben saydamım. Berrağım. | Submarine-1 | 2010 | |
| I am exciting and delicious. | Ben heyecanlandırıcı ve nefisim. Heycanlı ve lezzetliyim. | Submarine-1 | 2010 | |
| Thanks very much for today. You've been fantastic. | Bugün için çok teşekkürler. Harikaydınız. Çok teşekkür ederim, mükemmeldiniz bugün. | Submarine-1 | 2010 | |
| It seemed to go pretty well. Oh, yes, yes. | Oldukça iyi gitti sanki. Evet, evet. Bayağı iyi geçti. Oh, evet evet. | Submarine-1 | 2010 | |
| I think they... | Bana sorarsan... Bence insanlar... | Submarine-1 | 2010 | |
| They loved it. Did you enjoy it? | Bayıldılar. Hoşuna gitti mi? Bence insanlar çok sevdi. Peki sen sevdin mi? | Submarine-1 | 2010 | |
| A lot to take in. | Öğrenilecek çok şeyi var. Çok fazla şey vardı. | Submarine-1 | 2010 | |
| But it was silly, right? No, no. | Yine de aptalca, değil mi? Hiç değildi. Biraz saçma ama? Hayır, hayır. | Submarine-1 | 2010 | |
| You think I'm silly? No, I don't. | Benim aptal olduğumu mu düşünüyorsun? Hayır, düşünmüyorum. Sence saçma mıyım? Hayır, öyle düşünmüyorum. | Submarine-1 | 2010 | |
| It's OK. I don't. I don't. | Önemli değil. Hiç düşünmüyorum. Sorun değil. Hayır gerçekten. | Submarine-1 | 2010 | |
| I didn't ask for this, Jill. | Bunu kendim istemedim, Jill. Bunu ben istemedim Jill. | Submarine-1 | 2010 | |
| This gift, it's... It's like a burden to me. | Bu yetenek... sanki bana verilmiş bir yük. Bu bir hediye, bir yük benim için. | Submarine-1 | 2010 | |
| Sure. | Tabii. Eminim. | Submarine-1 | 2010 | |
| Yeah, you must be exhausted. | Evet, yorgun olmalısın. Yorulmuş olmalısın. | Submarine-1 | 2010 | |
| I split up with Kim Lin. | Kim Lin'den ayrıldım. | Submarine-1 | 2010 | |
| Oh, no. Oh, dear. | Olamaz. Hay aksi. Oh hayır. Canım. | Submarine-1 | 2010 | |
| Let her go. | Bıraktım, gitti. Bırak gitsin. | Submarine-1 | 2010 | |
| She was young, right? I'm really sorry. | Gençti zaten, değil mi? Çok üzüldüm. Gençti değil mi? Çok üzgünüm. | Submarine-1 | 2010 | |
| It's all good. Anyway, I'd better... I'd better go. | Geçti, gitti. Neyse, Gitsem... Gitsem iyi olacak. Sorun değil. Neyse ben.. ben gitsem iyi olacak. | Submarine-1 | 2010 | |
| Gonna come next week? Er... | Haftaya gelecek misin? Ee... Gelicek hafta gelicek misin? Eh.. | Submarine-1 | 2010 | |
| I can? You'd better. | Gelebilir miyim? İyi edersin. Gelebilirim sanırım? Kesin gelmelisin | Submarine-1 | 2010 | |
| Sure. I'll check my diary. | Tabii. Bir ajandama bakarım. Tabi. Programıma bakıcam. | Submarine-1 | 2010 | |
| Bring Lloyd. Um... | Lloyd'u da getir. Şey... Lloyd'u da getir. Hm... | Submarine-1 | 2010 | |
| OK. I don't think it's really... | Peki. Bence pek onun... Peki ama ona göre.... | Submarine-1 | 2010 | |
| ..his cup of... I'll ask. | ...ilgi alanı... Sorarım. ..onun hoşuna git... neyse ona sorarım. | Submarine-1 | 2010 | |
| If you ask him... | Eğer sorarsan... Ona sorarsan... | Submarine-1 | 2010 | |
| he will come. | ...gelecektir. gelecektir. | Submarine-1 | 2010 | |
| I'll see what I can do. Right. | Elimden geleni yaparım. Peki. Şansımı denerim. Tamam. | Submarine-1 | 2010 | |
| Thank you again. You're very good. Ciao, Jill. | Tekrardan teşekkürler. Çok iyiydin. Çav, Jill. Tekrar teşekkürler. Çok iyiydin. Ciao, Jill. | Submarine-1 | 2010 | |
| Watch yourself. Thank you. | Kendine dikkat et. Sağ ol. Dikkat et. Sağ ol. | Submarine-1 | 2010 | |
| Bye bye. | Güle güle. Hoşçakal. | Submarine-1 | 2010 | |
| I'm watching you. | Gözüm üzerinde. Seni izliyor olacağım. | Submarine-1 | 2010 | |
| And by being in balance with the colours around them, | Ve etraflarındaki renklerle denge kurarak, Etraflarındaki kendi sağlıklı renklerinin ışıltısı | Submarine-1 | 2010 | |
| with a healthy colour glow around themselves, | etraflarında sağlıklı, renkli bir parlamayla, ve diğer renklerin oluşturduğu ahenkle | Submarine-1 | 2010 | |
| they're living a fulfilled life. | dolu bir hayat yaşadılar. yaşamın özünü veriyorlar. | Submarine-1 | 2010 | |
| So when you're in a crisis, it doesn't feel like the waves are crashing on you, | Yani zor durumdayken dalgalar sizi eziyormuş gibi gelmez, Kriz anında sanki dalgalar size çarpıyormuş gibi hissetmezsiniz. | Submarine-1 | 2010 | |
| it feels like you can just stand under those waves | ...öylece o dalgaların altında durup işlerini yapmalarına... Sanki o dalgaların altında durabilirmiş gibi olursunuz. | Submarine-1 | 2010 | |
| and let them do their business, | ...izin veriyormuşsunuz ve sonra da bir havlu alıp... Dalgalar gelip geçer | Submarine-1 | 2010 | |
| and then get a towel and bloody dry yourself off, and go about your day. | ...kendinizi adam akıllı kurulayıp gününüze başlıyormuşsunuz gibi gelir. ve hemen bir havluyla kendinizi kurular ve gününüze devam edersiniz. | Submarine-1 | 2010 | |
| That's what it means. | İşte mesele bu. Her şey bundan ibaret. | Submarine-1 | 2010 | |
| My mum is the exact type of person | Annem bu mistik saçmalıktan... Annem tam da bunun gibi boktan mistik | Submarine-1 | 2010 | |
| who is susceptible to this mystic bullshit. | ...tam da etkilenecek tipte birisi. şeylere inanacak bir insan. | Submarine-1 | 2010 | |
| I can picture her telling Jackie at work | Onu iş yerindeki Jackie'ye... Jackie'ye işte nasıl biraz | Submarine-1 | 2010 | |
| how it's a bit over the top | ...ne kadar biraz uçuk kaçık... uçuk kaçık olduğunu | Submarine-1 | 2010 | |
| but there's something in it. | ...ama boş olmadığını anlattığını hayal edebiliyorum. ama çok ilginç olduğunu söyleyecektir. | Submarine-1 | 2010 | |
| If my dad radiated a colour, | Babam bir renk saçsaydı... Eğer babam bir renk saçsa, | Submarine-1 | 2010 | |
| it'd be ochre or eggshell. | aşıboyası ya da yumurta kabuğu olurdu. o renk toprak veya yumurta olurdu. | Submarine-1 | 2010 | |
| He knows the number for the pothole helpline off by heart.. | Yol çöküntü hattının numarasını ezbere bilir... Yol yardım numaraları ezberinde. | Submarine-1 | 2010 | |
| It's about a foot in diameter. It's a bit of a concern. | *1 feet çapında. Biraz sorun oluyor. Yaklaşık ayak boyu çapında. Evet sorun teşkil ediyor. | Submarine-1 | 2010 | |
| (Whispers) Pothole. | Yol çöküntü... Asfalt çukuru. | Submarine-1 | 2010 | |
| Yes, that's right, Lloyd Tate. Oh, hi, how are you? | Evet, doğru, Lloyd Tate. Ah, selam, nasılsınız? Evet ben Lloyd Tate. Oh, merhaba siz nasılsınız? | Submarine-1 | 2010 | |
| He was the first person in our village to install double glazing. | Kasabamızda ilk ısıcam taktıran oydu. Kasabada ilk çift cam taktıran oydu. | Submarine-1 | 2010 | |
| It's from Dad. | Bu babamdan. Babamın hediyesi. | Submarine-1 | 2010 | |
| He ruins every Christmas. | Her Yılbaşını mahveder. Her sürprizi mahveder. | Submarine-1 | 2010 | |
| It's a kettle. | Su ısıtıcısı. | Submarine-1 | 2010 | |
| ..how extraordinary they are. | Ne kadar sıra dışı olduklarını bilmelerini istiyorum. ...o kadar sıra dışılar işte. | Submarine-1 | 2010 | |
| Because they've forgotten, right? | Çünkü unutmuşlar, tamam mı? Çünkü unutuldular, değil mi? | Submarine-1 | 2010 | |
| OLlVER: Maybe it's time for Dad to rip off his vest again. | Belki de babamın yeleğini tekrar yırtma zamanı gelmiştir. Belki babamın tekrar göğsünü gererek açma vakti gelmiştir. | Submarine-1 | 2010 | |
| I mean, it's a bit over the top, but I think there's something in it. | Yani, biraz uçuk kaçık, ama bence boş da değil. Biraz uçuk kaçık ama yine de çok ilginç bence. | Submarine-1 | 2010 | |
| Yes, yes. Good turnout, was it? | Tabii, tabii. Geleni fazlaydı, değil mi? Evet, evet. İyi geçti yani, değil mi? | Submarine-1 | 2010 | |
| I'm going out for a bit. | Biraz dışarı çıkıyorum. | Submarine-1 | 2010 | |
| The question was, do I tell Jordana about this Graham situation? | Mesele, Jordana'ya bu Graham mevzusundan bahsedip bahsetmeyeceğimdi. Asıl soru, Graham durumunu Jordana'ya anlatacak mıyım? | Submarine-1 | 2010 | |
| I mean, we'd had sex. | Sonuçta sevişmiştik. Yani seks kısmını da geçtiğimize göre | Submarine-1 | 2010 | |
| Wouldn't it spoil things if I suddenly got emotional? | Aniden duygusallaşırsam işleri bozmaz mıydı? Eğer çok duygusal olursam ilişkiyi bozar mıyım? | Submarine-1 | 2010 | |
| I decided to soften the blow with some light arson. | Yarayı biraz küçük kundakla hafifletme kararı aldım. Konuşmaya başlamadan önce hafif kundakçılık yapmak istedim. | Submarine-1 | 2010 | |
| You don't talk about your parents much. | Ailenden pek bahsetmiyorsun sen de. Ailen hakkında fazla konuşmuyorsun. | Submarine-1 | 2010 | |
| I mean, do they get on? Yeah, they get on. | Yani, anlaşıyorlar mı? Evet, anlaşıyorlar. Ne bileyim, anlaşıyorlar mı? Evet, anlaşıyorlar. | Submarine-1 | 2010 | |
| Mine get on as well. It's good, isn't it? It's important that they get on. | Benimkiler de anlaşıyor. İyi, değil mi? Anlaşmaları önemli. Benimkiler de süper anlaşıyor. İyi yani değil mi? Anlaşmaları. | Submarine-1 | 2010 | |
| So everything's fine at home, everything's OK? | Yani evde sorun yok, hiç sorun yok. Yani evde her şey sorunsuz? | Submarine-1 | 2010 | |
| Cos everything's fine with me. | Çünkü benim hiç sorunum yok. Çünkü bizim evde sorunsuz, tamamen. | Submarine-1 | 2010 | |
| Actually, my mum's not well at the moment. | Aslında annem bu aralar iyi değil. Aslında annem biraz rahatsız. | Submarine-1 | 2010 | |
| They get on, you know. | Anlaşıyorlar tabii. Anlaşıyorlar ya. | Submarine-1 | 2010 | |
| That's the main thing. | Önemli olan o. Yani önemli olan o. | Submarine-1 | 2010 | |
| Sorry, did you say your mum wasn't well? | Pardon, annen iyi değil mi demiştin? Pardon, annen rahatsız mı dedin? | Submarine-1 | 2010 | |
| Why, what's wrong? | Niye, nesi var? Neden, nesi var? | Submarine-1 | 2010 | |
| She's got... | Şeyi var... Şey var... | Submarine-1 | 2010 | |
| it's called...medulloblastoma. | Medulloblastoma... diyorlar. adı yani... medülloblastom. | Submarine-1 | 2010 | |
| What does it mean? | O da ne demekmiş? O ne demek? | Submarine-1 | 2010 | |
| It means she's got a brain tumour. | Beyninde tümör var demekmiş. Beyin tümörü. | Submarine-1 | 2010 | |
| Oh, no. | Olamaz. Oh.. | Submarine-1 | 2010 | |
| Confiding in Jordana was now impossible. | Jordana'ya iç dökmek artık imkânsızdı. Jordana'dan teselli ummak artık imkansız. | Submarine-1 | 2010 | |
| Her mother had cancer. | Annesi kanserdi. Annesi kanser. | Submarine-1 | 2010 | |
| And in the Top Trumps of parental problems, cancer beats potential infidelity. | Ve ailevi problemlerin *Süper Kartları’nda, kanser potansiyel aldatmayı yener. Ve Ebeveynlerin En Büyük Sorunları listesinde kanser aldatmadan daha yukarıda. | Submarine-1 | 2010 | |
| I would have to travel this road secretly, | Bu yolu gizlice, tek başıma, Bu yolculuğu tek başıma tamamlamalıyım | Submarine-1 | 2010 | |
| unaided, | ...bir kaçak, yardım almadan, | Submarine-1 | 2010 | |
| a renegade, | ...yalnız bir samuray gibi, bir firari, | Submarine-1 | 2010 |